Frigya kralı Midas
günün birinde Tanrı’dan, dokunduğu her şeyi altına dönüştürecek bir sihir
vermesini istedi. Tanrı, ona istediği sihri verdi. Midas, önce bir ağacın dalını
kopardı, dal altından bir asaya dönüştü. Bir duvara elini değdirdi, duvar kocaman
altın külçesi oluverdi bir anda. Ellerini her yıkadığında etrafa su yerine
altıncıklar fışkırdı. Aynı akşam yemek
yediğinde ağzındaki lokmalar bir anda top top altın oldu. Dişleri kırıldı,
onlar da altınlaştı, böylece Midas tek
bir lokma yiyemez oldu. Kızını kucakladığı an ise kızcağız altından bir heykele
döndü. Öylece cansız... Bir süre sonra Midas, aç, susuz ve sevgisiz
kaldı. Bu, aynı zamanda tanrının ona bir cezasıydı.
Çağdaş Midas’ımız
bugünlerde esiyor, gürlüyor, nefret halinin cezbedici büyüsüne kapılıp en çocuğumuzdan en yetişkinimize en direnişçimizden en itirafçımıza kadar bizi hizaya sokma gayretinde... Tüm yurttaşların, farklı mesleklerdeki tüm bireylerin kendisinin minik maketi olmasını arzuluyor, onlara Midas’ın dokunduğu
gibi dokunmak istiyor, onları da sevgisiz, altından bir nesneye dönüştürmenin
planlarını yapıyor.
Gerçi Türk toplumunun hatırı sayılır bir kesimi Midas’ın bu
yerli versiyonunu rol model olarak benimsemiş. Ne dersek diyelim; milletin, halkın
teveccühü gibi uyduruk bir popülizmle susturuluyoruz. Bu çağdaş Midas’ın kulakları,
gözleri, ağzı, dili vazifesini gören gazeteci-aydın-entelektüel tayfa da onun
sihrinden nemalanmak için yerleştikleri basın-medya binalarını küçük birer
askeri karargaha çeviriyorlar. Bu sanal karargahlarından kah Kürtlere PKK’ye
karşı ayaklanmaları çağrısı yapıyorlar, kah PKK’ye akıl veriyorlar, kah Türkleri
sadece nefret duygusuna sahip olan altın neslin objesi haline getiriveriyorlar. Bu
faaliyetleri en insani sayılabilecek yönleri. O götlerinden büyük kafalarının
içinde atalarından kendilerine miras soykırım, katliam fikri saklı durmaktır. Çok
gariptir ki yüzyılın ilk çeyreğinde Kürtler, siyasi statü haklarını saklı tutarak özgür olma hayallerine tutunurken Türk tarafının önemli bir kesimi yeni bir soykırım, nefret ve katliam “haklarını”
saklı tutmak kaydıyla yaşıyor. Midas’ın aksine dokunamadıkları her ağacı
Kürdistan’da yakıyorlar. kendilerine gaz bombası karşılığında taş atan çocukları gözlerini kırpmadan öldürüyorlar,
yollarında engel olabilecek taşı bile tuzla buz ediyorlar. Zorla dalgalandırıdıkları
bayraklarının şanı şerefi için dağları, tepeleri dümdüz edecek silahlar kullanıyorlar. En fazla insanın
insana zulmü ile açıklanabilecek bir aklın eseri olan anayasayı korumak ve kollamak
için hapsedemeyecekleri milletvekili yok gibidir. Milyonlarca insanın
barışmanın adresi olarak gösterdiği politik bir kişiliğin karşısında
uğradıkları dumuru tarihin en ahlaksız ceza yöntemiyle, onu tecride alarak gidermeye
çalışıyorlar. Plastik beyinli medya yönetmenlerini Şemdinli çıkışına gönderip
binlerce asker ve polis güvencesiyle ondan “milli hakimiyet” tevil ediyorlar. Potomyalı
