Social Icons

.

Pages

25 Ekim 2013

Kürdistan’da ittifak siyaseti-3: HDP eleştirisi

HDP eleştirisi:
  HDP, Türkiye halkları için bir ihtiyaç olabilir. En azından Türkiye’deki mevcut sosyo-ekonomik dinamikler ve bu dinamiklerin belirlediği ideolojik altyapı bunu açıklayabilir. Siyasi bir ihtiyaçtır, çünkü hala Türkiye’de demokratikleşmeyi de Kürdistanlı siyasi gruplar bir talep olarak sunuyor. PKK/KCK/BDP çizgisinin Kürdistan’ın otonomiye dayalı varlığının kabul edilmesi talebi, Türkiye’deki demokratik gelişmeleri doğrudan etkileyecektir, belirlemesi ise bugüne kadar yapılan karmaşık analizlerin anlaşılır halidir.  Yalnız HDP’ye yönelik eleştiriler de en sertinden yapılmalı:
   HDP, hala Kürt siyasi varlığının iteklemesiyle mevcut siyasi alanda kendisine yer bulma çabasında. Bunun sakıncalarından biri Kürdistan’a dair demokratik ve devrimci kaygıların, karmaşık taleplerin “solun iki kutuplu/işçi sınıfı-burjuvazi” çelişkisine kurban edilmesidir.  HDP, halı hazırda ideolojik ve politik olarak Kürdistan’ın sosyo-ekonomik durumunu, politik durumunu deklare etmiş bir parti değildir. Kürdistan’ın “sömürgeden de aşağı” statüsünü açık politik teorilerle açıklamış da değildir. Ne olduğu belirsiz proajit söylemlerle Kürt/Kürdistan sorununa çözüm aramak ise derinliksizdir. Hala HDP’li vekiller “Balyoz ve Ergenekon” gibi çete davalarına onların lehine itiraz edebiliyorlar. Ertuğrul Kürkçü durumu hala “hukuksuzluk” üstünden anlatamaya çalışıyor. Bu çetelerin eksik yargılandığını, Kürdistan’da işledikleri suçlardan da yargılanmaları gerektiğini dillendirmek yerine, KCK davalarıyla eşitleyip buradan çete hukukunu savunmak kötü niyet değilse TR solunun çapsızlığıdır da… Bu çeteler belki Kürdistan’da ve Türkiye’de işledikleri insanlık suçlarından yargılanmadılar, ama darbe girişimleriyle yargılanmaları da desteklenmeliydi. Bunun ötesi yok. Bu generaller çetesi eğer güç getirseydi Güney Kürdistan’ı bile işgal edecekti. (2004-2005/2007-2008 siyasi iklimi)
   Normalde Türkiye solunun çeşitli grupları bir araya gelir, bir siyasal güç oluştururlar, sonra da Kürdistan özgürlük hareketiyle ittifak yaparlar. HDP ise bu doğal siyasi gelişmenin aksine Kürdistan cephesinin hem nicel hem de nitelikli gücünü arkasına alarak var olmak istiyor. Bunun verimli olacağı kanaatinde değilim. Belki bir yerel seçim çalışması olarak denenebilir, ama uzun vadede böyle bir girişimin başarısız olacağı açıktır. Daha dün HDP genel başkanı Yavuz Önen’in “Genel seçimlerde BDP olmayacak, sadece HDP olacak.” açıklaması ise tam bir facia. O açıklama şöyle olmalıydı: “Genel seçimlerde PKK olacaktır, biz PKK ile siyasi ittifak yapmayı düşünüyoruz.”  PKK olmayabilir, ama en azından Kürt-Kürdistan adıyla kurulacak bir partiden de söz edilmesi elzemdi. PKK’nin yasal siyasi faaliyette bulunması ise HDP’nin hedefi olmalıydı.
   HDP’nin bu gevşek politik tutarsızlığına Kürt siyaseti ne diyor?
