Social Icons

.

Pages

8 Ağustos 2012

Beyaz İmtiyazlardan Barışçıl, Eşit Kimliğe: Goodbye Bafana


Tanrının hikmeti tatlım, aynı bir serçe ile bir kırlangıcın, bir kazla bir ördeğin ya da ineklerle antilopların bir arada yaşamadığı gibi… Ve bizler Tanrı'yı ve usullerini sorgulamayız, değil mi?” Gloria'nın, minik kızı Natasha Gregory’nin “Polislerin siyah kadınları dövmesine neden mani olmadınız, polisin işi anneleri bebeklerinden ayırmak mı?” sorularına cevabıdır. Herbert Spencer’in sosyal evrim teorisi ancak bu şekliyle özetlenebilirdi bir filmde. Çoğumuz işkencecilerin, sıkı polislerin, sert gardiyanların, entrikacı istihbaratçıların aile yaşantısını merak etmiyor değiliz. Elazığ cezaevindeyken gardiyanlarla bir sorun yaşamıştık. Birkaç jandarma, bir gardiyan ordusu, 2.sınıf bir müdür komutasında koğuşa saldırıp beni almışlardı. İçlerinden bazıları bir tutukluyu dövmeyi emirmiş gibi algıladıkları için isteksizce tekme tokat saldırırken bazıları için bu müthiş bir hazdı. Milliyetçi biri vardı, adını unuttum, bana
“Senin gibi komünist bir teröristin beynini bu duvarlara yapıştırmama kanunlar engel, siktiğimin kanunları da sizden yana.” demişti. Hayvanlaşmanın sınırını hep bu diyalogla hatırlıyorum. Dönüp “sik kafalı” demiştim. Duydu mu bilmiyorum, belki de duymazdan geldi. Daha sonra bir cinayet işlediğini ama cinayeti yaşı küçük kızının üstlenmesini sağladığını öğrenecektim bu milliyetçi gardiyanın.  Kızıyla da bir başka cezaevinde tanışacaktım. Robben Adası’nda sansür kurulundan sorumlu personel Astsubay James Gregory de bir tercih yapmak zorunda, ya eşi Gloria ile Robben Adası sosyal yaşantısı ve hukukuna uyacak dibe düşmenin sınırını zorlayacak ya da 20 yıl sonra yazılacak bir tarihin küçük bir parçası olacaktır. Büyük parçası Afrika halkının kara tenlileri, onların biricik Madiba’sı Mandela… Goodbye Bafana filminden söz ediyorum. Mandela’nın olağan dışı koşullarda yaşamasının bazı kesitlerini sunsa da film boyunca dikkatimi hep Gloria, Natasha ve Brent’in apartheid rejimle uyumları, uyumsuzluklarına vermiştim. Bazen öyle bir an oluyor ki “Yapma Gloria sen iyi bir beyazsın, tüm geleceğini James’in teğmenlik kariyeri üstüne kuramazsın, o kirli bir kariyer, siyah tutsakların suratına inen her yumruğun, yedikleri her tekmenin lekesidir o kariyer.” dediğiniz oluyor. Ve Gloria bunu ancak adadaki beyazlar arasında yaşanan kirli ilişkilerden sonra fark edecektir. Gloria, İyi oluşunu siyahların uğradığı haksızlıklara karşı geliştirdiği, geliştireceği tutumlarla değil, psikolojinin saf-çıkarcılık dediği ilişki biçiminden, beyazların adadaki iç çelişkilerinden sonra fark edecektir. İnsana dönüşümü de ağır ama sağlam olacaktır. Onun için beyaz egemenliğin sağladığı ayrıcalıklar ya da devletin bekası bir anlam ifade etmeyecektir. Film boyunca adım adım yüzüne, gözüne, gülümsemesine, hüznüne yansıyacak değişimi gözlemliyorsunuz, bir izleyici olarak tüm varlığınızla onun bu değişimi, sizde saygınlık uyandıracaktır. Pekala diğer astsubay eşleri gibi küçük kariyer ve maddi hayat hesaplarıyla adadaki haydut subaylarla dalavereler çevirebilirdi, oldukça yaygınmış adada bu durum. O, ise eşi James’in barışçıl çabalarına hep destek olacaktır, daha yaşanılabilir bir Afrika için “beyaz kadınlığından” feragat edecektir.
    Filme konu olan asıl hikâye Mandela’ya ait, benim dikkatimi çekense en zor koşullarda bile 6 ayda bir görüşmelerine izin verilen eşi aracılığıyla Afrika Ulusal Kongresi’nin silahlı mücadeleyi yükseltmesi, beyaz yönetimin kontrolü kaybetmesini sağlayacak eylemlilik sürecinin geliştirilmesine yönelik verdiği talimatlar… Bu şartlarda, beyaz şiddetin bu denli kurumsallaştığı şartlarda bu talimatları ve gelişecek kanlı eylemleri de haliyle içinizden onaylıyorsunuz. Tıpkı Mandela gibi…
     Gloria karakterini oynayan Diane Kruger  özel bir  saygıyı hak ediyor. Ancak Kruger, Goodbye Bafana filmi üzerine yazarken asıl hikâye dışında bir hikâyeden söz ettirebilirdi bana.  Soysuzlar Çetesi’ndeki Bridget von Hammersmark karakteriyle yarattığı iflah olmaz ajan rolüyle, çapkın gülüşleriyle ayrıca gönlümü kazanmıştı. 
  Apartheid rejim karşıtlığı üstüne yapılmış, İnvictus, Cry Freedom, Catch A Fire filmleriyle devam edeceğim bundan sonra. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.