Mississippi Burning filminden hatırlayanlarımız vardır. Kaybolan üç insan hakları savunucusunun akıbeti herkesçe bilinmesine rağmen hiç kimse kasabaya gelen FBI ajanlarına bilgi vermemektedir. Özellikle kasabadaki beyazların suskunluklarının sebebi daha fazla cinayet işlenmesi ve bunların hiçbir şekilde sorgulanmaması yönündedir. Kasabadaki siyahlar ise korkularından ötürü imalarla FBI ajanlarına ifade vermektedir. Film gerçek bir olaydan derlendiği için filmin nasıl sonuçlanacağını hepimiz tahmin ediyoruz. Beyazların ayrımcı yasalardan güç aldığı yetmiyormuş gibi bir de kasabanın emniyet teşkilatı ve beyaz milisler her türlü zorbalığı yapma cüretini kendilerine Tanrının ayetiymişçesine sahiplenmeleri psikopatlık derecelerini gösterir.
Kürt illerindeki valilerin fikir haritasını çıkarsak neredeyse tamamının ancak Ku Klux Klan örgütünün bir yöneticisi olabilecek kapasitede teori ve pratiğe sahip olduğunu rahatlıklar görürüz. Hakkari valisinin “PKK, her aileden bir ölü militan istiyor.” açıklamasını herhangi bir Ku Klux Klan örgütü yöneticisi yapmış mıdır, bilmiyoruz. En tepe yöneticisiyle en düşük görevdeki Türk devletinin amir-memurları Kürdistan’daki düşünme ve davranışları arasındaki paralellik Ku Klux Klan örgütünün uygulamalarına oldukça benzer. Mesela sıradan bir sivil polis BDP vekillerine saldırabilir, onları durdurabilir, onların her türlü dokunulmazlık haklarına açıkça küfür edebilir; TC devletinin gazeteleri de bu polisleriyle, valilileriyle, bakanlarıyla bu insanlık defosu örgütün adeta misyonerleri gibi… Yine bir vali düşünün ki çıkıp hiç utanmadan,” KCK operasyonlarıyla Kürtler rahatlamıştır.” desin. Bunu alkışlayan yeni yetme yazarlar, köşeciler, polis-bültencilerini asla hafızlarımızdan silmeyeceğiz.
Birkaç gün önce Bitlis’in Hizan ilçesi kırsalında 15 kadın gerilla bir operasyonda katledildi. “Ama onlar terörist, ama onlar gerilla, ama onlar bir savaşın kurbanları…” gibi akıp giden sıradan faşizmin savunma biçimlerinin tümü “Ama onlar Kürt, ama onlar kadın.” gibi “evrensel alçaklığa” çıkar. Hiçbir gerekçe bu katliamı meşrulaştıramaz. Şunu artık kabul edelim: Türk ordusu evrensel olmayan, dolaysıyla doğal olmayan, hukuki olmayan gerekçelerle Kürt topraklarında bulunuyor. Türk ordusunun Kürdistan’daki varlığı asayiş ya da standart güvenlik normlarının dışındadır. Politik varlıktır. Karakollar yurttaşlarla-yurttaşlar, yurttaşlarla-devlet arasındaki anlaşmazlıkları yasal takip için değil Türkleştirme, asimilasyon, ekonomik sömürü, yurttaşlık bilincini yok sayma amacıyla kurulmuşlardır. Mahkemeler de okullar da… Türk devletinin bölgedeki askeri varlığı, polis-jandarma aygıtlarının yasalarda belirtilen amaçlarının dışındadır. Bir bölgeye askeri yığınak yapıldığında bu mutlaka özel yasalarla ve özel rejim kurallarınca hal edilir. Normal bir anayasa bu tip özel rejim varlıklarına onay vermez. Uluslararası anlaşmalarda da savaş hali, savaş yasaları çerçevesinde izin verilir ki bu durumda bugün mahkemelerdeki ana dilden savunma ve okullardaki ana dilden talepler de güvenceye alınır. Savaş suçları yasaları geçerli olur. Oysa bunların hiçbirinin geçerli olmadığı bu coğrafyada yürütülen bu savaşa tam da bu gerekçelerle kirli savaş denmektedir. Geçen yazdan beri bu devletin başbakanı dahil valileri, emniyet müdürleri, generalleri, gazetecileri ve sıradan sokak insanları Malatya ve İstanbul morg görevlileri gibi konuşmaktan utanmadılar. Mesela PKK içi şiddeti Kürtlere yönelik ajitasyonda kullanan bir başbakan bir basın toplantısında Bitlis’te katledilen 15 kadın militanın öldürülme olayını “milletine” müjdelerken Ku Klux Klan örgütünün yöneticisi edasıyla davranmaktan ne utanır ne de bunun bir suç olduğunu bilir. O, tıpkı Mississippi’deki gibi daha çok ölü siyah ve onların dostları komünistleri görmek isteyen ayrıcalıklı beyazlar gibi her hafta bir grup toplantısında sesini duyurma telaşıyla nara atar, böğürür. Her hafta tıpkı 1937’deki Ata’sı gibi kürsülerden “Türk devletinin kahredici” harekatlarının planlarını yapar, yürürlüğe sokar. Belki bölgeye FBI ajanları adalet getirmeyecek, ama Kürtler öz yönetim talepleriyle bu hesabı en insani saiklerle soracak yurttaşlık bilincine vardılar. Belki bu hesap bugün ya da yakın bir zamanda olmayacak ama er geç bu hesap büyük bir olgunlukla sorulacak…
Güney Afrika’da sadece büyük barıştan 4 yıl önce mahkemeler işkenceci beyazların suçlanmasını, yargılanması taleplerini “komünist, terörist” birilerinin yüce adaleti küçük düşürme girişimleri olarak değerlendiriyorlardı. Bu yüzden umutluyum bu “alçaklığın evrensel tarihine” giren katliamlarının hesabının verileceğine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder