Social Icons

.

Pages

6 Ocak 2010

Çavuş Prişibeyev'in Adaleti

Prişibeyev uzamış sakalı, buruşuk yüzü ve koca cüssesiyle yaşadığı köyde nam salan, Warşova karargâhında görev yapmış, emekli olduktan sonra itfaiye teşkilatında çalışmış, hastalığından ötürü emekliye ayrılmış vatansever bir Rus çavuşudur. Çavuş Prişibeyev’e göre köylü, milletin efendisi değil; milletin başına bela bir insandır. (Atamızın veciz sözüne muhalif olmasından ötürü de Çehov’un yarattığı bu karaktere ayrıca bir antipati duyuyorum. ) Yine Çavuş Prişibeyev’e göre asker, tüm kanun ve kuralları bilir, felsefeyi en derin biçimiyle anlar; siyaseti, herkesin bilmediğini bilen jandarma komutanları ve yargıçlar yapmalıdır. (Böyle bir öyküyü ben yazmış olsaydım muhtemelen çavuşun itfaiye görevindeyken Platon ve Gazalli okuduğunu belirtirdim. Karargâhta böyle kitapları çavuşlar okumaz, ne zamanları vardır ne de kitaplıkları… Böylece sevgili ülkemin edebiyat sever dostlarına “her şeyi bilen Çavuş bilmem ne karınağrısı Tuğrul’u armağan ederdim.) Bu çavuşu güzel ülkemin “oralarında” bırakıp Prişibeyev’e dönelim. Çavuş, Eylül ayı boyunca polis Jegin’i, muhtar Alyapov’u, ikinci muhtar Etmiov’u, azalar İvanov ve Gavrilov’u dövmekle suçlandığı için mahkeme huzuruna çıkarılmıştır. Durup dururken bunlara hakaret etmiş değil, çavuş; nehir kıyısında asaletli eşi Anifsa ile yürürken toplaşan bir kalabalığa gözü ilişir ve hemen eski bir asker olduğunu anımsayarak “Dağılın lan pis herifler, komünist misiniz, Kürt müsünüz, kanun halkın bir araya toplanmasına izin vermiş midir?” diye haykırarak polise görevini hatırlatmıştır. Olay bununla sınırlı değil elbette. Muhtar Alyapov yargıca şikayetlerini sunarken "çavuşla aynı köyde yaşamanın imkansız olduğunu, düğünlerde ve törenlerde sürekli bağırır, çağırır, çocukların kulaklarını çeker, nara atar, kadınları sahiplenirmiş bir koca gibi…Çavuş için şarkı söylemek, ateş yakmak vs gibi etkinliklerin düzenlenmesi ideolojik içerik taşıyormuş, bunlar için “yapılsın” yönünde bir kanun yokmuş. (Sevgili okurlar, tüm bunlar hikâye unsurları, ben uydurmadım; içinizden birileri ‘ordumuzun değerli paşaları, subayları ve çavuşlarını karalamak” için Çehov’un arkasına sığınan bir zındık diye beni suçlayabilir, yazıyı alıp mahkemeye gidebilir, aklınızda olsun ki sadece öyküyü anlaşılır kılıyorum, size aksettiriyorum. )
Kıyıda kum üstünde yatmış bir ceset söz konusu, cesedin nasıl kıyıya ulaştığı meçhul, bana öyle geliyor ki bu ceset zamane Rus narodniklerinden bir militana ait. Tüm hain emel sahiplerinde olduğu gibi herif asker ya da polis ya da Rusya’daki milliyetçi gençlik tarafından vurulmuş falan değil, Saint Petersburg nehrinden geçerken diğer anarşist narodnikler tarafından gecenin bir anında suya atılmıştır. Cinayet sonrası Rusların önemli fikir ve bilim insanları narodnik hareketin Çar 2. Aleksender suikastının perde arkasında zamane dış güçlerinin iç-mihrak haline getirdiği solcu-narodniklerin kendi iç hesaplaşması sonucu bu ceset kıyıya vurdu. Ertesi gün gazeteler “iç hesaplaşmada acı son, infazı dişi terörist yaptı.”gibi manşetlerle çıktılar piyasaya. İşte bu cesedi saran bunca muammayı fark eden koca kasabada bir tek kişi vardır; o da Çavuş Prişibeyev’dir. Jandarma komutanlarına haber veren köylüyü azarlar, savcılığa haber vermesi gerektiğini söyler, savcı yerine jandarmayı seçen köylülerin yüzyıllardır mürteci gibi yaşadıklarını, savcının kadı olarak bilindiğini, ülkenin korkunç bir ortaçağ karanlığına doğru gittiğini siyasetçilerden önce anlayan tek kişi de yine bu çavuştur. Bu arada polis Jegin’e hakaret etmensin nedeni de polisin, “Bu gibi işlere sulh yargıcının karışmadığını” söylemesidir. Bu sözler, çavuşun kanını beynine sıçratır. Polisin bu tip işleri hep jandarmanın üzerine atamasına gönlü el vermez, oracıkta Jegin’i tokatlar. Ayrıca polis Jegin’in “sulh yargıçlarının işi değil” demesinin altında başka manalar da arar. Güya Jegin, yargıçların Rus anayasası ve ceza hukukunu çarpıttığını falan düşünür. Devletin otoritesini kırmaya milleti açıkça davetiye çıkaran polis Jegin bu anlamda mürteci sayılabilir. Muhtemelen Kont bilmem ne diye birinin İngiltere’de kurduğu vakıftan nemalanıp oradaki kışkırtıcı fikirleri yayma görevi için para alıp işini yürütmektedir. Çavuş Prişibeyev’in bu konudaki hayatta hakiki yolu gösterici olduğuna inandığı söz aynen şöyleydi; “İnsan, budalayı dövmezse vebali kendi boynuna kalır.” Ateş yakıp çevresinde oturmanın siyasal bir anlama sahip olduğunu, yıkıcı bir tutku olduğunu mahkemede ifade eden çavuş, ateş ve ışık yakıp çevresinde şarkı söyleyenleri de ihbar etmeyi ihmal etmez: Savva Mikiforov, Pyotr Pyotrov, bir askerin dul karısı Şustrova, (Bu hatun, Semen Kliskov,adlı bir narodnikle ahlaksızca yaşıyormuş.) büyücü İgnat Sveçkov, cadı Mavra… “ İsim isim gammaz olayını yapmanın haklı gururuyla yargıcı da bunları cezalandırmaya çağırır. Bir anda, gözlükleri alnına kaldırır, yargıca gözleri fara tutulmuş tavşan misali bakar, patlak gözleri parıldar, çevresinden gelen gür kahkahalara sinirlenir, burnu kızarır ve olanca sesiyle bağırır; “Dağılın lan, toplaşmayın, kanunlarda toplaşın diye bir ifade yoktur, herkes evine bakalım.” Hikayenin sonunda yargıç, köy halkını huzursuz ettiği, köylüler arasında ayrım yaptığı, kanun adına türlü türlü fesatlıklar çıkardığı, eski bir asker olmanın avantajını kullanarak sağa sola höykürdüğü; kanun adamlığını sadece emir vermek, andıçlama yapmak, nehir kıyısına askeri malzeme atıp vatandaşı ispiyonlamak, ateşle şarkı söyleyen köylüleri “dağlı-yaratık-kıllı kadınları-hırsız çocukları-eşkıya kocaları olan İngiliz ve Alman ajanı kimseler” olarak suçladığı gerekçesiyle 1 aylık hapse mahkum etmiştir.

