Social Icons

.

Pages

16 Nisan 2012

Loach’tan Connnolly’e Tarihsel Günahların Deşifrasyonu


   1981 yılında Dublin’de şehrin ortasında birkaç sivil eski MI5 çalışanı, yüzbaşı yardımcısı Harris’i yakalayıp beyaz bir araca atarlar, bir gün sonra Harris’in öldürüldüğü haberi yayılır. Bacaklarına ve kafasına birer kurşun sıkılmıştır. Öldürülme biçiminden anlaşılsın diye cinayeti İRA’nın işlediği basına servis edilir. Oysa daha birkaç gün önce Harris, İRA sempatizanlarının takıldığı bir barda İngiliz kraliyet istihbaratından kaçırılırcasına İRA militanları tarafından korunuyordu. Harris, Dublin’de kaçırılmadan önce Amerikalı insan hakları savunucusu İngrid Jessner ile buluşmuş ve ona bir kaset kaydı teslim etmiştir. Jessner, 1972-76 yılları arasında Şili’de insan hakları adına çalışmış, belgesel yapmak istemiş fakat otak çalıştıkları birlik üyeleri bir bir ortadan kaybedilmiştir. Şilili bir komünistle ilişkiye girmiş, bu ilişkiden kürtaj yaptırtmıştır. Bu bilgiler İngiliz istihbaratında kayıtlıdır. Böylece İrlanda’daki liberallere, demokratlara, İngiliz kamuoyuna teşhir edilecek o tarihsel günah, komünistle yatmak-komünist olmak, malzemesi sunulacak ve herkesin susması sağlanacaktır. Bu arada Dublin infazından önce Belfast’ta Jessner’in çalışma arkadaşı avukat Paul Sullivan, Harris ile buluşmak için İRA kuryesi Franki Molloy ile yolda Paul'un aracıyla seyrederken gizli bir birim tarafından infaz edilirler. İRA militanının varlığı bu olayın “terörist” bir saldırı sonucu meydana geldiği yönündeki kirliliği de inandırıcı kılacaktır. Avukat Paul Sullivan uluslararası insan hakları savunucusu olduğu için infazı kuşkuyla karşılanır ve İngiliz hükümeti iki polis müfettişi görevlendirir.  Müfettiş Kerrigan ile bir senatör ve istihbarat şefi Alec Nevin arasındaki diyaloglar herhangi bir kirli devletin, kurumun, kişilerin ofisinde karşılaşılabilecek konuşmalardır. ( Günün birinde Ergenekon üyesi bir general, eski bir Hürriyet yayın yönetmeni, Taraf'tan bir köşe yazarı, Emre Uslu, Mehmet Baransu, bir polis şefi bir araya gelse ve bunları sorgulayacak cesur bir savcı ve hakim olsa tıpkı bu filmdeki diyaloglardaki malzeme çıkar ortaya. Bizimkiler az din, az Atatürk az Türklük karıştırırlar , o kadar fark olur) Ama Ken Loach, “Hidden Agenda” filminde adeta ciltleri dolduracak bir tartışmayı birkaç cümleyle özetleyecek birkaç diyalogla veriyor. Loach’ın tarafı bellidir: Loach, tam 800 yıldır bağımsızlık savaşı verenlerin, kılıçlanan, kırbaçlanan, aç bırakılarak, yakılarak öldürülen;, tutuklanan, idam edilen, işkence edilenlerin hala sinmeyen öfkesinden yanadır. Loach, İrlandalıların bu direnişinin haklılığını seyirciye bir öğretmen edasıyla öğretmez, iki farklı fikirdeki karakterlerden birine söyletir ve seyirci, eğer kafası basmaz bir İngiliz değilse doğal-kolektif haklardan ötürü İRA’lıların yöntemleri dahil amaçlarının politik ve anayasal baskılardan kaynaklandığına inanır. Bu arada Paskalya Ayaklanması’nın (1916) kahramanlarından James Connolly’i de anmayı borç bilir.
   Hidden Agenda filminin bence tüm marifeti ustalıkla örülen kurgusunun yanı sıra diyaloglardaki liberal, muhafazakar ve ulusal kurtuluşçu öğretilerin incelikli bir biçimde sunulmasıdır. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İngiltere’de de muhafazakar sağcılık “devlet-hükümet-anayasa” korumakla mükellef, halka bedel ödetmeyi görev bilen ve bu uğurda halkı da ikna eden bir sistemin ideolojik politik kalkanı olmuştur, sonucu çıkarıyoruz.
      Bundan sonra bloğu bir süreliğine dünya sinemasında “politik izler” etiketi altında yazılar için kullanacağım. Serinin ilk bölümü İrlanda sorunu, İRA, Ken Loach’ı konu edineceğim. Bundan sonraki yazı Loach ile Neil Jordan’ın filmlerinin kıyası olacaktır. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.