Black
Power ve Black Panthers hareketleri Amerika’yı dalga dalga etkisi altına
aldığında bugün Türk liberallerinin de göz bebeği olan Hannah Arendt, “Büyük çoğunluğu akademik ölçülere bakılmaksızın
üniversiteye kabul edilen siyah öğrenciler siyah hakları diye kampüse şiddeti
soktu, akademik düzeyi düşürdü.” diye sayıklıyordu. Sanki Nazi zulmünden
kaçan o değildi. Aynı Arendt, Fanon’un fikirlerini de tehlikeli buluyordu, ona
göre Fanon bir Marxist değildi, ajitatör bir kışkırtıcıydı. Çünkü Black Power(Siyah İktidar) ve Black Panthers( Siyah Panterler) i fikren
etkileyen de Fanon’du. Fanon’un ,sömürgelerde yaşayanlar devrimi öncellikle
kendi zihinlerinden ve kaslarında yapmalılar, önermesi Amerika siyah hareketine
ivme kazandırdı, giderek liberalleri de çözülme noktasına getirdi. Daha sonra
anayasal düzenlemelerle ırkçı uygulamalar son buldu.
Amerika’da özgürlükler genişleme
eğilimindeyken Afrika’nın güneyinde özgürlük diye bağıranların sadece sesi
kısılmıyor, dilleri kesiliyordu. Fanon’un tespitleri sadece Amerikalı siyahları
değil, Avrupalı kimi aydınları da tesiri altına almıştır. Sartre , “Cezayir’de sıkılan ilk kurşun hem bir
sömürgeciyi hem de kişiliksizleştirilmiş bir yerliyi öldürmüştür, bir taşla iki
kuş vurulmuştur.” der.
Fanon’un tesiri Güney Afrika’da Steve Biko’da vücut bulmuştur. Henüz üniversitede öğrenciyken Siyah Bilinç( Black Conscioussnes) hareketini başlatmış, siyahların ayrı örgütlenme hakkı dâhil her siyahın yaşadığı ortamı siyah egemenlik hakkına göre düzenlemesini ön görmüştür. Ona göre, beyaz liberaller ya da siyah burjuvalarla hareketin bir yere gidemeyeceği, asıl hedefin siyah varoşlara ve kuvvete dayanan bir yoksul siyahlar hareketi olması gerektiği, fikri özgürleşme yolunda daha güçlü bir yoldur. Bu düşünceleri Güney Afrika’da erken yayılma imkanı bulur. Beyaz rejim Biko’ya yayın, yazma, seyahat etme, toplu gezi, toplu görüşme yasağı getirir. O, bu durumdan bile gocunmamış varoşlarda sağlık hizmetleri ve komünal yaşamın mücadelesini vermeye başlar. 1975 yılına gelindiğinde beyaz rejimin baskıcılığını sık sık teşhir eden Güney Afrika gazetelerinden liberal Daily Dispatch’in başyazarlarından Donald Woods’ın da dikkatini Biko ve Siyah Bilinç çekecektir. Ama bir süre hep bu harekete burun kıvırır, onu alaya alır, beyaz baskıcılıkla siyah direnişçi şiddeti eşitler, tipik politik doğrucu yaklaşımlarıyla da dengeci bir çizgi izler. Buna rağmen siyahların saygısını kazanmış bir kişiliktir.
Fanon’un tesiri Güney Afrika’da Steve Biko’da vücut bulmuştur. Henüz üniversitede öğrenciyken Siyah Bilinç( Black Conscioussnes) hareketini başlatmış, siyahların ayrı örgütlenme hakkı dâhil her siyahın yaşadığı ortamı siyah egemenlik hakkına göre düzenlemesini ön görmüştür. Ona göre, beyaz liberaller ya da siyah burjuvalarla hareketin bir yere gidemeyeceği, asıl hedefin siyah varoşlara ve kuvvete dayanan bir yoksul siyahlar hareketi olması gerektiği, fikri özgürleşme yolunda daha güçlü bir yoldur. Bu düşünceleri Güney Afrika’da erken yayılma imkanı bulur. Beyaz rejim Biko’ya yayın, yazma, seyahat etme, toplu gezi, toplu görüşme yasağı getirir. O, bu durumdan bile gocunmamış varoşlarda sağlık hizmetleri ve komünal yaşamın mücadelesini vermeye başlar. 1975 yılına gelindiğinde beyaz rejimin baskıcılığını sık sık teşhir eden Güney Afrika gazetelerinden liberal Daily Dispatch’in başyazarlarından Donald Woods’ın da dikkatini Biko ve Siyah Bilinç çekecektir. Ama bir süre hep bu harekete burun kıvırır, onu alaya alır, beyaz baskıcılıkla siyah direnişçi şiddeti eşitler, tipik politik doğrucu yaklaşımlarıyla da dengeci bir çizgi izler. Buna rağmen siyahların saygısını kazanmış bir kişiliktir.