koca kafalı köşe yazarlarına “Siz Kürtler olmasaydınız biz Türklerin dokunduğu
her şey som altına dönüşecekti.” kinini teorize ettiriyorlar. Yine plastik
beyinli genç sivillerden savaş karşıtı bir argüman yaratamamanın endişesindeler. Neymiş? Devlet, PKK’nin son dönemlerdeki eylemciliği kadar gaddar olsaymış şimdi
sokaklarda barış, vicdan, eşitlik diye haykıracaklarmış. Bunu yazarken,
söylerken ne utanmaları var ne de duyguları… Onlar iktidarın sihirli
değneğinden vücut bulmuş altın neslin prematüre gençleri… Kış boyu pasif
savunma durumundaki gerilla grupları bir bir imha edildiğinde sosyal ağlarda
demokratik özerklik hakkını alaya alıyorlardı. Kürt kadınları, erkekleri sıra
sıra cezaevi kapılarında KCK tutuklularını görmek için dizildiğinde onlara “KCK-Ergenekon-MOSSAD”
yakıştırması yapıyordu bu utanmaz, rezil herifler. Sepetten yumurta çıkarır
gibi çıkardıkları Midasçı Müslüman erkek/kadın yazarlara modern siyaset ve
ahlakın en boktan ilkeleri ışığında çizilmiş sınırları dini esaslara
dayandırarak İslamlaştırmaya çalışıyorlar. Üstelik içlerindeki yüce Türklük
aşklarını Akdeniz’in güneyine şaha kalkmış kısraklara bindirerek inşallahlı maşallahlı … En aydınlarından bile küçük bir Bahçeli ya da
Enis bilemem ne karınağrısı çıka çıka koşturuyorlar, Suriye’ye…
Gerçeği göstermek
isteyen modern Kürt aklını hiçe sayıyorlar. 5 bin kişinin oy kullandığı bir
ilçede binlerce asker ve polisin varlığını sömürgecilik diye adlandıran Kürt
aklını yok sayıyorlar. Onlara göre bu ileri demokrasinin güvenliği… İkide bir
ETA-İRA/İngiltere-İspanya örnekleriyle güya Kürdistan ve Kürt sorununu barışçıl
yöntemlerle çözeceklerini sanıyorlar. Hala Kürdistan dedikleri için, Kürdistan’a siyasi statü, koşulsuz kültürel
ve sosyal özgürlük diye söylendikleri için yıllardır hapislere atılmış her yaştan
binlerce insanın haklılığına rağmen demokrasi içi, düzen içi çözümden söz
ediyor bu harami ruhlular. Bunun adının sömürgecilik olduğunu söyleyen Kürt
aklını yeniden kandırabileceklerini sanıyorlar. Eğitim politikalarını bile Kürt
çocuklarının kültürlerine ve dillerine yabancılaşması uğruna değiştiren, eğitim
etkinliklerinde bile Midas’ın Türk
altınlaşmasını politikalaştıran bu düşünce sefilleri bunun sömürgeci
asimilasyon olmadığına bizi inandırmak istiyorlar. Eski kemalistlerden yarattıkları yalan ve hile kumkuması Berktaylarına, Altınoklarına; günün 24 saati BDP'ye küfür ettikleri halde bu küfürleri barış mesajı diye kamuoyuna yazdırmanın sahtekarlığı peşindeler...
Artık yedikleri her
lokma ağızlarında kan pıhtısına, dokundukları her çiçek taştan bir heykele,
söyledikleri her söz zehirden bir iğneye, yazdıkları her sözcük Kürt
çocuklarının çenelerine saplanacak mermi ya da gülleye dönüşüveriyor. Şimdi Tanrıdan
yeni bir sihir bekliyorum. Bu kaskatı nesnelerden; kandan, etten, sudan,
kemiktne müteşekkil bir insan bedeni;
beyinden, akıldan, idraktan, analizden
kendisini var eden bir baş yaratsın istiyorum… İstemeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder