Social Icons

.

Pages

3 Eylül 2012

Beytüşşebap’ta Kürtleri Suçlama Ahlaksızlığı Üstüne


  Frigya kralı Midas günün birinde Tanrı’dan, dokunduğu her şeyi altına dönüştürecek bir sihir vermesini istedi. Tanrı, ona istediği sihri verdi. Midas, önce bir ağacın dalını kopardı, dal altından bir asaya dönüştü. Bir duvara elini değdirdi, duvar kocaman altın külçesi oluverdi bir anda. Ellerini her yıkadığında etrafa su yerine altıncıklar fışkırdı.  Aynı akşam yemek yediğinde ağzındaki lokmalar bir anda top top altın oldu. Dişleri kırıldı, onlar da altınlaştı,  böylece Midas tek bir lokma yiyemez oldu. Kızını kucakladığı an ise kızcağız altından bir heykele döndü. Öylece cansız... Bir süre sonra Midas, aç, susuz ve sevgisiz kaldı. Bu, aynı zamanda tanrının ona bir cezasıydı.
    Çağdaş Midas’ımız bugünlerde esiyor, gürlüyor, nefret halinin cezbedici büyüsüne kapılıp en çocuğumuzdan en yetişkinimize en direnişçimizden en itirafçımıza kadar bizi hizaya sokma gayretinde... Tüm yurttaşların, farklı mesleklerdeki tüm bireylerin kendisinin minik maketi olmasını arzuluyor, onlara Midas’ın dokunduğu gibi dokunmak istiyor, onları da sevgisiz,  altından bir nesneye dönüştürmenin planlarını yapıyor.
Gerçi Türk toplumunun hatırı sayılır bir kesimi Midas’ın bu yerli versiyonunu rol model olarak benimsemiş. Ne dersek diyelim;  milletin, halkın teveccühü gibi uyduruk bir popülizmle susturuluyoruz. Bu çağdaş Midas’ın kulakları, gözleri, ağzı, dili vazifesini gören gazeteci-aydın-entelektüel tayfa da onun sihrinden nemalanmak için yerleştikleri basın-medya binalarını küçük birer askeri karargaha çeviriyorlar. Bu sanal karargahlarından kah Kürtlere PKK’ye karşı ayaklanmaları çağrısı yapıyorlar, kah PKK’ye akıl veriyorlar, kah Türkleri sadece nefret duygusuna sahip olan altın neslin objesi haline getiriveriyorlar. Bu faaliyetleri en insani sayılabilecek yönleri. O götlerinden büyük kafalarının içinde atalarından kendilerine miras soykırım, katliam fikri saklı durmaktır. Çok gariptir ki  yüzyılın ilk çeyreğinde Kürtler, siyasi statü haklarını saklı tutarak özgür olma hayallerine tutunurken Türk tarafının  önemli bir kesimi  yeni bir soykırım, nefret ve katliam “haklarını” saklı tutmak kaydıyla yaşıyor. Midas’ın aksine dokunamadıkları her ağacı Kürdistan’da yakıyorlar. kendilerine gaz bombası karşılığında taş atan çocukları gözlerini kırpmadan öldürüyorlar, yollarında engel olabilecek  taşı bile tuzla buz ediyorlar. Zorla dalgalandırıdıkları bayraklarının şanı şerefi için dağları, tepeleri dümdüz edecek silahlar kullanıyorlar. En fazla insanın insana zulmü ile açıklanabilecek bir aklın eseri olan anayasayı korumak ve kollamak için hapsedemeyecekleri  milletvekili yok gibidir. Milyonlarca insanın barışmanın adresi olarak gösterdiği politik bir kişiliğin karşısında uğradıkları dumuru tarihin en ahlaksız ceza yöntemiyle, onu  tecride alarak gidermeye çalışıyorlar. Plastik beyinli medya yönetmenlerini Şemdinli çıkışına gönderip binlerce asker ve polis güvencesiyle  ondan “milli hakimiyet” tevil ediyorlar. Potomyalı