Capetown’da polis baskını sonucu bazı siyahlar
şiddet görür, bunun gazeteye haber olması gerekecektir. Gazete polis baskınını
teşhir edip suçlarken başyazar Woods, “Ben Biko'nun çaresine
başyazıda bakarım. Beyaz hâkimiyetinin
çözüm olduğunu söyleyen bir avuç deli saçması... Bizeyse siyah egemenliğinin dünyayı
kurtaracağını söyleyen kaçık bir siyah lazım.” düşüncesiyle Steve Biko’yu hedef
almıştır bile. Ona göre, Biko kaçık bir siyah. Yazı yayınlanır yayınlanmaz Biko’nun
arkadaşı Dr. Ramphele soluğu Woods’un odasında alır. Sonrası Woods’un artık
oturduğu masadan böyle abuk subuk şeyler yazmaması gerektiğini anlamasıyla başlar.
Biko ile tanışır, onun yaşadığı mahalleleri ziyaret eder, yerinde insanların
yaşadıklarına tanık olur ve gazetenin çizgisi daha radikal hak arayışını
olumlayan bir yöne kayar. Siyahlar da çalışmaya başlar gazetede. Biko ile de
dost olmuştur. Onun sandığı gibi sansasyonel biri olmadığını, çok ciddi bir
fikir ve eylem insanı olduğuna tanık oldukça Woods’un şiddet karşıtlığı da
gerçek anlamını bulacak, devletin ve ezilen bireylerin var olma savaşında
safını danetleştirecektir. Bu dönüşüm ona, eşine ve beş çocuğuna pahalıya
patlayacaktır, ama o pes etmeyecektir. Bu
arada Dr. Ramphele’nin Woods ile diyalogunda geçen “Ebelik Tıp Okulu'na
gitmek için burs almaya hak kazanan iki kişiden biri oldum. Sizin bu
toprakların sahiplerine gösterdiğiniz beyaz babacanlığının bir simgesiyim ben.”
ifadesi bir devrin özeti gibi…
1976 Soweto ayaklanmalarından sonra S. Biko’nun
işkence sonucu öldürülmesi ise Woods açısından bir karar anıdır. O, artık bu
kirli tarihin bir “durum eşitleyicisi” değil, alaşağı edilmesi gereken rejimin
karşısında siyahlardan yana bir özgürlükçüdür. Siyahların özgürlük çığlığını uygar
ülkelere, halklara ulaştırması gerektiğine inanır. Afrika’dayken yazdığı kitabı
yayınlatmak için Londra’ya kaçması gerekecektir. Çünkü kendisi de Biko’nun
öldürülme biçimini araştırırken siyahlara uygulanan yasaklardan nasibini almış,
ailesi tehdit edilmiş bir tür ev hapsine alınmıştır. Eşinin ve çocuklarının da
Woods’a desteği kuşkusuz içinize, bunca acıya rağmen bir umut olarak
yerleşiyor. Artık Londra’ya kaçış macerası büyük bir keyif oluyor izleyici açısından.
Her aşılan engel bir zafer duygusu yaşatıyor size. Kaçışın her bir teknik
detayı ile sanki kendiniz ilgileniyormuşsunuz gibi bir özdeşlik yaratıyor. Aslında
sinemada bu özdeşlik duygusunu pek sevmiyorum, ama bu tip filmlerdeki iç
tutarlılıklar, hikâyenin iyi işlenmesi, içeriğin politik tavır alması gerekçesi
bunu tölore ettiriyor.
Cry Freedom; standart beyazların, baskıcı rejimlerden yana
bireylerin psiko patolojisini yansıtan bir filmdir aslında. Bakmayın perdede
siyahların neden şiddeti savunmaları gerektiğine değindiğine, arka planda
gölgeler biçiminde görülen beyaz hastalıkları teşhir ediyor, bununla yetinmiyor
bir de Woods aracılığıyla nasıl iyileştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Ne dersiniz,
İsmail Beşikçi “uluslararası sömürge Kürdistan” derken 1984 yılında, Eruh ve
Şemdinli’de aynı zamanda düşkün Kürt’ün
de öldürüldüğünü yazdığında haklı mıydı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder