Social Icons

.

Pages

10 Ağustos 2012

Cry Freedom Filminden İsmail Beşikçi Çıkar mı?


  Black Power ve Black Panthers hareketleri Amerika’yı dalga dalga etkisi altına aldığında bugün Türk liberallerinin de göz bebeği olan Hannah Arendt, “Büyük çoğunluğu akademik ölçülere bakılmaksızın üniversiteye kabul edilen siyah öğrenciler siyah hakları diye kampüse şiddeti soktu, akademik düzeyi düşürdü.” diye sayıklıyordu. Sanki Nazi zulmünden kaçan o değildi. Aynı Arendt, Fanon’un fikirlerini de tehlikeli buluyordu, ona göre Fanon bir Marxist değildi, ajitatör bir kışkırtıcıydı.  Çünkü Black Power(Siyah İktidar)  ve Black Panthers( Siyah Panterler) i fikren etkileyen de Fanon’du. Fanon’un ,sömürgelerde yaşayanlar devrimi öncellikle kendi zihinlerinden ve kaslarında yapmalılar, önermesi Amerika siyah hareketine ivme kazandırdı, giderek liberalleri de çözülme noktasına getirdi. Daha sonra anayasal düzenlemelerle ırkçı uygulamalar son buldu.
    Amerika’da özgürlükler genişleme eğilimindeyken Afrika’nın güneyinde özgürlük diye bağıranların sadece sesi kısılmıyor, dilleri kesiliyordu. Fanon’un tespitleri sadece Amerikalı siyahları değil, Avrupalı kimi aydınları da tesiri altına almıştır. Sartre , “Cezayir’de sıkılan ilk kurşun hem bir sömürgeciyi hem de kişiliksizleştirilmiş bir yerliyi öldürmüştür, bir taşla iki kuş vurulmuştur.” der.
Fanon’un tesiri Güney Afrika’da Steve Biko’da vücut bulmuştur. Henüz üniversitede öğrenciyken Siyah Bilinç( Black Conscioussnes)  hareketini başlatmış, siyahların ayrı örgütlenme hakkı dâhil her siyahın yaşadığı ortamı siyah egemenlik hakkına göre düzenlemesini ön görmüştür. Ona göre, beyaz liberaller ya da siyah burjuvalarla hareketin bir yere gidemeyeceği, asıl hedefin siyah varoşlara ve kuvvete dayanan bir yoksul siyahlar hareketi olması gerektiği, fikri özgürleşme yolunda daha güçlü bir yoldur. Bu düşünceleri Güney Afrika’da erken yayılma imkanı bulur. Beyaz rejim Biko’ya yayın, yazma, seyahat etme, toplu gezi, toplu görüşme yasağı getirir. O, bu durumdan bile gocunmamış varoşlarda sağlık hizmetleri ve komünal yaşamın mücadelesini vermeye başlar. 1975 yılına gelindiğinde beyaz rejimin baskıcılığını sık sık teşhir eden Güney Afrika gazetelerinden liberal Daily Dispatch’in başyazarlarından Donald Woods’ın da dikkatini Biko ve Siyah Bilinç çekecektir. Ama bir süre hep bu harekete burun kıvırır, onu alaya alır, beyaz baskıcılıkla siyah direnişçi şiddeti eşitler, tipik politik doğrucu yaklaşımlarıyla da dengeci bir çizgi izler. Buna rağmen siyahların saygısını kazanmış bir kişiliktir.
   Capetown’da polis baskını sonucu bazı siyahlar şiddet görür, bunun gazeteye haber olması gerekecektir. Gazete polis baskınını teşhir edip suçlarken başyazar Woods, “Ben Biko'nun çaresine
başyazıda bakarım. Beyaz hâkimiyetinin çözüm olduğunu söyleyen bir avuç deli saçması... Bizeyse siyah egemenliğinin dünyayı kurtaracağını söyleyen kaçık bir siyah lazım.” düşüncesiyle Steve Biko’yu hedef almıştır bile. Ona göre, Biko kaçık bir siyah. Yazı yayınlanır yayınlanmaz Biko’nun arkadaşı Dr. Ramphele soluğu Woods’un odasında alır. Sonrası Woods’un artık oturduğu masadan böyle abuk subuk şeyler yazmaması gerektiğini anlamasıyla başlar. Biko ile tanışır, onun yaşadığı mahalleleri ziyaret eder, yerinde insanların yaşadıklarına tanık olur ve gazetenin çizgisi daha radikal hak arayışını olumlayan bir yöne kayar. Siyahlar da çalışmaya başlar gazetede. Biko ile de dost olmuştur. Onun sandığı gibi sansasyonel biri olmadığını, çok ciddi bir fikir ve eylem insanı olduğuna tanık oldukça Woods’un şiddet karşıtlığı da gerçek anlamını bulacak, devletin ve ezilen bireylerin var olma savaşında safını danetleştirecektir. Bu dönüşüm ona, eşine ve beş çocuğuna pahalıya patlayacaktır, ama o pes etmeyecektir.  Bu arada Dr. Ramphele’nin Woods ile diyalogunda geçen “Ebelik Tıp Okulu'na gitmek için burs almaya hak kazanan iki kişiden biri oldum. Sizin bu toprakların sahiplerine gösterdiğiniz beyaz babacanlığının bir simgesiyim ben.” ifadesi bir devrin özeti gibi…
    1976 Soweto ayaklanmalarından sonra S. Biko’nun işkence sonucu öldürülmesi ise Woods açısından bir karar anıdır. O, artık bu kirli tarihin bir “durum eşitleyicisi” değil, alaşağı edilmesi gereken rejimin karşısında siyahlardan yana bir özgürlükçüdür. Siyahların özgürlük çığlığını uygar ülkelere, halklara ulaştırması gerektiğine inanır. Afrika’dayken yazdığı kitabı yayınlatmak için Londra’ya kaçması gerekecektir. Çünkü kendisi de Biko’nun öldürülme biçimini araştırırken siyahlara uygulanan yasaklardan nasibini almış, ailesi tehdit edilmiş bir tür ev hapsine alınmıştır. Eşinin ve çocuklarının da Woods’a desteği kuşkusuz içinize, bunca acıya rağmen bir umut olarak yerleşiyor. Artık Londra’ya kaçış macerası büyük bir keyif oluyor izleyici açısından. Her aşılan engel bir zafer duygusu yaşatıyor size. Kaçışın her bir teknik detayı ile sanki kendiniz ilgileniyormuşsunuz gibi bir özdeşlik yaratıyor. Aslında sinemada bu özdeşlik duygusunu pek sevmiyorum, ama bu tip filmlerdeki iç tutarlılıklar, hikâyenin iyi işlenmesi, içeriğin politik tavır alması gerekçesi bunu tölore ettiriyor.  
    Cry Freedom;  standart beyazların, baskıcı rejimlerden yana bireylerin psiko patolojisini yansıtan bir filmdir aslında. Bakmayın perdede siyahların neden şiddeti savunmaları gerektiğine değindiğine, arka planda gölgeler biçiminde görülen beyaz hastalıkları teşhir ediyor, bununla yetinmiyor bir de Woods aracılığıyla nasıl iyileştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Ne dersiniz, İsmail Beşikçi “uluslararası sömürge Kürdistan” derken 1984 yılında, Eruh ve Şemdinli’de aynı zamanda düşkün Kürt’ün de öldürüldüğünü yazdığında haklı mıydı?


Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.