Social Icons

.

Pages

zyklon B etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zyklon B etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2012

İnsanlığın Estetik Mirası: Costa Gavras


     Sinemanın Puşkin’i kimdir, sorusunun benim açımdan tek bir yanıtı var: Constantin Costa Gavras… O, ne bir toplumsal tasavvura bizi ortak etmek istiyor ne de bir polemiğin tarafı oluyor. Hatta sorunların çözümü konusunda balon kibirli aydın misali yol da göstermiyor. Yirminci yüzyıl modernleşmesinin yarattığı, görmezden geldiği, gizlediği pekçok şeyi bize göstermekle yetiniyor. Bizimle parlamentoda ya da miting alanlarında ya da derneklerde, eylem alanlarında bir politikacı, bir devrimci, bir aydın gibi konuşmuyor. O bizimle herhangi bir mekânda gönüllü bir rehber gibi ilgileniyor. 1982 yılında Altın Palmiye’yi aldığında “yalnız ve güzel ülkesine” romantik milliyetçi selamlar çakmadı. Ülkesinden, devletinden, o devleti var eden tüm milliyetçi böbürlenmelerden nefret etmenin insani bir durum olduğunu haykırdı. Aynı yıl bu ödülü paylaştığı Yılmaz Güney’le de kucaklaşmış, Güney’in “Özgür Kürdistan” hayaline tanık olmuştur. Sokrates’i harcayan Atinalı yargıçların, dalaverecilerin bin yıllar sonra hala aynı yöntemlerle kustukları zehri “Z/Ölümsüz” filmiyle devletin içine sızmış bu beyin yiyici tanrıları teşhir etmeyi ustaca bir kurguyla gerçekleştirir. 1970’li yıllarda çektiği  State of Siege-Sıkıyönetim  filmiyle de Uruguay’ı kan gölüne çeviren, cuntayı besleyen kaynakları hem iç tutarlılığı yüksek bir olay örgüsüyle hem de diyaloglara yedirilmiş müthiş politik polemiklerle oligarşik entrikaların sonuçlarını “alçaklığın evrensel tarihine” not etmiştir...  Yine aynı yıllarda Santiago sokaklarını cesetlerle doldurdukça huzur bulan Pinochet cuntasını bu defa Amerikalı bir aile üzerinden teşhir edecektir. Missing filminde standart bir Amerikalı olan ilahiyatçı Ed Horman’ın sosyal ve politik dönüşümünü anlatmadaki ustalığı asla sinema izleyicisinin zihninden silinmeyecektir. Amerikalı gazeteci Charles Horman’ın politik sebeplerle Şili’de infaz edilmesinin konu edildiği Missing (Kayıp) Amerika’daki polemiklere aldırış etmeden ilerleyen, her sahnesi  suratımıza inen bir yumruk ağırlığında bir gerçekliğin yanı sıra;

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.