Kürt siyasetinin nitelikli kesimleri kendi hesaplarınca bu gevşekliğe sessiz kaldılar. Bu, daha çok PKK’nin ve Öcalan’ın 70’lerden beri terk etmediği epistemolojik bağlarla açıklanabilir. Oysa 1968 gençlik hareketleri Türk oligarşisinin terörize ettiği “demokratik ulusalcı”  hareketlerden öte değildi. Zaten ulusalcı-Türk paradigmasının dışına çıkan Kaypakkaya çizgisi de yaygın solun dışına itilmeye çalışılmıştır. Siyasi gelişmesi ciltlerle açıklanabilecek, takdir edilebilecek PKK ve Öcalan’ın 1968 espistemolojisiyle hala bağ kurması ise PKK’nin “Kürdistan sömürgedir.” tezine ise zıtlıktır. PKK’nin kendi devasa gelişmişliğine, dönüşümüne hakarettir. Eğer taktik bazı hesaplar yoksa PKK, 68 Türk devrimci ruhunun Kürdistan’daki etkilerini de tasfiye etmekle övünebilir oysa. Bir dönem  Kürdistan’da “Doğu Anadolu Bölge Komitesi-doğu komitesi-doğu sorunu” şeklinde kendi örgütsel faaliyetlerini yürütmüş bir solla karşı karşıyayız. Bu örgütsel anlayışta oldukları dönemlerde PKK’ye açıktan cephe almışlardı. Hala hâkim Türk kibrinin/Türk şovenizminin gizlenerek TR solunun yaygın gruplarında devam ettiğini düşünüyorum. (Bu konuda Kaypakkaya çizgisi ve MLKP/ESP çizgisi Kurtuluş/SDP çizgisi eleştirilerimin dışındadır.)
   Kısacası Türkiye sol hareketlerinin “sadece Kürdistan soluyla ittifak yapması” gibi bir lüksü ve ilkesi olmamalıdır. Kürdistan milliyetçileriyle de ittifak yapacak genişlikte olmalıdır. Eğer prensip olarak böyle bir fikre yakın sol yoksa Kürdistanlı ulusal kurtuluşçular için boşa kürek çekmekten öteye geçmez ittifak ilişkisi. HDP için de geç değildir. Gezi direnişi ve onun ulusalcı popülizmiyle iyi geçinmekten öte solun değiştirici, dönüştürücü normu; Kürdistan ve demokrasi meselesini Türkiyelileştirmekten geçer. Kürt siyasetinin temel omurgasınınTürkiyelileşmesi değil, Kürdistan ve demokrasi davasının tüm tarihsel ve siyasal haklılığını Türkiyelileştirmek olmalı prensip…
   Bu fikirlerimi dayandırdığım devrimci-politik durum:
1.       TC’nin Kürdistan’daki sömürgeci ve benzeştirmeci varlığı devam etmektedir.
2.       Kürdistan’ın ulusal kurtuluşçu talepleri karşılandığı sürece Türkiye’de demokratik gelişmelerin önü açılacaktır.
3.       Kürdistan’da yıllardır sürdürülen savaşın Türklerin her sınıfsal kesiminde yarattığı travmalar onların Kürdistani talepleri haklılık misyonuyla anlamalarıyla gerçekleşir. Bunun da yolu KCK’nin 3 temel talebinin sürekli dillendirilmesinden geçer.
4.       Türk egemenlik anlayışının iki kanadı olan muhafazakar ve laiklerin iktidar çekişmelerine karşı iki kutuptan da ileri somut demokratik talepleri 3.yol olarak adlandırılabilir.
5.       Gezi direnişine atfedilen abartılı rol bir daha gözden geçirilmeli, Gezi’nin sınıfsal niteliğinden ziyade siyasal yönü esas alınarak değerlendirmeler yapılırsa bu direnişin “devletle-yurttaş” arasındaki “itaat duvarını” yıkması olumlanabilir. Gezi’nin ulusalcı popülizmine karşı esaslı siyasi mücadele vermek en realist yöntemdir. Tüm devrimci ve demokratik talepleri “ağaç-yol-çevre” sorununa indirgeyip buradan temel muhalif hareket geliştirmekse gülünç bile değildir.
Not: Barzani hükümetinin Kuzeyli ve Rojavalı siyasi hareketlere karşı tavrı bu şekliyle devam ederse önümüzdeki yıllarda Güney Kürdistan’da “federal oligarşi” ile karşı karşıya kalacağız gibi… Kürdistan’ın doğal ve ekonomik kaynaklarının dış sermayeye açılması şimdilik serbest piyasa kurallarınca ama bir o kadar acımasız bir rüşvet ve bürokratik çarkla dönüyor. İlk kriz döneminde siyasi ve ekonomik alanda birkaç mali grubun askeri-siyasi müdahalesi ile mevcut demokratik ortam da darbe alabilir. Umarım Güney’in değişimci-devrimci siyasi grupları bu tehlikeyi aynı zamanda Barzani hükümetinin PKK/PYD’ye karşı tutumu üzerinden de okurlar.



