Social Icons

.

Pages

25 Kasım 2013

Kürdistan'ın doğuşuna Türkiye solunun tavrı, Halepçe soykırımı


Batı Kürdistan’da  Kürt özgürlük hareketinin Suriye iç savaşından yararlanarak birçok Kürt kentinde yönetime el koyması, TC hükümetinin Suriye politikasında yeni bir durumla karşılaşması, PKK’nin de yeni durumu yeni bir okumayla Rojava’ya siyasi ve lojistik destek vermesi, Kuzey Kürdistan’da TC hükümetiyle PKK arasında hala süregelen çatışmasızlık görüşmeleri, çözüm arayışları derken bir anda Güney Kürdistan hükümetinin önemli partisi KDP de bu topa girdi. Aslında çoktan beri bu sürecin içindeydi ama seçimler dolayısıyla Kürdistancı bir siyasi yaklaşım sergiledi. Önce ulusal kongre umutları dağıttı, sonra TC baskısıyla ikide bir bu kongrenin ertelenmesine birçok gerekçeler buldu. Seçimlerden sonra da kongre ve Rojava siyasetini TC hükümetiyle girdiği girdaplı siyasi ve ekonomik ilişkilerden ötürü resmen Rojava’daki politik-askeri stratejinin tam karşısına oturttu. Ulusal demokratik devrimi küçümseler, yok saymalar, sınır kapatmalar, PYD’ye karşı uluslararası geniş çemberler atma, TC hükümetinin iktidar partisiyle Bakur Kürdistan’ında Kürdistani partiye karşı seçim çalışması yapmak gibi uzayan bir listenin mimarı oldu KDP…Tüm bunlar olurken KDP aynı zamanda medya ve ekonomik gücüne dayanarak Türkiye KDP’si kurma girişimleri içinde yoğun çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaların nereye gideceğini kestirmek güç. Eğer PKK’nin ulaşamadığı Kürtlere ulaşma gayreti ise çok umut verici bir gelişme olur. Ama TC hükümetinin 2009 yılında Türk aydınları ve kimi Kürt gruplarını oynattığı özel konsept gibi bir mizansen ise şimdiden ölü doğum diyebiliriz. Çünkü 2009 konsepti çok çılgın bir TC projeseydi. Binlerce Kürt’ü tutsak eden yüzlercesini dağlarda imha eden tüm politik Kürdistancı yaklaşımları yasaklamak isteyen bir konsept Kürtler nezdinde pek itibar görmedi. Devletin masalarında PKK’yi zayıflatmak isteyen eski solcu Kürtler bir anda PKK’yi solcu olmakla, milliyetçi olmamakla suçladılar. Bunların payandası olduğu Türk liberal ve milliyetçi gruplar da PKK’yi Ergenekon’a yamama öyle itibarsızlaştırma gayretindeydi. Bu akılsızlıkları hala sağda solda devam ediyor. PKK, tüm bu saldırılara Öcalan’ın duygu ve fikir dünyasıyla paralel bir olgunluk göstererek boşa çıkardı. Daha devasa bir siyasi askeri güce oluştu. 4 parça Kürdistan’ın en büyük siyasi ve askeri gücü olma yolunda… Hala PKK’nin karşıtı güçlerle aynı hizaya gelerek mücadele ettiğini sanan Kürt gruplar var. Şimdilik Rojava’da PYD’yi ve YPG’yi rejimle ortaklıkla ve PKK’yi Türkiye’de solcularla ittifak yapmakla suçluyorlar. O kadar gülünçler ki ittifakın siyaset teorisi kapsamındaki anlamını bile bilmezler. Konuya dair 3 yazı yazmıştım. Bu bölümde Türkiye devrimci güçlerinin Halepçe soykırımı karşısındaki tavrını Güney Kürdistan’ın doğuşuna solcuların yaklaşımına örnekler vereceğim. Sola yönelik çok güçlü eleştiri argümanım var, lakin bu solu hiçleştirmeyi gerektirmez. Nihayet Güney Kürdistan, Doğu kürdistan ve Batı Kürdistan’ın siyasi direniş tarihleri egemen ulusların soluyla ittifakla geçmiştir. Bu, dünyanın her tarafında olağan bir durum. Solun dünyaya yetersiz de olsa bakış açısıyla ilgili… İdeolojik politik detaylarına girmeyeceğim.
Güney Kürdistan’ın doğuşuna Türkiye devrimci güçlerinin yaklaşımı:
Halepçe soykırımın devam ettiği yıllarda bugünkü hükümetin, sağcı liberallerin, muhafazakarların biricik üstadı Turgut Özal hükümeti iktidardaydı. Der Spiegel dergisi Ekim 1988 yılındaki bir haberinde Türk hükümetini Irak’ta kimyasal silahların kullanılmasını gizlemekle suçluyordu. ABD, Fransa, Finlandiya, Japonya, İngiltere Kürdistan’da kimyasal silah kullanılıp kullanmadığını denetlemek için bölgeye heyet gönderme girişimlerini Irak hükümeti, Türk hastanelerinin ve hükümetinin raporlarını göstererek yalanlamaya çalışıyordu. Türk kamuoyu derin bir sessizlik içinde değil, Kürtlere karşı derin bir öfkenin ve nefretin içindeydi. Türk basını ve Türk hükümeti “Kürt mültecilerin mali külfetini” haber yapıyordu. O dönem PKK’nin desteklediği herhangi bir dergi ya da gazetesi yoktu. Zaten bu gücü de yoktu. Sadece Türkiye’deki sol dergiler ve yayınlar üzerinden eylemsel gücüne dayalı olarak kendisini ifade etmesine rağmen Bakur kürt kentlerinde PKK’ye yakın çevreler yabancı basına mültecilerin durumlarını bildiriyor, cezaevlerindeki PKK’li ve solcu militanlar ise açlık grevleriyle soykırıma dikkat çekiyordu. İnsan hakları derneği ise SHP ile ortak eylemler düzenliyordu. Kürt vekiller dönemin SHP’si içinde ses çıkarmaya çalışıyorlardı. Bunların başında Ahmet Türk ve Adnan Ekmen geliyordu.
SHP İstanbul il Örgütü’nün, İstanbul’daki Irak konsolosluğuna siyah çelenk
bırakma eylemi polisin şiddeti baskısıyla ve engellemesiyle karşılaştı. SHP İstanbul il örgütü yöneticileri polis tarafından tartaklandılar. Aralarında SHP Kars milletvekili Vedat Altun, SHP İl Başkanı Ercan Karakaş, ilçe başkanları ve partililerden oluşan 60 kişilik bir gruba karşı polis yoğun bir saldırıya geçti. Çelenklerini parçaladı. SHP'lilerle konsolosluktaki Iraklı görevliler arasında da mücadeleler oldu. (Milliyet, 4 Eylül 1988)
 “ İnsan Haklan Demeği Genel Başkanı Nevzat Helvacı ve Ankara İnsan Haklan
Demeği Başkanı Muzaffer ilhan Erdost'un Irak Kürtlerinin Türkiye'ye sığınmalarına
ilişkin olarak 6 Eylül 1988'de Ankara'da yaptığı basın toplantısı, ertesi gün hiçbir gazetede yer almadı”
7 Eylül 1988 günü, Emeğin Bayrağı, Yeni Çözüm, Yeni Demokrasi, Çağdaş
Yol, Yeni öncü, Gençlik Dünyası, Emek Dünyası, Yeni Açılım, Medya Güneşi dergileri İstanbul’da Irak Konsolosluğu'na siyah çelenk bırakarak Kürt soykırımını protesto ettiler. Polisler bu eylemi engellemek için pek çok önlem aldı. Zafer Isfendiyarlı gözaltınaalındı, işkence gördü. (Emeğin Bayrağı, Ekim 1988 Sayı 8 s. 4)
“Emeğin Bayrağı ve Yeni Çözüm dergileri, Adana'da bir basın toplantısı düzenleyerek, Güney Kürdistan'daki soykırımı lanetlediler. Polis bu eylemleri engellemek için olağanüstü önlemler alıyordu. Ve kuşkusuz, günlük basın bu açıklamalara hiç yer vermiyordu. Türk yönelimi, "soykırıma karşı protesto" eylemlerine bile tahammül
edemiyordu.” İsmail Beşikçi, Devletler Arası Sömürge: Kürdistan
 "Demokrasi için Kadın Demeği (DEMKAD'ın basın açıklaması ise, "Türk-Kürt Halklarının Kardeşliği Engellenemez! Kürt Halkına Yönelik Soykırım ve Katliamlara Son!" başlığını taşıyor. " (İsmail Beşikçi, Devletler arası sömürge : Kürdistan)
    Gaziantep, Diyarbakır, Eskişehir, Sağmalcılar ve birçok cezaevinde PKK’li ve birkaç sol örgüt tutsakları günlerce süren açlık grevleri düzenlediler. Açlık grevleri basına yansıyor, oradan da Kürtlere ve onların dostlarına… Mülteciler için kampanyalar düzenleniyordu. Ama çok cılız kalıyordu.  2000’e Doğru dergisi ise Kürt göçmenlerin yaşadığı sorunları neredeyse haftalık özel eklerle veriyordu. Birçok gizli saklı suç sayılabilecek olay bu dergiden ifşa edilme imkanı buluyordu. Tempo ve Nokta dergileri de Perinçek’in dergisinden sonra olayın tüm boyutlarıyla ilgilenmeye başlıyordu.

