Social Icons

.

Pages

29 Mayıs 2011

Niçin Öfkelenmeliyiz? (Neden Öfkelendik)


94 yaşındaki yaşlı huysuz Stepfane Hessel’in “İndigenez-vous ya da Öfkelenin” kitabını okudum. İşin aslı da radikal söylemler bekliyordum ama yaşı ve konformist aydın yanı beni şaşırttı. Bu, yazdıklarını onaylamadığım anlamı taşımaz. Daha çok “Öfkelenin” derken bunun bir adım ötesi “Öfkenizi örgütleyin, değişime kanalize edin bunun için bütün yöntemler haksız sayılmaz.” olmalıydı. Bu arada Gazzeliler için oryantalist yaklaşımları kırmış Hessel’in Kürtlerden ya bihaber ya da haberdar olduğu halde birilerini incitmemek adına tek satır bile yazmaması bağışlanamaz bir şey. Şu an dünyadaki öfkelilerin en somut, en fırtınalısı Kürt gençleri… Hessel’in bundan haberinin olmadığını kimse iddia edemez. Öfkelenin kitabının sunuş bölümünü yazan muhtemelen ulusalcı, zırzop modernite hayranı Mustafa Hazım Bayka’nın aydınlanma konusundaki düşüncelerini insani düşüncelerin “çöp kutusuna” atabilirisniz gönül rahatlığıyla. Neyse kitabın eleştirisini bu serinin devamında yazacağım. Öfkelenme gerekçelerimizi sınıflandırıp açıklayalım: Ekonomik, politik, ideolojik, doğacıl ve seksüel…
 Bugünkü konu ekonomik gerekçeler:
·         Büyük laflarla konuşmaya gerek yok, İstanbul’da yaşıyorsanız, evden çıkar çıkmaz yoksul ev silüetini göreceksiniz, hemen az ötesinde kocaman bir plaza ya da süper market. Marketler sizi tüketim çılgınlıklarıyla temel beslenme alışkanlıklarınızı rehin almış durumda. Bunun birçok negatif sonucu var: Fabrikasyon üretim dışındaki küçük üretici her gün az daha eriyor. Sağlığınız katkı maddeleriyle formülüze edilmiş onlarca güvenli mikrobun tehdidi altında. O halde kapitalizm hem küçük yaşantı sahipleriyle büyük sermaye kesimleri arasındaki uçurumu derinleştiriyor hem de halk sağlığı üzerinde ciddi bir ris oluşturuyor. Bu temel bir öfke nedeni olmalıdır. Son günlerde burgerking diye zincirli bir şirketin tahakküm zinciri konusunda Radikal’den Ezgi Başaran’ın dile getirdiği iddiaları da okuyunuz.
·         Her gün sabah saatlerinde başlayan işe gidiş saatlerinizi anımsarsanız bundan büyük bir öfke gerekçeniz olamaz. Otobüs ve dolmuş duraklarında kışın soğukta ve yağmurda onlarca işçi kadın, erkek, çocuk birbirlerini ezme pahasına yolculuk yaparken birileri lüks araçlarıyla trafik ışıklarının 60saniyelik bekleme süresine bile “öfekeleniyor.” Yine o, her gece sizin aylık kazancınızın toplamından fazlasını yemeğe verir. Siz zeytinleri tane tane sayıp yerken…
·         “Güneşte bir yer” sağlama isteğini haklı göstermek için “plütokratik” yönetimlerin ötekilere karşı faşizmin yayılmacılık demogojisini size her an kitle iletişim ve eğitim araçlarıyla sunarken kendisi, göbek yağlarını eritme etkinliklerindedir.
Evrensel değerler artık hiçbir ulus ya da sermayenin tekelinde değildir. Yeryüzünde ne varsa hepimizin olmalıdır, egemen iktidarlar bize bunu henüz kendileri vermekten uzak, bu yüzden kendimiz alacağız. Bu haklılığımızın bir sonucu olacak.
   Haftaya politik gerekçeler…



