Social Icons

.

Pages

26 Temmuz 2012

Bu, Politik Bir Yazı Değildir


  Sabah sabah en büyük hatam Türk basınında Suriye ile ilgili analizleri, haberleri, değerlendirmeleri, yorumları okumam oldu sanırım.  Gavras’ın “Le Couperet-Satır” filmini izliyormuş hissine kapıldım. Birkaç yıldır işsiz kalan Bruno için işsiz kaldığı gün hayat donmuştur.  İş arayışlarında şirketler için hep kendisinden daha güvenilir daha yetenekli daha şanslı elemanların olması Bruno için dünyanın sonudur. Artık o, tek bir çözüme inanmıştır. Rakiplerini bir bir tasfiye etmek… En az jön Türkler kadar çekici yüzü, muhafazakar Türkler kadar kurnaz kişiliği, Türk istihbaratçıları kadar çok yönlü yetenekleri, Türk köşe yazarları kadar da yüzeysel değerlendirmeleriyle Bruno, izleyici için sıradan bir komedi unsuru olmaktan çıkıp  sürreal bir canavara dönüşüyor. Oysa gece boyu rüyaların etkisindeydim. Evli, eski ulusalcı sevgilim Trockist olmaya karar verdiğini açıklayıp benle Londra gezisine çıkmıştı. Londra köprüsünde bacaklarının tüm şehvetini açığa çıkaran ince, siyah, dökümü kalçalarının tüm ayrıntısını hafızama işleyen abiyesiyle liberal sevgilimle karşılaşıyoruz. Hayır, hayır ne bir gerginlik oluyor ne de bir öfke. Ulusalcı eskisi olanı,   hayran hayran onun yüzüne bir asil havası veren melon şapkasına, sokak ışıklarının altında yakut kızıllığına çalan dudaklarının rujuna, ipek pelerinine bakıyordu. Sonra onu da aramıza alıp Smithfield pazarına doğru yol alıyorduk ki King Edward Cadde'sinde gazete okuyan bir kadına rastlıyorum. Memelerinin büyüklüğüne bakılırsa Türk diyorum kendi kendime. Hıymm diyorum bu da mum ışığında şarap içmenin boktan bir alışkanlık olduğuna beni inandıran, şarabı düzüşürken içmenin ruhumuzu özgürleştirdiğine beni ikna eden erotikam
O da ulusalcı olanın yeşil, insanı gülerken ısıran gözlerine bakıyor. O anda haritadan otel arıyorken sineklerin bedenimde bıraktığı küçük şişlikler ve kızarıkları ovarken buluyorum yatağımda. Abbasi gecelerinden ödünç aldığım bu rüya da böylece sonlanmış oluyordu. Bir şeye üzülmedim desem yalan olur. En çok ulusalcı eski sevgilimin Trockistken nasıl seviştiğini merak etmiştim. İki kez aradıktan sonra bana ulaşamayınca  sürekli kendisini aldattığım hissiyle perdesi açılmamış küfürlerle bendenize saydıran o kızgın tonun az sonra Londra’da nasıl bir çığlığa dönüştüğüne tanık olamadım diye de kahroldum. Tüm bu hayal, özlemlerden birkaç saat sonra Orhan Miroğlu’nun  2005’te donmuş siyasi hayatının ruh hallerini yansıtan yazısı; filtresi alınmış, tütünü bok suyuna batırılmış sigara misali ağzımda çürük mantar tadı bırakıyor. Bruno misali önündeki tüm kariyer planını PKK, Öcalan ve BDP’nin engellediğini düşünüyor olacak ki demokratik toplum, konfederal sistem, demokratik laiklik, alttan demokrasiyi örgütleyen teorik ve pratik Kürt sürecine bunca pervasız saldırıyor. Eline bir tabanca bir de satır versek bu engellenmişlik duygusuyla Bruno’dan daha beter biri olabilir fikrine kapılıyorum. Ardından Yıldıray Oğur’u okumak ise benim açımdan  okur-yazarlık sürecimin donduğu an kabul edilebilir. O da bozuk plak gibi takılıp kalmış. Tanzimat döneminin New Ottomancı ergenleri gibi Halep-Bağdat’ın elden çıkmasının derin bir travmasına girmiş şair modunda. Ona göre Kürtler az İslamcı az liberal az muhafazakar kısmen Osmanlıcı olurlarsa kurtuluş onlar için de uzak değil. Yalnız o bu sayıklamalarını dökerken sinsi öfkesiyle; Kürtler yeni planlar geliştiriyor, yeni teorileri üretiyor, yeni pratikler sergiliyorlardı aynı saatlerde. Neyse ki Yeniçağ, Hürriyet, Milliyet, Yeni Şafak’a hiç bulaşmadım. Bu nedenle ki zihnimde hala Londra olimpiyatlarının bir gün öncesinde “hüzünlü sevgililerimin” beynime miras bıraktıkları romantik-erotik düşlerimin  tortusuyla günün ilk çayı ve sigarasıyla mavi gökyüzüne selamı çakıyorum büronun penceresinden. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.