Social Icons

.

Pages

20 Mart 2013

Sorularla Hasat Zamanı


Olası Müzakere ve Barış Soruları ve Cevaplar
AKP, fındık ve çay fiyatlarını düşürdü, PKK ve Öcalan, bunu  hükumetle neden müzakere etmiyor?
-          Evet, üreticiler mağdur oluyor, bu durumda üretici birlikleri, dernekleri vs. örgütlenip “Müzakere sürecinde PKK ve Öcalan’ı ekonomik irademiz sayıyoruz, derse eminim bu talep ciddiye alınır.
Avcılar Trafiğine AKP’li büyükşehir belediyesi çare bulamıyor, çoğumuz her sabah patronlarımızdan her akşam evde eşlerimizden fırça yiyoruz, PKK ve Öcalan  bu sorunu neden bir talep olarak pazarlık masasına getirmiyor?
-          Trafik çilesinden şikayet edenler eğer bir dernek kurarsa ve Öcalan’ın ekolojik toplum paradigmasını okuyup anlarlarsa bunu da açıkça beyan ederlerse inanın pazarlık masasında görüşülecek bir konu da bu olur.
Polis, üniversitelerde eylem yapan göstericilere saldırıyor, süreç mi dediniz? ( Muzip bir gülümseme-Rus romanlarından düşme)
-          Müzakere polise karşı kitlesel eylemlere engel değil, polisin bu tavrı her zaman teşhir edilir. Süreç, bu tip müdahaleleri en aza indirgemek için Kürtlere çok şey borçlu. ( Bu soruyu hangi akılla sordunuz bayım? Sahiden ciddi misiniz?)
Demokrasi ve Türkiye devrim mücadelesi zarar görebilir, süreç mi dediniz? ( Gözlerini küçülterek gülüyor.)
-          Baskın Oran, 1954-56 yılında Fransa’da yaşasaydı oranın Guy Mollet’i olurdu. ( Gerisini siz araştırın, her şeyi yazamam)
KCK’ye olduğu gibi diğer demokratik kurumlara hala operasyonlar devam ediyor, süreç mi dediniz?
-          Operasyonlar dursun diye Öcalan aylardır uğraşıyor, sayın, Öcalan düşmanı solcular. Baskıların hala devam etmesi sizin de bu sürece vermeniz gerekip de vermediğiniz destek olabilir mi? Mesela Lice dağlarında en kahredici operasyonları durduran Kürt yurttaşlar bu barışı destekliyor ve partilerine güveniyorlarsa sizin desteğiniz o şoven, o kibirli ağzınızı kapatmak olarak da anlaşılabilir. 
Ama BDP, neden AKP’ye yönelik şiddet eylemini kınadı ki devrimci dayanışma bu mu?
-          BDP ve öncesi legal siyasi Kürt kurumlar, PKK’nin birçok eylemini de kınadılar sevgili tarih unutucular, gerçeği bükücüler, devrim ve demokrasi anlamazlar...  Ayrıca PKK’nin doğrudan Kürdistan’daki ya da Türkiye’deki siyasi parti bürolarına yönelik eylemleri olmadı ya da olduğunda PKK, en üst düzeyden  önünü aldı. Sizce neden? Bunu bir araştırın isterseniz… Hüseyin Aygün gözaltına alındığında yana yakıla siyasi demokratik haklardan söz etmiştiniz ama…
PKK ve Öcalan, kandırılacak,  süreç sahte olacak, bozulacak; süreç mi dediniz?
-          PKK ve Öcalan 40 yıldır bunu düşünemedi siz twitter başında, köşe başlarında bunu akıl ettiniz, bravo size… 2009 açılımından sonra 2011 seçimlerinde tavan yapmış bir Kürt dinamiğinden söz ediyorsunuz değil mi? Kandırılmalarına rağmen hala tarihin en coşkulu newrozlarını mobilize eden Kürt hareketinden söz ediyorsunuz değil mi? Şaka mısınız?

Kürtler de milliyetçilik yapıyor (PKK kastediliyor) ama ama ama?
-          Neden yapmasın? Bunu solculuk adına söylüyorsan bence külliyatını götür Munzur çayına at. Bir işe yaramaz bu bilgi. Sol ve solculukla ilgin var, kabul ama böyle bir solculuğa Kürtler tennezül etmez. Kürtlere “Kürt beylerinin, feodallerinin yetersiz önderliklerine rağmen TC ve Arap sömürgecilerine yönelik yürüttüğü isyan ve savaşlar yerden göğe kadar haklıdır.”diyen İbrahim Kaypakkaya komünistliği dost olur ama… Kürtler de bu eşsiz Türk komünistini bağrına basıyor, basacaktır…
Sonuç ve Analoji: Kürtlerin tarlaları çoraktı, suları kesilmiştir, su kaynaklarının başını yedi başlı ejderhalar tutmuştu. Kürtler önce tarlalarını temizlediler çer çöpten, sonra çeşme başındaki ejderhanın 2-3 başını vurdular, o şimdi geri çekildi karargaha, sonra çeşme başını tutuyorlar, arklar, kanallar da yaptılar, tarlayı suladılar, tohumladılar… Sıra yeşermesini beklemekte, hasadını beklemekte… Bu arada tarlaya domuzlar, kuşlar saldırsa bile koruyacak öz güçleri vardır. Diğerlerinin çeşme, su yolu, ark, kanal yapmasını beklemezler. Neden beklesinler ki?