13 Mayıs 2011

Taraf'ın Buyurgan Yazarları

    Eğer 10 Mayıs 2011 tarihli Taraf gazetesi okuyanlarınız varsa neredeyse ağızbirliği etmişçesine birçok yazarın BDP’nin Kürt bölgelerinde “egemen siyasetinden” söz ettiğini de hatırlar. Siyaset teorisinde egemenlik, yani buyurganlık (domination) toplumsal dizaynda siyasi kurumsallaşmayı tepeden tırnağa örgütlemek, bu örgütler aracılığıyla muhalif olanı siyaset dışı unsurlarla tasfiye etmek demektir. Benim bildiğim, bölgede BDP ile diğer siyasi partiler arasında bir çekişme var, üstelik pek adil bir çekişme değil; idari ve askeri kurumların bazı yerlerde AKP, bazı yerlerde CHP (Tunceli-Varto vb.) bazı yerlerde MHP’yi açıktan refere eden taraftarlığı göz önüne alındığında Taraf yazarlarının haksız, vicdansız değerlendirmeleri Mustazaf-Der şahsında devlet güdümlü terörü teşvik etmek, bundan tarafı oldukları siyasi partiye kazanç sağlama şeklinde aşağılıkça bir niyeti rahatlıkla okuyabiliriz.  Egemen siyaset, kendi meşruiyetini organize ederken çeşitli araçlar kullanır. Bu araçlardan en önemlisi aydınların nitelikli entelektüel gücünden yararlanmak… Fiziki baskılar, siyasi baskılar, sosyal baskılar ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın aydınların ikna gücünden yararlanan iktidar sürekli madalyonun çamursuz tarafını gösterir.  
   Murat Belge’den başlayıp Taraf’ın paçoz liberallerine sirayet eden iktidarın ikna araçlığı Hizbullah’ın tarihsel konumunu, devletle, ergenekonla, generallerle ilişkilerini unutturmak adına ,AKP’ye siyasi avantaj sağlamak üzere PKK’yi bile BDP’den sempatik gösteren yaklaşımlarıyla entelektüel kirliliğin daniskasını sergilemişlerdir. Seçtikleri sözcükler ne kadar çarpıcı olursa olsun, anlam yükledikleri cümleler ne kadar teorik olursa olsun vermek istedikleri mesajı Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu vermişti: “siyaset dışı unsurlara yol görünüyor.” gibisinden…  Kerameti kendinden menkul tespitler, sözler, tehditler… Eğer bölgede devlet hegemonyası dışında birbirinden bağımsız iki gücün çekişmesi olsaydı bu durumda BDP’nin baskın siyasi anlayışına giderek egemen siyasetin dili diyebilirdik. Ama BDP, en doğal politik araçlardan bile yoksun bırakılırken konuyu bu minvalde tartışmak akılsızlıktır desem abartmış olmam. İktidarın politik kurumlarını sıralarsak:
  • Anayasa
  •   Terörle Mücadele Kanunu
  • Güvenlik aygıtları
  • Yargı kurumları
  • Hükümet gücü
  • Yerel mulatolar (korucular vb.
  •  Siyaset dışı unsurlar
  •  Okullar
  • Camiler
Bunların varlığı bölgede herhangi bir demokratik düzeni tesis etmeye yönelik değil, asimilasyonun farklı biçimlerini örgütlemeye yöneliktir. Bu kurumların mevcut haliyle varlığı dönüştürülmeden BDP’yi egemen siyaset teoremi çerçevesinde değerlendirmek cin Yıldıray ve şürekasının hümanizması olsa gerek.
Şöyle bitireyim: Aslında Melih Altınok şeker, çevresi zehirdir.  Belki de genç Kürtlerin, insaf sahibi liberallerin, yoksulların, çiğ de olsa solcu gençlerin bu arkadaşımızdan haliyle beklentileri olacak ama o, tüm dirayetini, tüm enerjisini, sahip olduğu bilgeliği bir çırpıda hegemonyanın pazarlarında piyasaya çıkarmıştır.  Evet, sanırım ülkede “sol açık” olmak böyle bir şey.