    Dönemin bazı dergilerinden haberler:
(resmin üstünü tıklayarak büyütünüz)
 (Yeni Çözüm, Eylül 1988, Yıl 2 Sayı 17 s. 28) Bu dergi, bugünkü DHKPC’nin öncesi Devrimci Sol geleneğine aittir. DEMKAD de bu geleneğin kadın örgütü. Derginin Kürdistan haberleri sürekli devam ediyordu. Dergi ayrıca özel Kürdistan ve Halepçe sayıları da basmıştır. O dönem üniversite gençliği arasında epey okunan bir dergiydi. 
(resmi tıklayarak büyütünüz)
Toplumsal Diriliş, 15 Ekim 1988 Sayı 5 s.8-10 (Bu dergi Günay Aslan’ın da katkılarıyla PKK’ye yakın basın mensuplarının bir eseridir. Tüm yayınlarında Güney Kürdistan’ı işlemiştir. Merak edenler derginin bildirilerini İsmail Beşikçi’nin Devletler Arası Sömürge Kürdistan’dan okuyabilirler)



 
Medya Güneşi, 1988, eski Kürt örgütlerinin basın yayın erbabı tarafından çıkarıldı.



Yeni Demokrasi dergisi 

Yeni Demokrasi dergisi TKP/ML-TİKKO çizgisine aitti. Kaypakkayacı çizgiydi. Bunlar dosya ve haber başlıkları. Bu sayılarda ayrıntılı analizler yapılmıştır.
 Bu tip yayınlar o dönem bayağı vardı. Bu yazıları yazanların çoğu gözaltına alındı, işkence gördü, hapse atıldı. Umulmadık suçlamalar yapıldı. Bazıları faili meçhul cinayetlere kurban gitti. 

Emeğin Bayrağı dergisi TKP/ML Hareketine aitti. Bugünkü HDP bileşenlerinden ESP’nin geldiği damar… 
       Bugün PKK’nin ittifak siyaseti tartışılacaksa bu bağlam mutlaka akılda olmalı. Öcalan’ı ve PKK’yi akıl dışı suçlamalarla güya itibarsızlaştıran uyduruk Türk liberallerinin ve muhafazakarlarının dümen suyundan gidip Kürtleri dilsiz, kör, sağır; bacaksız, kolsuz bırakmanın anlamı yok. Naylon partileşmeler değil, Rojava’da ve Rojhelat’ta ve Bakur’da kardşlerinin özgür Kürdistan hayallerine ortak olan demokratik partiler, örgütler kuralım, kurulmasını isteyelim. İttifak meselesi teknik bir meseledir
   Not: Kendim de çocuk yaşlarımdan itibaren şu veya bu biçimde ulusal mücadeleye tanığım. Bu yayınların çoğunu hatırlıyorum. O dönemki eylemleri de... Belgeli olması açısından İsmail Beşikçi'nin Devletler Arası Sömürge: Kürdistan kitabından yararlandım. 

14 Kasım 2013

Kimi Kürtlerdeki anti-PKK ateşi ve analiz edememe rahatsızlığı

Ergenekon masalı:
-          Öcalan, Yalçın Küçük, Perinçek ve darbeci generallerle zaman zaman görüştü.
Öcalan’ın Perinçek ve bu tayfayla görüştüğü dönemler 1989, 1990 ve 1991 yılları. Öncesinde Halepçe soykırımından ötürü 2000’e Doğru dergisinin ve Perinçek grubunun Saddam rejimine karşı tavrı vardı. Halepçe soykırımından sonra Kuzey Kürdistan’a göçen Kürtlerin sıkıntılarını, sorunlarını sadece dönemin sol gruplarına ait yayınlar haberleştiriyordu. Öcalan, bu vesileyle dönemin tüm sol gruplarına çağrı yapıp belli ittifaklar geliştirmek gerektiğini belirtmiştir. Kimi gruplar bu çağrılara cevap vermiştir.  Halepçe soykırımı sonrası, 2000’e doğru dergisiyle beraber dönemin birçok solcu dergisi Saddam rejimini faşist ilan etmiş, Peşmerge hareketleriyle röportajlar yapmıştır. Bu pratik zaman içinde PKK/HRK/ARGK ile ilgilenmelerini de beraber getirmiştir. Bu ilişkiden en çok yararlanan PKK tarafı olmuştur. Perinçek’in ya da Yalçın Küçük’ün “romantik” diyebileceğim hayalleri neydi, bilmiyorum; ama PKK cephesi ve Öcalan “küçük bir kanal” bulup metropollerdeki Kürt gençlerine ulaşmıştır. PKK, kendi yayınlarında bulamadığı propaganda imkanlarını bu sol yayınlar üzerinden bulmuştur. Daha sonara Öcalan ve PKK, TR  solunu Türkiye devrimini yükseltmesi için her türlü desteğe hazır olduğunu beyan etmişlerdir.  1993 yılında Talabani ve Kemal Burkay’ı yanına alarak ilan ettiği ateşkes ise “generallere” “anlaşabiliriz” mesajıydı. Ama Türk aklı bu mesajı PKK’nin zayıflığıyla algılamış, öyle değerlendirmiştir.  Sonuç, Türkler açısından hüsran olmuştur. (Bunun siyasi sonucu böyle okunur.) Bu ilişkiler üzerinden Öcalan’ı itibarsızlaştırma gayretleri gülünç bile değil. Bu, ancak onun ve PKK’nin politik tutumunun ne kadar isabetli olduğunu gösterir. (Konuyu merak edenler Beşikçi’nin Uluslararası Sömürge Kürdistan kitabını okuyabilirler.)
-          Öcalan MİT ile görüşüyor, Barzani neden  Erdoğan ile görüşmesin?
Bu argüman kadar gereksiz bir argüman yoktur. Öcalan’ın Erdoğan hükümetinin doğrudan yetki vermesiyle MİT ile görüşmesi Barzani-Erdoğan görüşmesine denk değildir. Bunun karşılığı 1958 darbeci-devrimcilerle Kürt özgürlük hareketinin görüşmesidir. 1961’de bu görüşmelerinin başarısız kalmasıdır. 1969 ateşkesidir, 1970 otonomi anlaşmasıdır, 1975 yenilgisidir. Sonrasında devam eden onlarca görüşmedir. Hepsi de başarısız olmuştur. Saddam rejimi ve onun güvenlik bürokrasisi ile geliştirilen ilişkileri saymıyorum bile.
         Barzani her şart altında Erdoğan ile görüşür.  Bunda sıkıntı yok. Lakin bir seçim çalışması ile gündeme gelen görüşmelerin PKK, BDP ve PYD cephesine karşı bir “yumruk” çalışması olduğu da aşikar. Bunu hem KDP yetkilileri ve yayın organları hem de Türk tarafının tüm medyası ve hükümeti açık açık dile getiriyor. Gerisi siyasi tartışmadır. Öcalan ve PKK’yi aradan çıkarıp daha düzgün argümanlarla bu görüşmeleri savunabilirsiniz. Yoksa anlamadığınız bir tarihi hiçleştirerek ekmek yemek fena ve acınası bir durumdur.


10 Kasım 2013

4 parça Kürdistan’da bayrak tartışması

Genelde ulusal bayraklar devletleşme  sürecinden sonra belirlenir. Buna çoğu zaman ulusal meclisler karar verir ya da ulusal kongrelerde alınan tavsiye kararı üzerine komite belirlenir, bayrağın şekli, rengi, anlamı tespit edilir. Bu durum kalıcı değildir, siyasi idareler, statü ya da devrimsel sosyal değişimlerden sonra bayrak da pekala değişebilir. Yine yeni oluşan meclislerce bunlar karar altına alınır. Milliyetlerin etnik olarak bayrağı yoktur. Milliyetlerin siyasi bir güç olarak devlet kurmasıyla bayrakları olur ki genelde güç-iktidar-devlet olmayı simgeler.  Konunun anlaşılması için birkaç örnek:
Türk bayrağının kabulünün hikayesi zaten biliniyor. Bunu es geçiyorum.