12 Mart 2013

Sömürgecilik biçim biçim ölürüm konforum için


Fanon, Avrupalılara politik zehrini kustuğunda bunu daha da güçlenmek için kullanan bir grup entelektüel vardı. Sartre bunlardan biriydi, apharteid ile özdeşleşen Batı sömürgeci tipinin, sömürge insanında yarattığı psikolojik etkileri okuduktan sonra Sartre, “Kurbanlarımız bizi kendi yara ve zincirlerinden tanıyor ve kanıtı çürütülmez yapan gerçek de bu.” diyordu. Devamında aynı Sartre (ki kendisi defalarca tehlikelere maruz kalmış, milliyetçi liberal- cumhuriyetçi solcu Fransızların hedefi olmuş, gizli devlet örgütünün de birkaç saldırısına maruz kalmıştır) “Bu savaşı yargılıyorsunuz, fakat gene de Cezayirli savaşçıların yanında olduğunuzu söylemeye de cesaret edemiyorsunuz.” demiş biridir.  Cezayirli savaşçılara ne akıl verecek küstahlı kendisinde buluyordu ne de onların 1962 referandumuna “De Gaulle bir diktatör adayıdır, sizi kandırıyor; savaşmaya devam edin.” gibi beylik entelektüel gevezelikle siyasi tercihlerinin önüne geçiyordu. 
     Orada burada apartheid yasalarla siyasi, sosyal ve kültürel biçimler alan batı sömürgeciliği Kürdistan’da Türk egemenlerin jenosid ve asimilasyon rejimine dönüşüyordu. Bu, siyaset felsefesi itikadınca tartışılabilir, lakin modern sömürgecilikle militarist bir tarihin tüm sosyal, kültürel siyasal kodları iç içe geçmiştir. Bu lafzı burada noktalayıp daha öznel birkaç yorumda bulunmak en doğrusu sanırım.
    Kürdistan’daki askeri ve siyaset bürokrasisi bir yana, yediğimiz, içtiğimiz her bir halttan alınan vergilerin, ulaşım için ödediğimiz ücretlerin, üniversitelere verdiğimiz harçların, telefon görüşmelerimizden, internet kullanmamızdan yapılan özel kesintilerin nerelere gittiğini sanıyoruz ki? Genel sağlık hizmetini çıkarırsak biz Kürtler için genel eğitim,  milli savunma, kültürel politikalar, ekonomik yatırımların bir kısmı tümden sömürge insanı moduna sokulmamıza ya doğrudan ya da dolaylı olarak hizmet eder. Bu, hem resmi asimilasyonun bir aracı olarak hem de gayri resmi iklimin genel havası içinde işlevsel olarak süreklilik arz eder.  Sağlam bir istatistikçi çıksa da benzinden, mazottan, sigaradan, alkolden, sudan, ekmekten vs. vs. vs. yapılan kesintilerin dökümünü çıkarsa… Sonra bir siyasi analizci de çıkıp Kürt gerillasının tüm bu yöntem ve araçları reddettiği için yüzünü dağa döndüğünü söylese…  Politikanın, silahlı şiddetin bu ruhumuzu, kişiliğimizi örseleyen yol ve yöntemleri en aza  indirgemenin bir sonucu olduğunu haykırsa… Dilimize, kültürel haklarımıza, yerel yönetim inisiyatiflerimizle siyasi haklarımıza kavuşmak için bu savaşın hem askeri hem de politik yollarla sürdürüldüğünü anlatsa da anlatsa… Savaşın kaba ve maddi gerekçelerinin ortadan kaldırılmasıyla artık savunmaya, eğitime, sağlığa ödediğimiz her kuruş kesintinin biz Kürtler açısından daha anlamlı olacağını da biri tane tane yazsa… Durum buyken, şartlar bu kadar yaralayıcıyken Öcalan’ın, PKK’nin, BDP’nin ve devletin bir süredir başlattığı olası müzakere öncesi barış görüşmelerinin politik yönüne eleştiri geliştirmektense sürekli Kürt tarafını zayıf, korkak, hain, satılmış diye gösteren Kürdi ve Kürdistani iddiasındaki sosyal mecra Kürtleri ve onların ana akımdaki ulusalcı, solcu ve bilumum liberal türlerinin hangi sömürgeci aracı reddettiklerini öğrenmek istiyorum kendi adıma? Birkaç gün internet kullanmama, vergi vermeme, eğitim politikasını boykot etme adına türlü eylemler yapma vs. gibi eylem biçimlerini yaygınlaştırma yerine sürekli Eyüp Can’ın, Selvi’nin onun bunun üç kuruşluk yazılarından Öcalan, PKK, BDP için negatif şeytani çıkarımlar yapıp bunu da en küstah üsluplarla pazarlayanlara soruyorum: Sahiden sadece bir sigara içmek için gerillanın kaç bedel ödediğini biliyor musunuz? Bir çeşmede su almak için pusulanan kadın/erkek gerilla sayısını biliyor musunuz? Siz 5 metre ötenizde bir musluğu açarken mi Kürdistani taleplerle devletle aynı masaya oturuyorsunuz? Bence 20 kilo unu arkadaşlarına yetiştirmek için onca tehlikeyi göze alan gerillanın bas bas devlete bağıran sesi müzakere ediyor?: “Bana yasal, demokratik siyaset imkanı ver, yoksa bu un taşıma faaliyetimden sonra sana bedelini ağır ödeteceğim.” Evet, devlet bu tehdidi ciddiye aldı. “Bana 5 metre ötede musluk açmayı kendi dilimden, kendi dinimden, kendi yürüyüş biçimimden bir hak olarak tanımasan senin su depolarını bombalayacağım, o depoyu korumaya gelen personeline çektiğim acının iki katını ödeteceğim.” diyor, müzakere öncesi dil. ( Bu bölümü alegori olarak okuyunuz.) Daha basit nasıl anlatılır bilmiyorum. 
   Birkaç yazıdır Kürt uluslaşmasında politik reaksiyonların tarihsel arka planını kabaca yazıyorum. Aslında bugün Baba Barzani’nin 1930’lardan itibaren siyaset, savaş, diplomasi, müzakere biçimlerini yazacaktım. Bunun son yüzyılın Kürt tarihinin önemli bir kilometre taşı olduğunu, günümüz Kuzey Kürt siyasetinin bu tarihle yeterince ilgilenmediğini, Kürtlerin belleksiz kalmaya devam ettiğini PKK ve Öcalan eleştirisi yaparak, devam ettirecektim, ama kısmet sonraki yazıya…
     23 Mart 2012’de Bitlis-Hizan’da çıplak ağaçlarına arasına dişleri dökülmüş 15 kadın gerillanın gerideki Kürt kadınlarına bıraktığı  “siyasi, duygusal, kültürel” mirasa müzakerenin, olası görüşmelerin, yapılacak pazarlıkların irade beyanı diyoruz.  Efelenmeye, kof kibrinizi sosyal mecralarda 3.sınıf tip ağızlarla ortaya bir kusmuk misali saçmanızın gereği yoktur. Öfkelenin, irade beyanında bulunanların işaret ettiklerinin ellerini güçlendirin, pazarlık gücünü arttırın…
     Utanç insani bir duygudur.  Bu sonuç cümlesi doğrudan beni bağlar. 