12 Ekim 2013

Kürdistan'da ittifak siyaseti. 2

    Bir önceki yazıda daha çok KDP-YNK tandanslı Kürt özgürlük hareketinin ittifak siyasetini özet geçmiştim. Aslında ittifaklar konusunda 1966, 1975, 1979 dönemlerine ait bazı trajik olayları es geçmiştim. Bugün Güney Kürdistan özgür bir parça vatan toprağı olduğu için geçmişin trajik olaylarını deşme yerine daha özgün, daha serinkanlı değerlendirmelere ihtiyaç olduğunu düşündüğümden KDP’nin, YNK’nin  ve Irak Komünist Partisi’nin iç sorunlardaki “vandalca” uygulamalarına değinmemiştim.  Yukarıda bahsi geçen dönemlerde iç sorunlardan ötürü yaşanan “ölümlü” vakıaların çoğu iç ve dış ittifaklarla ilgilidir. PDK-İran genel sekreteri Süleyman Muini’nin öldürülüp İran güvenlik kuvvetlerine teslim edilmesi, İran’ın, kardeşleri tarafından öldürülen Muini’nin cesedini sokaklarda teşhir etmesi ise kan donduran bir iç trajedidir. Yine BAAS rejimiyle yapılan otonomi anlaşmasından hemen bir yıl Sait Kırmızıtoprak (Doktor Şivan),   Hasan Yıkmış (Brusk),Hikmet Buluttekin (Çeko)’nun infazları da Kürt trajediyasının diğer yönü… Çünkü meselenin diğer tarafında 1983 savaşından sonra BAAS güçlerinin alıp kaybettirdiği 8000 Barzani erkeğinin trajedisi var…
    Bu yazıda daha çok PKK, PYD cephesi ile KDP, YNK cephesinin ittifak anlayışlarını kıyaslayacağım. Güney Kürdistan mücadelesinin temel güçleri mücadele tarihi boyunca “Kuzey ve Doğu’daki” Kürtlerin tarihsel düşmanlarıyla (TC ve İran devleti) dönemsel ittifaklar yaptılar.  Bu ittifakları yaptıkları dönemlerde hiçbir “haklılık misyonları” olmamasına rağmen mantığa da bürüdüler bu ilişkilerini. Öcalan ve PKK’nin de Esat ve Suriye BAAS’ı ile bir ittifakı söz konusuydu. En azından Suriye rejimine karşı 1999’a kadar doğrudan savaş başlatmaması böyle okunabilir. Ama PKK asla Kürtlerin tarihsel düşmanları olan Arap ve Fars sömürgecileriyle ortak operasyonlar yapmadı kardeşlerine karşı. Oysa 1983 yılında Öcalan, Şam’a davet ettiği Mesut Barzani ile anlaşma yaptı ve KDP’nin içerisinde yer aldığı Demokratik Vatan Cephesi’nin YNK ile savaşının sonlandırılması için 1986 yılına kadar çaba gösterdi. Bu arada 11 PKK kadrosu da YNK ve YNK yanlısı aşiretler tarafından katlediliyordu.  1983 yılındaki “bırakuji”den sonra 2. bırakuji de 1992 yılında KDP-YNK-Türk devleti işbirliği sonucu yaşandı. Sonuçları Kürtler açısından tam bir felaket oldu. Yüzlerce gerilla, yüzlerce peşmerge bu savaşta Türk devletinin basıncı sonucu birbiriyle çatışmak durumunda kalarak hayatını kaybetti. Bir o kadar da yaralandı. İşin korkunç tarafı, PKK, esir aldığı peşmergeleri asla Saddam rejimine teslim etmedi, ama “Güneyli kardeşler” onlarca yaralı ve sağ gerillayı Türk karakollarına teslim ettiler. Ta ki PKK’nin Güney’den sökülemeyeceği anlaşılıncaya kadar… Şükür ki bugün özgür topraklarda bu tip çatışmalar yok ve artık ulusal kongrenin kapısında olduğumuz dönemlerden geçiyoruz.  2.özgür vatanda(Batı Kürdistan)  ise geçmişin bu tip çatışmalarından asla ders almadığı anlaşılan Suriye KDP’si ve onun etrafındaki Mustafa Cimo grubu hala iç karışıklıkları açık bir iç savaşa kanalize etme derdinde. Ne yazık ki Kuzey’de kendilerine “milliyetçi” diyen bazı kesimlerce savunuluyor.
   PKK’nin ittifak anlayışı:

PKK, 1990’lara kadar hiçbir grupla doğrudan ittifak yapmamıştır. Zaten örgütün kuruluşundan itibaren birçok Türkiye ve Kürdistan solu açık cephe almıştır PKK’ye; hatta bazı gruplar PKK’ye karşı savaş da açmıştır. Ama kendileri yenilmiştir. Bunlardan KUK (RNK) 1986 yılına kadar bu düşmanlığını Güney’de KDP’ye yaslanarak devam ettirmiş sonra tasfiye olmuştur. 1989 yılındaki seçimlerde SHP ile işbirliği yaparak meclise giren DEP’li vekiller ise PKK’nin kontrolü dışında yasal siyasi hareketi başlatmış, daha sonra PKK’nin gelişen mücadelesi karşısında ondan destek almak durumunda kalmışlardır. Bu destek giderek PKK/ERNK-HADEP ilişkisi içerisinde ulusal cephe dinamiği kazanmıştır. PKK’nin 1990’lı yıllarda Türkiye soluyla Dersim’de yaşadığı macera da ilginçtir. TKP/ML ve Dev-Sol/ silahlı propaganda birlikleri, TDKP gerillalarının ortak mücadele çağrısına PKK, “Dönem ikili iktidar ve Halk İktidarı” dönemi olduğu için bu örgütlerden itaat istemiş, Kürdistan’da misafir olduklarını hatırlatmış ARGK’nin (PKK’nin HPG’den önceki askeri gücü) direktifleri doğrultusunda hareket alanlarını kullanmalarını istemiş, daha sonra da bu örgütlerle silahlı çatışmalara girmiştir. PKK,  kendi insiyatifi dışında oluşan herhangi bir ittifaka sıcak bakmadı hiç. Ancak kendi kurumlarının hakim olduğu dönemlerde diğer gruplara “güç birliği, seçim ittifakı, ortak mücadele”  çağrısı yapar. PKK’nin ittifak siyasetinin temel esprisi budur. Bugün PKK’nin epistemolojisine  yöneltilen eleştirileri onun ittifak anlayışına yöneltip onun “milli kurtuluşçu” olmadığını iddia etmek ise 1992 yılı Shov TV tarzı propagandadan ibarettir. ( Bu dönemde birileri Shov TV’ye çıkarak Öcalan’ın Kürtçe bilmediğini bile iddia etmiştir. İlginçtir bunu söyleyenler aynı dönem Beka vadisine giderek Kürtçe Öcalan’dan 2 saat brifing almışlardır. ) KDP’nin siyasi tarihi Irak  soluyla ittifak yapmaktan harap düşmüştür. Üstelik bu ittifakla beraber  YNK ile büyük çatışmalar yaşamıştır. Yüzlerce peşmerge hayatını kaybetmiştir. Aynı şekilde YNK de Irak ve Suriye soluyla ittifak yapmıştır. Seçim ittifakları, TR soluyla Türkiye halkının devlete olan itaatini kırma girişimlerini, küresel koşulların gerektirdiği bazı girişimleri “milliyetçi” ideolojiyle hiçleştirmek ise basit bir kurnazlık ve ahlaksızlık. Eğer TR solu bu ittifaktan güçlü bir isyancı-muhalefet çıkaramazsa ona da yol verilir.  Daha sonuç alıcı bazı girişimler denenir. 
1988'de YNK ve PKK arasında imzalanan protokol 