Bundan sonrası yine biz okurların hayal gücüne bırakılmıştır, bendeniz yine bir Çehov hikâyesinde; esnediğinde orgazm oluyormuş hissi veren, soran herkese namuslu, ahlaklı, vatansever olduğunu söyleyen, çapkın erkekleri kendi uyurken derin bir hayal alemine yönlendiren, göt çatalından beline uzanan akrep ve am tüylerinin üstünden göbeğine bir kısrak başı gibi uzanan gül dövmeleri olan bir hatun bulamamaktan yığınlarca küfür ettim. Çavuş Prişibeyev, hapis sonrası hayatında muhtemelen eski avantajlı zeminin kaydığını görünce eski askerlerin kurduğu bir partide işçiye zam, polise zam, askere yetki, eşkıyaya ölüm sloganlarının yazılı olduğu afişler asmaktadır Rusya’nın nehir kıyısı olan kentlerinin sokaklarına, duvarlarına…
Aslında bu götüne kadar betimlenmiş hatun mevzusu Çehov’un “BİR ÇALGICININ MACERALARI” adlı öyküsünde inceden ele alınmış. Orda da yazar, Prenses Ubilov, göl kenarında oturup balık avlarken ansızın uyur ve bilinmeyen hırsızlarca elbisesi çalınır. (Yani çıplak kalmış bir kadının durumunu biz yazar sayesinde değil hırsızlar sayesinde hayal ediyoruz. ) Tam hafif hafif elbiselerini çıkarıp takılan oltasını almak isterken, latif vücudu, mermer rengindeki nazik omuzları, yarısı suya gömülmüş bir prensesi bize gösterecekken yazar, o anda karakterlerini dalgaya alıp okuyucunun sinir tellerine dokunmaktadır. Prenses Ubilov ve çalgıcı Smiçkov’un garip hikayesini daha sonra anlatacağım. Ama ben o anlatımda prensesi önden, yandan, arkadan betimlemeye çalışacağım siz değerli okuyucularımın affına sığınarak, hatta prensesi webcam önüne geçirip ufak da bir striptiz şov yaptırıp yurdum erkeklerindeki yıllık salya üretimine tavan yaptıracağım. Kış ortası bile sürekli evinde soyunuk olan, yemek yapmak, tuvalete gitmek ve uyku dışındaki tüm zamanlarında eli bacak arasında sanılan çapkın bir kadın profili çizeceğim…

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.