6 Mart 2013

Kürtlerin Tarihsel Yalnızlığı 1



   Kürtler bugün dünyanın hangi devletine ver yansın etseler yerden göğe kadar haklılar. Yine Kürtler bugün hangi ideolojik-politik tasarıma-kurguya saydırsalar haklılar… Modern ulus devletlerin ortaya çıkışından bu yana süregelen ulusal özgürlük hareketleri içinde en yalnız bırakılanı Kürt ulusal özgürlük hareketi/-leri olmuştur. Bu, ciddi bir iddiadır. Diğer ulusal özgürlük hareketleri şu veya bu biçimde dünyanın güçlü siyasi ve ekonomik kamplarınca desteklenirken Kürt ulusal hareketi/-leri modern siyasetin, modern diplomasinin tüm yol yöntemlerini kullanmalarına rağmen yalnızlaştırılmışlardır, siyaset dışı araçlara( ulusal kurtuluşçu şiddete) mahkûm edilmişlerdir. Bir önceki yazıda yüzyılın başlarındaki durumu yazmıştım.
   Modern dünya açısından durum buyken Kürt ulusal özgürlük hareketinin çeşitli siyasi ve askeri araçları, liderleri neler yapmışlar? Yeryüzünde ulus olarak tutunmak için ne gibi yollara başvurmuşlar?  İdeolojik-politik tasarımları ve kurgularında modern dünyanın bir parçası olmak için ne tür girişimlerde bulunmuşlardır?
    1907 yılında Barzan aşiretler federasyonu ve birkaç Kürt aşiret daha Abdusselam Barzani önderliğinde birleşip Osmanlı hükümetine bir telgraf çekerler. Temel talepler şunlardır:
·         Kürt dili bütün Kürdistan bölgesinde resmi dil, öğrenim dilinin de Kürtçe olması
·         Kürdistan’daki devlet memurlarının Kürt olması
·         Resmi dinin İslam olduğunun güvenceye alınması
·         Osmanlının topladığı vergilerin Kürt bölgelerine okul açılması için harcanması
Bu talepler durduk yerde ortaya çıkmadı. Osmanlı baskısı, Osmanlı içinde çıkan Türk milliyetçilerinin sınır tanımazlığı, bozulan Osmanlı ekonomisi, bölgede Ermeni milliyetçiliğinin işaretlerinin ortaya çıkması, Rusya’nın Osmanlı ile sorunları Barzani’yi böyle bir girişime itmiştir. Barzani, bu arada Rusya ile de ilişki geliştirmiştir.
Çıkarım: Abdusselam Barzani, Osmanlı içindeki demokratik gelişmeleri yakından takip etmiş, bu ortamdan yararlanmak istemiştir. 1909 yılındaki meşrutiyetin ilanından sonra Kürtlerin talepleri kabul edilmemiş, Barzani’ye yönelik komplo başlatılmıştır. (1909 sonrası ayaklanma ve 1914 Barzani’nin idamı)
Bu trajik olaylardan sonra aşiretin başında genç Ahmed Barzani geçmiştir. Bu arada Şeyh Mahmud Berzenci isyanında, İngiltere sömürgesi Irak hükümetine karşı savaşta Berzenci’den yana saf almıştır. 1922 İngiliz saldırısından sonra Barzani ailesi ve Kürtler sürekli dağlarda isyan halini aldı. 1932 isyanı bir kez daha İngiliz hava kuvvetlerinin Süleymaniye ve çeşitli Kürt kentlerini bombardımana tabi tutmasıyla Ahmed Barzani ve emrindeki birlikler Türkiye’ye sığınır. Kürdistan’a geçişlerine izin verilir.
Çıkarım: Wilson deklarasyonundan sonra Kürtler siyasi ve kültürel örgütlenmeleri aracılığıyla ( Hevi dergisi, Azadi, Kürt Teali Cemiyeti) dünyaya seslerini duyurmuşlardı, hatta Sevr anlaşmasına da konu olmuşlardır. Fakat İngilizlerin dış siyaseti bu hayali de söndürmüştür. (1932 yılında Milletler Cemiyet’ine başvuran Irak hükümeti İngilizlerin yönlendirmesiyle Kürtlerin hiçbir talebini kabul etmemiştir. Kürtlerin baskıları ve protestoları sonucu MC’ye bildirilen bağımsızlık başvurusunda Kürtlerin dil ve kültürel taleplerinin anayasal güvenceye alındığı ifade edilmiştir. MC’den bağımsızlık oluru alan Kral Faysal zamanla devleti merkezi bir güç haline getirmek için tedbirler almasını önermiştir. 1933 yılındaki ölümünden sonra da Kürt illerine yönelik sert saldırılar başlamıştır. Modern Arap milliyetçiliği de kendisini Kürtleri ezme temelinde şekillendirecekti. Bu dönemde imzalanan Sadabat Paktı anti-Kürt siyasetinin uluslar arası belgesi, aynı zamanda Kürdistan’ın sömürgeci güçlerce pay edilmesinin kanıtıdır.) Bu paktı imzalayanların başında kendisi de Kürt olan General Bekir Sıdkı gelir. Sıdkı’nın Irak ordusu içinde konumu giderek sağlamlaşır. Arap milliyetçiler de ilk dönemler Sıdkı’dan razı olmasına rağmen 1936 darbesiyle yönetimi bir darbeyle ele geçirir. Ve ordu içerisinde Kürt subayların örgütlenmesine imkan verir. Hevi örgütü de artık hem siyasi hem de askeri bir oluşuma evrilmiştir. Hevi içinde de siyasi çekişme vardı. Bu dönemin temel tartışması:
Bağımsız örgütlenme, silahlı mücadele ve dengeli dış siyasetle mi Kürdistan kurulmalı yoksa İngilizlere yaslanarak, onları ikna ederek mi? Bu tartışmanın iki tarafı vardı: Kürt Marxistler ve Kürt milliyetçileri… Refik Hilmi, Şeyh Mahmud ve çevresi İngilizlere yaslanma siyasetini savunurken ordu içindeki Hevi üyesi subaylar da daha bağımsız hareketi savunuyorlardı. Molla Mustafa Barzani ise iki gruba da temkinli yaklaşmakta, daha dengeli bir siyasi yaklaşımı esas alıyordu. Barzani henüz genç bir Kürt subayı olmasına rağmen 1935 yılındaki Ravanduz baskınıyla rüştünü ispatlamış, bir yandan da entelektüel gelişimini sürdürmüştür. Ona göre İngilizlere yalvarmak yerine güç olup İngilizlerin kendilerine öneri getirmesi en iyisiydi. Nihayet 1940’larda büyük savaş kapıdayken İngilizler bu teması sağlayacaktı…
… devamı olacak
Eleştiri ve katkılarınızı bekliyorum. Yorumlayarak, bilgi belge paylaşarak bir iskelet oluşturabiliriz. 