Kanada: 1876 ve 1931 devrimleriyle önce eyaletler birliği sonra konfederasyon şeklinde devletleşti. İngiliz kraliyet yasalarına bağlıydı. Her eyaletin ayrı bayrağı bir de “birlik bayrağı”(Britanya kızıl sancağı)  vardı.  1931 sonrasında başlayan devletleşme süreciyle birlikte bayrak sorunu ancak 1940’ta tartışılmaya başlandı. Yıllarca yarışmalar düzenlendi. 1964’te üç seçenekten biri olan  l'Unifolié (tek yaprak) modeli ulusal bayrak ilan edildi özel bir komite tarafından. 15 Şubat 1965 yılından itibaren de bu gün ulusal bayrak bayramı ilan edildi. 
Kanada-Britanya Kızıl Bayrağı 
Dosya:Canadian Red Ensign 1957-1965.svg
Kanada bayrağı (1964)
Dosya:Flag of Canada.svg
  Güney İrlanda (İrlanda Cumhuriyeti: 1921 İngiliz hükümeti yasasıyla 1922’de İrlanda’nın güneyi otonomi statüsüne kavuştu. Bugünkü bayrak, Kraliyet bayrağının yanında kullanılıyordu. 1937 yılında İrlanda meclisi tarafından ulusal bayrak olarak kabul edildi. Serbest İrlanda’dan sonra İrlanda Cumhuriyeti adını aldığı 1949 yılında da “Katolik-protestan ve orta buluşma” anlamına gelen yeşil, beyaz, turuncu renkli bayrak kabul gördü.
   Kuzey İrlanda ise farklı bir bayrakla temsil ediliyor. İki parçalı ulus birleştiğinde yenisi mutlaka meclis kararıyla belirlenir. Güney İrlanda bayrağı 1916 Paskalya ayaklanmasında kullanılan bayrağın aynısından değildir. 1918’de İrlandalı milliyetçiler ve Marksistlerin anlaşması sonrası önerilmiştir. 
İrlanda Cumhuriyeti bayrağı (Güney İrlanda)
Dosya:Flag of Ireland.svg
Kuzey İrlanda bayrağı
Dosya:Ulster banner.svg
Bu iki örnek sanırım konuyu yeterince açıklığa kavuşturur. Güney Kürdistan federal bayrağı diğer parçalardaki Kürtler için ancak büyük saygı duyulması gereken ilk özgür Kürdistan’ı temsil eder. Bu açıdan olayı değerlendirmekte fayda var. 4 parça Kürdistan devletleşir ve bağımsız olursa bu bayrağın kalıp kalmayacağı ancak o zamanki yönetimin-halkın karar vereceği bir durum olur. Bugün Ala Rengin’i diğer parçalarda savaşan örgütler için “ulusal kışkırtıcılıkla” dayatmak akıl izan işi değil. Özellikle Rojava’da KDP ekolünden gelen birkaç parti bu durumu sürekli kullanıyor, PYD’yi ve YPG’yi bununla güya Kürtler arasında itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Dünyanın en gereksiz uğraşı bu olsa gerek.  KDP’nin kendisi Rojava’da federal ya da bağımsız devlet kursa Güney Kürdistan hükümetinin kullandığı özgür Kürdistan bayrağını kullanamaz. Ala Rengin ancak Rojava’da şoven Araplara ve BAAS rejimine karşı şimdilik politik bir temsiliyettir. PYD ve diğer partiler öncülüğünde gelişen Rojava devrimi kendi otonomi sistemini “de jure” olarak kabul ettirdikten sonra ulusa bayrağa da karar verecek bir meclis mutlaka olacaktır. Bundan ötürü kimseyi bayrak üzerinden sınamamak elzemdir. Bundan yola çıkarak “şekil, sembol, simge” üzerinden parçalı Kürdistan özgürlük hareketini daha da ayrıştırmak etik olmadığı gibi tehlikelidir. Kürdistane Rojhelat kurulduğunda onlar da muhtemelen “Komari Kürdistana Mahabade” bayrağını kullanacaklardır. Rojava’da “kesk u sor u zer” TEV DEM bayrağı, Kuzey’de PKK başarılı olursa onun cephe örgütü KCK artık partiyi aşacak ve kendi bayrağını oluşacak sisteme sunacaktır. Bu tartışmalar bu kadar basit yürütülür. 


self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.