1983 yılında Öcalan ve Mesut Barzani arasında Şam'da imzalanan anlaşma.  1986'ya kadar devam etti. 
   Bu belgeler, Faysal Dağlı'nın "Kürtlerin İç Savaşı" adlı kitabından alınmıştır.

9 Ekim 2013

Kürt Siyasetinde İttifaklar Meselesi: Tarihsel Arka Plan (KDP-İKP-CUD)

      Abdulkerim Kasım ve Abdulselam Arif’in 1958 yılında Irak’ta gerçekleştirdikleri darbeyle beraber Kürtler açısından Irak’ta yeni bir dönem başlıyordu. Irak anayasasında, Irak’ın Araplar ve Kürtlerden müteşekkil bir devlet olduğu maddesi yer aldı. 12 yıl boyunca sürgünde olan Mela Mustafa Barzani de Prag’dan Bağdat’a dönecekti. Bağdat’ta Barzani’yi Irak Komünist Partisi taraftarları ve Kürtler karşıladı. Irak Komünist Partisi 1952 yılından itibaren Birleşik Kürt Demokrat Partisi ile ittifak halindedir. Kasım’ın darbesini Arap komünistler ve Kürtler de desteklemiştir. Kasım ve Arif öncülüğündeki Hür Subaylar,  hükumet başkanı Nuri Sait ve Kral Faysal’ın da aralarında bulunduğu 19 kişiyi öldürerek Bağdat başkanlık sarayını ele geçirirler. İktidarı ele geçiren Hür Subaylar yeni hükumetin başına da General Abdulkerim Kasım’ı getirirler. O sırada BKDP 1.genel sekreteri olan Ahmet Kerküki bir bildiri yayınlayarak ihtilalci Hür Subayların darbesini Kürt Özgürlük hareketinin öncü partisi olarak desteklediklerini beyan etti. Bildiride aynen şu ibare yazılıydı:  “ Artarak süren Arap özgürlük hareketinin başarısı Kürt ve Arap halklarının eşitlik temelinde bir arada yaşamasını da beraberinde getirecektir. Partimiz tüm gücüyle yeni Irak Cumhuriyeti’ni destekleyecek ve koruyacaktır.”  Barzani’ye Bağdat’ta Eski başbakan Nuri Sait’in villası tahsis edildi ve Barzani de bunun karşılığında Irak Cumhuriyeti’ne bağlılığını ilan etti. Kasım’ın “anti emperyalist” mücadelesinden ve anayasal eşitlikçi reformlarından övgüyle söz etti. Irak Komünist Partisi’nin, BKDP ve diğer sol ve Kürt örgütlerinin ilişki kurduğu Kasım’ın kurdurduğu Halk Direniş Güçleri (HDK) Bağdat ve Musul sokaklarını kanlı çarpışmalardan sonra milliyetçi Araplardan temizlemişti. Bu durum, General Kasım’ı ürküttü.HDK daha sonra Kürtlere ve Komünistlere karşı eylemler düzenleyecekti. Kasım,  Komünistlerin Kürtlerle ortak yeni bir darbe yapacağından kuşkulandı. Bu arada BKDP içinde iki politik kutup çekişmesi vardı.  Bunlardan İbrahim Amed Kürtlerin geleceğini Arap milliyetçileri ve Nasır yanlısı tutumda görüyor, Hamza Abdullah ise Arap komünistlerinde görüyordu. Abdullah’a göre Sovyetler de Arap soluyla ortak ortadoğunun geleceğini kurtarır. Nihayet Barzani’nin müdahalesiyle BKDP içindeki Arap milliyetçiliği yanlısı hizip tasfiye oldu. Marksist Hamza Abdullah hizbi partiye hâkim oldu. 1960 yılında partinin adı KDP, Kürdistan Demokrat Partisi (Partiye Demokrata Kürdistan) olarak değiştirildi. Irak Komünist Partisi ile daimi işbirliği ve özgür eylemler temelinde ittifak kuruldu.
