Social Icons

.

Pages

23 Ekim 2012

Dayanamadım Yazdım: İrade Kırıcılık


  Günlerdir orada, burada açlık grevleri üstüne söylenenleri yazılanları okudukça eğitimli insan gerçeğinin bir kez daha temel bazı sorunlarımızın çözümünde işe yaramadığını gördüm. Fransa’da, İspanya’da yaramış. Bizde yaramamış. Sanırım tek bir Kürt ailesi ya da tek bir Kürt “tutsak” sıkıldığı için, devlete karşı kof bir düşmanlık beslediği için ya da bedeniyle barışık olmadığı için açlık grevine girmiyor.  Uzun uzadıya bunun gerekçelerini yazmayacağım. 1900’lü yılların başında “kadınlara oy hakkı” için bir dizi eylem ve etkinlik yapan bazı İngiliz kadınlar hapishaneye düştüklerinde açlık grevlerine başvurdular. Gerekçeleri de “politik tutuklu “ statüsü… Nihayet içeride ve dışarıda gelişen eylemlilik süreciyle (İrlanda direnişinin de etkisiyle) 1918 yılında hem oy hakkını aldılar hem de statü hakkını…  Yine çarlık Rusya’sına karşı direnen Narodnikler de hapislerde statü elde etmek için bu yöntemlere başvurdular. Başarılı olacakları sırada zaten devrim oldu.
    Politik gerekçelerle hapse düşmüş “tutsakların” bir yığın politik hakkı gasp edilmiştir. Gösteri yapamazlar, slogan atamazlar, yürüyüş yapamazlar, bildiri dağıtamazlar, miting organize edemezler; bu hak gasplarının yanı sıra Kürt tutsaklar için bonus ceza olarak anadilde savunma yapamazlar, diğer arkadaşlarıyla ve politik liderleriyle iletişim kuramazlar yönü var bir de… Bu tip politik hakları gasp edildiği için bedenini hükumete ve hak gaspçılarına karşı gösteri, bildiri, slogan, yürüyüş, miting gibi kullanırlar. İşte buna açlık grevi deniyor. Grevin siyasi özü tam da bu.

18 Ekim 2012

Liberallere Tokat Gibi Sorular... Cevap Ver Hacım


 O yalnızca aklın emirlerine göre yaşayan hür bir adamdır.” Ben de liberali böyle tanımlıyorum. Kıta Avrupa’sında düşünce, ifade ve basın hürriyeti gibi birkaç aslî ilke hakkında, muhafazakâr ve otoriteryen görüşlere karşı ortak tepki yaratma gibi saiklerle ortaya çıkmış ilk dönem liberalizmi günümüze hem siyasi hem sosyal hem de zihinsel olarak önemli bir miras bırakmıştır. Lakin insanoğlunun sorunları giderek karmaşıklaşıyor. Dünyada “özgürlük ve eşitlik” merkezli liberal yaklaşımlar hala mevcudiyetini korurken Türkiye’de-ki Türklere özgü sol, Türklere özgü din, Türklere özgü aşk, Türklere özgü enternasyonalizm- in yanı sıra Türklere özgü liberalizm de gelişti. Türklere özgü olmayan-evrensel liberal ilkeler” de bu “Türkçü tekeller” tarafından “anarşist-vatan haini” muamelesi görüyor. Tabi, bu Türklere özgü liberalleri bir yana bırakıyorum, onlarla tartışmak sahiden klavyeye zarar… Zaten statükoya, düzene, faşizmi çağrıştıran teorik ve pratik bütüne yönelttiğimiz eleştirileri aynı zamanda “Türklere özgü liberalizme” yöneltmiş oluyoruz. Bir bok da size özgü olmasın kardeşim! Üniversitede “Avrupa’ya medeniyeti Türkler götürdü.” diyen tarihçi Doçent Pelin hocama, “Evet, bu medeniyet eğer seksin en çekici pozisyonu 69’u kapsamıyorsa medeniyet değildir.” demiştim. O da “Kapsıyordu.”cevabı vermişti. O gün bugündür ben de Türklere özgü medeniyetin alasını keşfetmiş bulunmaktayım.

11 Ekim 2012

Yıldıray Oğur'u ve Okurlarını Anlamak...


Sahiden TR basınındaki tartışma mantığını anlamakta zorlanıyorum. Bu yazarlar, köşeciler, okurlarına salak muamelesi mi yapıyor, yoksa okurlar mı “yazarlarına” “bayım biz salağız” kredisi veriyorlar? Ortada yıllardır süregelen bir çatışma var. Çatışmayı durdurmanın tek yolu şimdilik müzakere ve barış görünüyor. Ne devlet ne de PKK kendiliğinden pes edecek gibi görünmüyor. Mevcut devlet aklı da günü kurtarma kolaycılığıyla çatışmanın önüne geçemiyor. Ahmet Altan buradan yola çıkarak demokratikleşme ve Kürt sorunu arasında bir bağ kurarak siyasi iktidar aklının yetersizliğini eleştiri konusu yaptı. Hükümetin bu aklını destekleyen yazar-aydın-entelektüel desteğini de teşhir etti.