6 Mayıs 2011

PKK Köşe Yazarlarıyla Ateşkes Yapmalı


Son birkaç olay üzerinden ülkedeki akıl tutulmasını alıntılarla deşelim. Klasik milliyetçi yaklaşımları biliyoruz. Hoş Bahçeli bile aşağıda alıntı yapacağım kurbağa fikirlilerden daha ılımlı davranmıştır.
Başbakan’a kurşun barışı bitirir. Kastamonu’da Başbakan Erdoğan’ın seçim konvoyuna yönelik silahlı saldırıyı, Türk-Kürt barışını dinamitlemeye yönelik bir girişim olarak değerlendirmek gerekiyor.Kurtuluş Tayiz, Taraf, 6 Mayıs 2011
 Problem: Bu bir tespit falan değildir, bir gazeteci açısından barış isteyen politik bir dil hiç değildir. Bir defa HPG yaptığı açıklamada Başbakan’ı hedef almadığını açıkladı. Kendi kendine biçtiği barışçıl gazeteci rolüyle aslında savaş beklentisi içerisinde. Kürtlerden ve onun siyasi temsilinden bezmiş halde onların kararlı biçimde ezilmesini arzulayarak Başbakan’ın Kasımpaşalı duygularını okşuyor. Zira Kurtuluş’un gazetede izlediği yol AKP misyonuyla iktidarı güçlendirme hevesi… Üzerinde durmaya değmez.

“PKK şu ya bu nedenle misilleme, meydan okuma, çatışma çıtasını yükseltme gerekçeleriyle saldırılarını Türkiye'nin seçim alanına, demokratik alanına taşıma kapısını açmıştır. Bu kapının derhal kapatılması gerekmektedir. Aksi halde ortaya çıkacak tablo, siyaset kurumunu tahrip eder, siyaset dışı unsurlara yol verir. Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 6 Mayıs 2011
Problem: İlk bakışta önemli ve haklı bir eleştiri gibi görülebilir, ama sorun hükümete siyaset dışı unsurları çıkış yolu olarak göstermesi… O zaman siyaset dışı unsurlar tehdidi ancak bir kurmay toplantısında kamu güvenlikçilerinin önerisi olabilir. Siyaset dışı unsurlar neler?
a.    a. Operasyonlar (Zaten yapılıyor)
b.    b. Faili meçhul cinayetler ( Bu unsur KCK davasıyla keyfi tutuklamalara dönüştü.)
c.    c. Devlet destekli çete hareketleri ( Bölgede korucular ve kimi gruplar zaten bu işlevi görüyor)

“Haber Türk TV’de AKP’li Hüseyin Çelik’i izledim. “Bölge halkının yaygın taleplerinden Kürtçe eğitim hariç hepsini gerçekleştirdik, öğretim zaten serbest” diyordu.
Çelik’in sakin ve analitik üslubunu beğendim. Dediği de doğru. Çok önemli açılımlar yapıldı; bu açılımlar olmasaydı PKK’nın tabanı çok daha genişlerdi.
Taha Akyol, Milliyet, 5 Mayıs 2011
Problem: Hükumete akıl verenlerden biri de bu akılsızlığın, bu faşistliğin sahibi Taha Akyol’du. PKK’nin tabanı oldukça genişledi, bu genişlemeye zaten AKP’nin Milli Birlik ve Kardeşlik noktasından da öteye götürdüğü, Milli Ezmeye dönüştürdüğü ortadayken hala 1978 ülkücü kafasıyla bunları yazmak için nallanmak istenen kurbağa olmak lazım. Üstünde durmaya değmez.
Bu manzara karşısında söylenecek şey, ‘kefenleri giyip yola çıkalım’ olabilir mi? Allah esirgesin, iç savaşa mı hazırlanıyoruz? PKK eylemsizlik kararı almışken operasyonların sürmesi, gerilimi artırmaktan, can kaybından başka hiçbir şeye hizmet etmiyor. Bunu görmüyor muyuz? Kınamak, yaşamını yitiren polis memurunun hayatını geri getiriyor mu? Dahası, ülkenin bir yanı, yaşamını yitiren polis memuruna, diğer yanı yaşamını yitiren militanlara ağıt yakarken, barış ufkunu tümden yitirmiş görünüyoruz. Bu böyle mi sürecek? Bırakalım kefen kuşanmayı, acilen çözüm bulmaya çalışalım! Nuray Mert, Milliyet, 2011
Benim yazabileceklerimi Nuray Hanım gayet net kaleme almış. Nuray Hanımla Hükümet yanlısı diğer örnek yazarları karşılaştırırsanız  PKK’nin aslında Türk Basınıyla ateşkes yapması gerektiği gibi bir durum var ortada. Bunu ciddi bir öneri olarak yapıyorum.  Bir bütün Doğan, Çalık , Albayraklar  ve Gülen medyasının tek elden servis edilmiş haberlerini belirtmiyorum bile. 

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.