        1961 Eylül Devrimi                         : Abdulkerim Kasım yönetimi, KDP’nin Kürt şehirlerinde, Komünistlerin Arap şehirlerinde artan etkisini dizginlemek için 1958 anayasasına ihanet etmeye başlar. Barzani de Kürdistan dağlarına çekilir. 8 Eylül 1961 yılında Kürtler federal Irak ve otonomi için silahlı ayaklanma başlattılar. 1970yılına kadar geri dönülemez biçimde barış süreci heba oldu. 1964 ateşkesi de yetmedi. Bu arada BAAS şovenisti General Abdulselam Arif, 1963 yılında Kasım’ı ve yönetimini devirir. Irak Komünist Partisi’nin bir kısmı 1961 Eylül Devrimi ile birlikte Kasım’ın saflarına geçer. Bir kısmı da Kürtlerle ittifakı devam ettirme kararı alır. Kasım’ın devrilmesiyle birlikte Sovyetler Birliği’nin tavrı da Kürtlerden yana değişir. 1963 yılının ortalarında Moğolistan kanalıyla BM’ye “Kürtlerin otonomisinin tanınması” yönünde başvuru yapar. Dönemin Pravda gazetesinde KDP’yi öven yazılar çıkar. Kürtler için otonominin kaçınılmaz olduğu vurgulanır. Bu tavır elbette Sovyetler için ilkesel değildir. Yeni rejimin Irak petrollerini yabancı şirketlere sunmasından dolayıdır.  1967 yılında İsrail-Arap savaşlarında Araplar yenilince Irak’ta da şovenizm oldukça güçlendi. 1 yıl sonra Saddam Hüseyin ve bir grup general bir darbeyle yönetimi ele geçirir, hükümeti kurması için de El Bekir’i görevlendirir. Yeni darbenin ilk hedefi Irak Ulusal birliğini tesis etmek olur. 1970 yılında Kürtlerle otonomi anlaşması yapılır. Komünistler de parlamentoya girer. Tüm petroller millileştirilir. Petrollerin millileştirilmesi Kürtlerin de hoşuna gitmez Batılı devletlerin de… Durumdan memnun olan Arap şovenizmidir, Irak Komünist Partisi’dir, Sovyetler Birliği’dir. Barzani’nin ABD’li yetkililerle ilişkisi de bu dönemde, 1973 yılında başlayacaktır. Fakat Barzani Batılı devletlerin kendisiyle geliştirdiği ilişkilere de her daim temkinli yaklaşmıştır. Çünkü İngilizlerin tarihsel olarak Kürt düşmanlığı hep hatırdadır. ABD ise olaya statükocu yaklaşmaktadır:  Ne Kürtlerin kesin zaferi ne de Arapların bölgede kesin egemenliği …  Nitekim 1975 Cezayir Anlaşmasıyla ABD’de de İran Şahı Pehlevi ile BAAS’ın yanında yer alacaktır. Kürtler içinse bu tarih, yenilgi yılıdır. Aynı zamanda ayrılık, iç çatışmalar dönemidir de...