9 Ekim 2012

Sorular… Sorular… Sorular; Olaylar… Olaylar: Chavez ve Venezuela


Chavez bir diktatör müdür? (Liberal kafa karışıklığı sorusu)
Chavez’in diktatör olduğunu gösteren herhangi bir somut bulgu yok. 1999 yılından beri seçimler sonucu 23 değişik sol partinin desteğini alan 5.Cumhuriyet Hareketi’nin lideri olarak iktidardadır. 1980’li yıllarda ordu içerisinde örgütlenerek cuntacı faaliyetlerle halk desteği alıp devrim yapma hedefi olan  (Bolivarcı Devrimci Hareket-200 (MBR-200) adlı gizli sol bir örgütün kurucusudur. Amaçları doğrultusunda oldukça gizli çalışmalar yapmıştır. 1992 yılında “Ordu-millet el ele milli demokratik devrime” diyerek dünyanın en uyduruk devrimci-komplo stratejisini hayata geçirmiştir. Sosyalizmi ya da demokrasiyi cuntayla gerçekleştireceğini sanan teorik olarak ancak haydutlukla açıklanabilecek bir darbe girişiminde bulunmuştur.  Bu girişimde başarısız olmuştur. Yarbay rütbesiyle giriştiği bu cunta faaliyetlerinden ötürü Venezuela hükümeti onu yargılayıp hapse attı. 1994 yılında ülkede iç barışı sağlamak amacıyla çıkarılan aftan yararlanarak serbest kaldı. Bu deneyimden sonra demokrasiye inandığını, demokratik yollarla iktidara gelme dışındaki tüm yöntemlerin gayrı meşru olduğunu kabul etti. Buna birçok sol çevreyi inandırdı. Nihayet Venezuela Birleşik Sosyalist Partisiyle 1998 seçimlerine katıldı. 100’de 56 gibi bir oyla iktidar oldu. 2007’de anayasanın 60 maddesini değiştirerek sosyalist inşayı yapmak arzusunda olduğunu belirttiğinde muhalefetin sert tepkisiyle karşılaştı. Değişiklikleri referanduma götürdü. Referandumda yüzde 51’e karşı yüzde 49 ile kaybetti.

7 Ekim 2012

Tartışmalarda Safsata Üzerine

Bugün değerli dostum Yunus Emre Kocabaşoğlu'nun twitterde yazdıklarını kopya edeceğim. Twitterde bilgilerin kaybolması, bir daha okunmaması riski olduğu için blogda kalıcı olmasını amaçlıyorum. Birçoğumuzun sorunlarından biri bu tartışma(sızlık) https://twitter.com/Kocabasoglu adresi de bu. İlk saldırıyı ben, yani en günahsız olanımız yapacak: "Hocam, sen git şarapçılık yap ne işin var siyasi analizlerle falan...

Bugün Yıldıray Oğur'un yazısını okurken, tartışmalarda mantığı ne kadar kenara ittiğimizi ve Argumentum ad Hominem'e bayıldığımızı düşündüm. Mantık; bir argümanı veya tezi, mevcut olgu ve verilere dayanarak yorumlama ve anlamlı çıkarımlarda bulunma yöntemidir. Bu niteliğiyle mantık, antik Ellen uygarlığından bu yana akılcı tartışmanın temel yöntemini oluşturur. Mantığın can düşmanı "safsata"dır. Logical fallacy veya "safsata", argüman geliştirirken bilinçli veya bilinçsizce yapılan, hatalı argümanlara veya çıkarımlara verilen addır.

4 Ekim 2012

Derdimi Anlatıyorum; Barışmak, Müzakere ve Şiddet



    Anlaşmazlıkların silahlı yöntemlerle bitirilerek, bir tarafın mutlak galibiyetine dayanmasını reddederek,  hem şiddete son verecek bir anlaşama sağlamak hem de arabulucular yoluyla müzakerelere başlamanın gerekliliğini ifade eden tüm çaba ve girişimlere barış süreci denir. Bu süreçten anlaşılması gereken temel nokta “fiziksel şiddete son verecek” anlaşmalar ya da sözleşmelerin önünü açmaktır.  Önceki silahlı durumdan çatışmasızlık ortamı yaratmanın ön kabulü de denebilir. Barış süreci dediğimiz şey belirsizlikler, engeller ve çatışma olasılıklarıyla dolu zorlu bir yüzleşmedir aynı zamanda.
   Barış süreçlerinin yöntemleri;
Yeniden Uyum Programı:
En kolaycı yoldur. Çatışmanın bir tarafına diz çöktürerek yapılanıdır. Silahlı grup üyelerine ekonomik yarar, profesyonel destek, eğitim ve sosyal hayatla bütünleştirme olanakları sağlamayı vaat eder. Bunun en önemli şartı silahlı grubu tümüyle silahsızlandırmadır. Bunun için de özel yasalar çıkartılır, sosyal uzlaşma programları devreye girer. Angola’da denendi. Bunun bir yararı var; güçlü olan hükümetler “öneriyor” gibi yaparlar.

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.