5 Mart 2013

Ön Kürt milliyetçiliği ve uluslaşma isyanları


 Kürtler modern uluslaşma dönemlerine kadar genelde bölgesel güçler (İran-Osmanlı-Rusya) arasında beylik-mirlik otoriteleriyle gel gitler şeklinde var olma savaşı verdiler. Batı'da gelişen aydınlanma, demokrasi, bağımsızlık hareketleri dahil dünyada olup biten her şey bir anda Kürtleri de ilgilendirmiş oldu. Ulus olarak varlıklarının farkına vardılar. Kürt tarihinde bir isyan hareketi var ki ilk defa bölgesel güçler arasındaki sorunlardan, çelişkilerden yararlanarak bağımsızlaşma hedefini ortaya koymuştur:
Bedirxan Beg isyanı…
   1821 yılında birçok Kürt aşiretiyle beyliğinin hâkimiyeti konusunda anlaştı. 1828 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşına asker göndermedi. 1829 yılındaki Osmanlı’nın Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın merkezi Osmanlıya karşı başlattığı isyanda Bedirxan Beg, Mehmet Ali Paşa’yı tuttu. Ona yardım ederek Osmanlı ordusunun bozgununu hazırladı. Kürdistan’ın oldukça geniş sayılabilecek coğrafyası olan Cizre Botan bölgesinde hâkimiyetini ilan etti.
-          Silah atölyeleri kurdu, kendi adına para bastı.
-          Avrupa’ya modern ticaretin öğrenilmesi için öğrenciler gönderdi. Avrupa’dan uzman kişiler getirtti.
-          Toprak vergisini Osmanlıya göre düşürdü. Ermeni ve Nasturi halkıyla ilk dönemler iyi geçindi. Osmanlıdan bağımsızlığını ilan etti.
Osmanlıdaki sened-i ittifak ilkeleri hayata geçmiş. Nasturi ve kimi Kürt toprak ağaları Osmanlı ve İngiliz devletlerinden çeşitli yardımlar alarak Osmanlı ordusuna katıldılar. Bedirxan Beg, Nasturi ayaklanmasını katliamla bastırdı. Osmanlı için Mehmet Ali Paşa tehlikesi de geçince Osmanlı ordusu kanlı bir işgal harekâtı başlattı ve Bedirxan Beg, 1847 yılında teslim oldu. Sonrası sürgün ve ölüm…
Şeyh Ubeydullah İsyanı:
Hakkari, Şemdinli, Ağrı, Wan gibi geniş bir alanda etkin olan  Kürt Nakşibendiler 1877-78’deki Osmanlı-Rus savaşında Osmanlının kazanacağını ön görerek Osmanlı ordusunun saflarında savaştılar. Osmanlı ordusu ağır bir yenilgi aldı. Berlin Antlaşmasıyla Ermeniler korunurken Kürtler bertaraf edilmiştir. Bölgede Ermeni devleti kurulacak endişesi Kürtler arasında da yaygındır. Abdulhamit bu durumu iyi bildiğinden “İslam Birliği” adı altında Ubeydullah’ı Osmanlı askeri yapmak niyetindedir. İran topraklarında başlayan isyan kısa sürede bastırılır. Şeyh Ubeydullah isyanı tarihte ilk defa ulus olmaktan kaynaklı doğal haklarına vurgu yapar. İsyanın talepleri arasında; öz yönetim, Kürtlerin okul açması, vergilendirme, resmi Kürtçe talebi vardır. Talepler bakımından modern Kürt uluslaşmasının ilk isyanı sayılabilir. Yalnız bölgesel güçler arasındaki çelişkilerden yararlanma yerine onlardan birine yaslanarak hedefine ulaşma arzusu erken dönem milliyetçiliğin kaba biçimi sayılabilir.
 Daha sonra Şeyh Sait ve Dersim isyanlarının da nasıl gelişip nasıl sonuçlandığını biliyoruz.
Buraya kadar Kürt uluslaşmasına dair bir iki çıkarım yapacağım:
1.       Kürdistan işgal edilmiş bir coğrafyadır. Kısa süreli de olsa bağımsızlaşma hedefiyle ayaklanan bölge, Osmanlı ordusu tarafından işgal edilmiştir. Genç cumhuriyete de bu işgali perçinlemek görevi düşmüştür. Kürtlerin ulusal talepleri, dönemin Avrupa’sındaki halkların uluslaşma hareketlerinden hem nitelik hem nicelik olarak zayıf olmasına rağmen öz yönetim talepleri, kültürel özgürlükler, toprağa dayalı yurt savunması, iç pazar oluşturma hedefleri bugünkü taleplerimizin haklı tarihsel zeminidir.
2.      İsyanlara önderlik eden sınıfsal yapı Batı’daki gibi genç burjuvazi değildir. Bunun zaten koşulları yoktu. Haliyle modern siyaset yöntemlerinden yoksun olan Kürt beyleri ( Şeyh Sait ve Seyit Rıza dahil) Kürdistan tarihinde bugüne hem “hak arama” hem de öz yönetim talebinin meşruiyeti açısından tarihsel bir mirası bıraktılar.
3.      İsyanların sınıfsal önderlikleri dünya sol ve liberal cenahı tarafından da küçümsenmiş, Kürtler adeta yok sayılmıştır.
Not: Abdulselam Barzani ile başlayan günümüzde şimdilik modern bir otonomi olarak somutlaşan Kürt Ulusal Özgürlük hareketi bir sonraki yazının konusudur. Olayların tarihsel dökümünden ziyade Barzaniler önderliğindeki Kürt ulusal hareketine yönelik Kuzey’in ana damar solcu hareketi PKK ve Öcalan’nın bakışının sorunlu yönlerini ele alacağım. Çok ilginç noktaları var Barzani önderliğinin… PKK ve Öcalan, bu tarihi gelişimi küçümseyerek Kürtlerin belleğine haksızlık yapmaktadır. Tüm bunları, hareketin politik arenada Bedirxan Beg misali strateji tarihine kendimce bazı eleştiriler geliştireceğim. 

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.