    Bu özetten sonra Mesut Barzani’nin Haziran 1983 yılında Serxwebun dergisine verdiği röportajdan kısa alıntılarla KDP’nin ittifaklar, sol ve emperyalizmle ilgili tarihsel tavırlarına göz atmakta fayda var: (Bu arada bu röportaj 2 Mayıs 1983 yılında KDP-YNK savaşında arabulucu olmak için KDP karargahında iken YNK’nin saldırısı sonucu yaşamlarını yitiren İbrahim Bilgin ve Mehmet Karasungur’dan bir süre sonra yapılmıştır. Bu kanlı dönemde Irak Komünist Partisi de KDP’den yana tavır almıştır. YNK, KDP’yi işbirlikçi ve hain olmakla suçluyordu. İdris Barzani’ye karşı ciddi suçlamalar yapıyordu. 1979 yılında Saddam’ın yönetimi ele geçirmesi, Baba Barzani’nin ölümü KDP açısından yeni bir paradigma oluşturmayı zorunlu kılmıştır.)
Soru: Irak BAAS rejiminin geleceği, iktidara karşı mücadele eden muhalif güçlerin kendi aralarındaki ilişkileri ve dayanışmaları, partinizin de bir parçası olduğu CUD’un (Demokratik Vatan Cephesi) yapısı ve mücadelesi hakkında bilgi verir misiniz? Günümüzde partinizin ve diğer demokratik güçlerin “anti emperyalizm” mücadelesinde aşması gereken sorunların zorlukları nelerdir?
M. Barzani: Bize göre ulusun yanında yer almadığı rejimin geleceği karanlık olacağından BAAS rejiminin geleceği de karanlıktır. Şimdi rejime karşı olan güçler arasında ilişkiler iyidir. KDP (partimiz) ve Irak Kürdistan Sosyalist Partisi tarafında Irak’ta Demokratik Vatan Cephesi kurulmuştur. CUD, şartların zorlamasından sonra gündeme gelmiştir. Bazı kesimlerin dar çıkarları  veya bazı insanların konuşmasıyla dışarıda değil, CUD bütün Irak halkı ve özellikle Kürt halkının dayatmasıyla kurulmuştur. CUD’un kapısı, onun şartlarını kabul eden her Irak partisine açıktır. Her ne kadar CUD’un en iyi cephe olduğunu söyleyemiyorsak da bugün Irak şartlarında var olan dayanışma ve birlikler arasında en iyi olanıdır. CUD ve partimiz önünde problemler çoktur, ama emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele etmede BAAS rejiminin alternatifini (ihtilafi güçlerin birliği) ve demokratik rejim getirmede hepimiz kararlıyız.
CUD'a bağlı hareketler: 
1-Irak Sosyalist Partisi. 
2-Kurdistan Sosyalist partisi 
3-Kurdistan Halkci demokratik Partisi, 
4-Kurd Sosyalist Partisi(PASOK) 
5-Irak Demokratik Birligi 
6-Kurdistan Demokrat Partisi 
7-Irak Komunist Partisi 
      CUD’un bildiri dili, ittifak anlayışı, ortaklık şartları göz önüne alındığında döneme oldukça uygun bir yapılanmadır ve dönemin YNK’sinin ağır saldırılarına maruz kalmıştır.

   Bugünlük ittifaklar kronolojisi ve siyasi yaklaşımları özetledim. Bundan sonraki yazıda PKK-KDP-PYD’nin ittifaklar siyasetini kıyaslamalı çıkarımlarda bulunacağım. Bu yazı bir ön fikir olabilir. 

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.