Social Icons

.

Pages

8 Eylül 2012

Kolombiya-FARC Barış Takvimi Devam Ediyor


6 Eylül 2012: FARC’ın liderlerinden El Medico , 8 Ekim’de Oslo’da başlayacak barış görüşmelerinde masaya otururken karşılıklı ateşkes isteyeceklerini belirtti. 2002 yılında yapılan görüşmelerde ateşkes ilan edilmiş ama her iki taraf da bunu yeniden savaşmak için fırsata dönüştürmüştü.  Barış görüşmelerinde Kolombiya hükümeti adına devlet başkan yardımcısı Humberto de la Calle ile ordu ve polis şeflerinden birer üye, bir işadamı bir de barış komisyonu üyesi bulunacak. FARC adına ise örgütün 6 kişilik dar merkez komitesi adına Ivan Marquez ve beraberindeki militanlar hazır bulunacaklar. Uluslararası sivil toplum kuruluşları ve insan hakları aktivistleri bu görüşmelerin kalıcı bir çözümle sonuçlanmasından kuşku duyuyor.  FARC, yaptığı son açıklamada görüşmelerin kalıcı barış ile sonuçlanması için sonuna kadar masada kalacağını deklare etti. Ateşkes olması halinde FARC’ın silahlı güçlerini tasfiye edeceği de gelen bilgiler arasında. Kolombiya devlet başkanı Santos ise ateşkes önerisine olumsuz cevap verdi. Yorumcular, bu olumsuz cevaba rağmen fiili bir çatışmasızlığın esas alınabileceğini belirtiyor. 2002 yılındaki görüşmelerde silahsız bir bölge oluşturulmuş ama FARC, bölgeyi örgütleme imkanı olarak kullanmıştı. Santos, bu gerçeği bildiği için daha temkinli davranıyor. 3 Amerikan vatandaşını kaçırmakla sorumlu tutulan FARC’ın eski gerilla komutanlarından Marco Leon Calarca’nın
ABD hapishanesinden alınıp görüşmelere katılma önerisi de yaptı FARC. Ayrıca FARC ateşkes önerisinin kırmızı çizgileri olmadığını, daha önce yaşanan güvensizlikleri anlayabildilklerini açıklaması yaptı.
 Benim yorumum: 1998 yılından beri değişik dönemlerde sık sık barış girişimleri olmasına rağmen her keresinde görüşmeler sekteye uğradı. Hemen akabinde başlayan çatışmalar daha şiddetli olmuştur. Bu savaşın her iki tarafta yarattığı yılgınlık sivillere yönelik eylemlerin en aza indirilmesine gerekçe oldu. 2008 yılından sonra FARC da devlet destekli paramiliter gruplar da sivillere zarar konusunda pozitif yönde epey çaba sarfetmişe benziyorlar.
    Bir Ticari Sektör Olarak Savaş
ABD’de kullanılan uyuşturucunun yüzde 80’i Kolombiya’dan ülkeye giriyor. Bu, çok büyük bir para kapısı. Uyuşturucu “şirketleri” bu savaşın bitmesini engellemek için türlü provokasyonlar yapabilirler. Geçmişte de yaptılar. Ayrıca ABD’deki silah şirketleri ticari çıkarları söz konusu olduğu için Kolombiya’daki silah piyasasını besliyor. Kolombiya’da toprak sahipleri kendilerini gerilla örgütünden korumak için özel silahlı birlikler oluşturma imkânına sahip. Sağcı birçok kontra örgütü bu toprak ağaları ve maden şirketlerinin denetiminde. Bu durum barış görüşmelerinin önemli bir hadikapı. Devlet ve FARC içindeki kimi gruplar bunu kötüye kullanabilirler. FARC’ın koka pazarını kontrol ettiği insan hakları raporlarıyla da belgelenmiş. FARC bunu devrimci denetim olarak açıklasa da pekçok kesim bunu inandırıcı bulmuyor.
 Karşılaştırma: Türk devleti ve onun medyasının PKK’yi uyuşturucu işinde olmakla suçlaması ise henüz herhangi bir güvenilir insan hakları örgütü ya da uluslar arası devlet istihbaratları tarafından teyit edilmiş değil. Bu konuda PKK’ye yapılan suçlamaların tamamı ya iktidarların siyasi propagandası ya da Türk emniyeti ve jandarmasının sadece iddia boyutunda kalan bilgilendirmeleri…  Geçmişte siyasetçi- korucu-itirafçı-subay-polis bağlantılı birçok uyuşturucu çetesinin tespit edildiği ve çoğunun hala yargı sürecinde olduğu ise bilinen bir gerçek.  FARC, ayrıca uluslararası çevrelerden sivillere yönelik eylemlerinden ötürü oldukça sert suçlamalara maruz kalmıştır. Yıllarca siviller gerilla kamplarında esir tutulmaktadır. PKK, sanırım güvenlik görevlisi dışında alıkoyduğu hiçbir sivili bu kadar uzun süre tutmuyor. Kurumsallaşmaya doğru giden PKK kısa süreli soruşturmalarla süreci idare ediyor. İnsan hakları derneklerinin taleplerini ise gayet önemsiyor. Karşılık veriyor.
Not: Yabancı haber sitelerinden bilgilenerek yorum yazıyorum. Bilgileri ise birkaç siteden teyit ettirdikten sonra derliyorum. Bu barış görüşmesini oldukça önemli buluyorum. TR’de sürekli Sri Lanka modeli diye bağıran sağcı ve ulusalcı cephenin çelik kalkanlı savaşçılığı mutlaka yenilmeli. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.