koca kafalı köşe yazarlarına “Siz Kürtler olmasaydınız biz Türklerin dokunduğu her şey som altına dönüşecekti.” kinini teorize ettiriyorlar. Yine plastik beyinli genç sivillerden savaş karşıtı bir argüman yaratamamanın endişesindeler. Neymiş? Devlet, PKK’nin son dönemlerdeki eylemciliği kadar gaddar olsaymış şimdi sokaklarda barış, vicdan, eşitlik diye haykıracaklarmış. Bunu yazarken, söylerken ne utanmaları var ne de duyguları… Onlar iktidarın sihirli değneğinden vücut bulmuş altın neslin prematüre gençleri… Kış boyu pasif savunma durumundaki gerilla grupları bir bir imha edildiğinde sosyal ağlarda demokratik özerklik hakkını alaya alıyorlardı. Kürt kadınları, erkekleri sıra sıra cezaevi kapılarında KCK tutuklularını görmek için dizildiğinde onlara “KCK-Ergenekon-MOSSAD” yakıştırması yapıyordu bu utanmaz, rezil herifler. Sepetten yumurta çıkarır gibi çıkardıkları Midasçı Müslüman erkek/kadın yazarlara modern siyaset ve ahlakın en boktan ilkeleri ışığında çizilmiş sınırları dini esaslara dayandırarak İslamlaştırmaya çalışıyorlar. Üstelik içlerindeki yüce Türklük aşklarını Akdeniz’in güneyine şaha kalkmış kısraklara bindirerek inşallahlı maşallahlı …  En aydınlarından bile küçük bir Bahçeli ya da Enis bilemem ne karınağrısı çıka çıka koşturuyorlar, Suriye’ye…
    Gerçeği göstermek isteyen modern Kürt aklını hiçe sayıyorlar. 5 bin kişinin oy kullandığı bir ilçede binlerce asker ve polisin varlığını sömürgecilik diye adlandıran Kürt aklını yok sayıyorlar. Onlara göre bu ileri demokrasinin güvenliği… İkide bir ETA-İRA/İngiltere-İspanya örnekleriyle güya Kürdistan ve Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözeceklerini sanıyorlar. Hala Kürdistan dedikleri için, Kürdistan’a siyasi statü, koşulsuz kültürel ve sosyal özgürlük diye söylendikleri için yıllardır hapislere atılmış her yaştan binlerce insanın haklılığına rağmen demokrasi içi, düzen içi çözümden söz ediyor bu harami ruhlular. Bunun adının sömürgecilik olduğunu söyleyen Kürt aklını yeniden kandırabileceklerini sanıyorlar. Eğitim politikalarını bile Kürt çocuklarının kültürlerine ve dillerine yabancılaşması uğruna değiştiren, eğitim etkinliklerinde bile Midas’ın Türk altınlaşmasını politikalaştıran bu düşünce sefilleri bunun sömürgeci asimilasyon olmadığına bizi inandırmak istiyorlar. Eski kemalistlerden yarattıkları yalan ve hile kumkuması Berktaylarına, Altınoklarına;  günün 24 saati BDP'ye küfür ettikleri halde bu küfürleri barış mesajı diye kamuoyuna yazdırmanın  sahtekarlığı peşindeler... 
   Artık yedikleri her lokma ağızlarında kan pıhtısına, dokundukları her çiçek taştan bir heykele, söyledikleri her söz zehirden bir iğneye, yazdıkları her sözcük Kürt çocuklarının çenelerine saplanacak mermi ya da gülleye dönüşüveriyor. Şimdi Tanrıdan yeni bir sihir bekliyorum. Bu kaskatı nesnelerden; kandan, etten, sudan, kemiktne müteşekkil  bir insan bedeni; beyinden, akıldan, idraktan, analizden  kendisini var eden bir baş yaratsın istiyorum… İstemeliyiz.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.