Fanon,
Avrupalılara politik zehrini kustuğunda bunu daha da güçlenmek için kullanan
bir grup entelektüel vardı. Sartre bunlardan biriydi, apharteid ile özdeşleşen
Batı sömürgeci tipinin, sömürge insanında yarattığı psikolojik etkileri
okuduktan sonra Sartre, “Kurbanlarımız bizi kendi yara ve
zincirlerinden tanıyor ve kanıtı çürütülmez yapan gerçek de bu.” diyordu. Devamında aynı Sartre (ki
kendisi defalarca tehlikelere maruz kalmış, milliyetçi liberal- cumhuriyetçi
solcu Fransızların hedefi olmuş, gizli devlet örgütünün de birkaç saldırısına
maruz kalmıştır) “Bu savaşı
yargılıyorsunuz, fakat gene de Cezayirli savaşçıların yanında olduğunuzu
söylemeye de cesaret edemiyorsunuz.” demiş biridir. Cezayirli savaşçılara ne akıl verecek küstahlı
kendisinde buluyordu ne de onların 1962 referandumuna “De Gaulle bir diktatör adayıdır, sizi kandırıyor; savaşmaya devam edin.”
gibi beylik entelektüel gevezelikle siyasi tercihlerinin önüne geçiyordu.
Orada burada apartheid yasalarla siyasi,
sosyal ve kültürel biçimler alan batı sömürgeciliği Kürdistan’da Türk
egemenlerin jenosid ve asimilasyon rejimine dönüşüyordu. Bu, siyaset felsefesi itikadınca
tartışılabilir, lakin modern sömürgecilikle militarist bir tarihin tüm sosyal,
kültürel siyasal kodları iç içe geçmiştir. Bu lafzı burada noktalayıp daha
öznel birkaç yorumda bulunmak en doğrusu sanırım.
Kürdistan’daki askeri ve siyaset
bürokrasisi bir yana, yediğimiz, içtiğimiz her bir halttan alınan vergilerin,
ulaşım için ödediğimiz ücretlerin, üniversitelere verdiğimiz harçların, telefon
görüşmelerimizden, internet kullanmamızdan yapılan özel kesintilerin nerelere
gittiğini sanıyoruz ki? Genel sağlık hizmetini
çıkarırsak biz Kürtler için genel eğitim,
milli savunma, kültürel politikalar, ekonomik yatırımların bir kısmı
tümden sömürge insanı moduna sokulmamıza ya doğrudan ya da dolaylı olarak
hizmet eder. Bu, hem resmi asimilasyonun bir aracı olarak hem de gayri
resmi iklimin genel havası içinde işlevsel olarak süreklilik arz eder. Sağlam bir istatistikçi çıksa da benzinden,
mazottan, sigaradan, alkolden, sudan, ekmekten vs. vs. vs. yapılan kesintilerin
dökümünü çıkarsa… Sonra bir siyasi analizci de çıkıp Kürt gerillasının tüm bu
yöntem ve araçları reddettiği için yüzünü dağa döndüğünü söylese… Politikanın, silahlı şiddetin bu ruhumuzu,
kişiliğimizi örseleyen yol ve yöntemleri en aza
indirgemenin bir sonucu olduğunu haykırsa… Dilimize, kültürel
haklarımıza, yerel yönetim inisiyatiflerimizle siyasi haklarımıza kavuşmak için
bu savaşın hem askeri hem de politik yollarla sürdürüldüğünü anlatsa da anlatsa…
Savaşın kaba ve maddi gerekçelerinin ortadan kaldırılmasıyla artık savunmaya,
eğitime, sağlığa ödediğimiz her kuruş kesintinin biz Kürtler açısından daha
anlamlı olacağını da biri tane tane yazsa… Durum buyken, şartlar bu kadar
yaralayıcıyken Öcalan’ın, PKK’nin, BDP’nin ve devletin bir süredir başlattığı
olası müzakere öncesi barış görüşmelerinin politik yönüne eleştiri
geliştirmektense sürekli Kürt tarafını zayıf, korkak, hain, satılmış diye
gösteren Kürdi ve Kürdistani iddiasındaki sosyal mecra Kürtleri ve onların ana
akımdaki ulusalcı, solcu ve bilumum liberal türlerinin hangi sömürgeci aracı
reddettiklerini öğrenmek istiyorum kendi adıma? Birkaç gün internet kullanmama,
vergi vermeme, eğitim politikasını boykot etme adına türlü eylemler yapma vs.
gibi eylem biçimlerini yaygınlaştırma yerine sürekli Eyüp Can’ın, Selvi’nin
onun bunun üç kuruşluk yazılarından Öcalan, PKK, BDP için negatif şeytani çıkarımlar
yapıp bunu da en küstah üsluplarla pazarlayanlara soruyorum: Sahiden sadece bir
sigara içmek için gerillanın kaç bedel ödediğini biliyor musunuz? Bir çeşmede
su almak için pusulanan kadın/erkek gerilla sayısını biliyor musunuz? Siz 5
metre ötenizde bir musluğu açarken mi Kürdistani taleplerle devletle aynı
masaya oturuyorsunuz? Bence 20 kilo unu arkadaşlarına yetiştirmek için onca
tehlikeyi göze alan gerillanın bas bas devlete bağıran sesi müzakere ediyor?: “Bana yasal, demokratik siyaset imkanı ver, yoksa bu un taşıma
faaliyetimden sonra sana bedelini ağır ödeteceğim.” Evet, devlet bu tehdidi
ciddiye aldı. “Bana 5 metre ötede musluk
açmayı kendi dilimden, kendi dinimden, kendi yürüyüş biçimimden bir hak olarak
tanımasan senin su depolarını bombalayacağım, o depoyu korumaya gelen
personeline çektiğim acının iki katını ödeteceğim.” diyor, müzakere öncesi
dil. ( Bu bölümü alegori olarak okuyunuz.) Daha basit nasıl anlatılır
bilmiyorum.
Birkaç yazıdır Kürt uluslaşmasında politik
reaksiyonların tarihsel arka planını kabaca yazıyorum. Aslında bugün Baba
Barzani’nin 1930’lardan itibaren siyaset, savaş, diplomasi, müzakere
biçimlerini yazacaktım. Bunun son yüzyılın Kürt tarihinin önemli bir kilometre
taşı olduğunu, günümüz Kuzey Kürt siyasetinin bu tarihle yeterince
ilgilenmediğini, Kürtlerin belleksiz kalmaya devam ettiğini PKK ve Öcalan
eleştirisi yaparak, devam ettirecektim, ama kısmet sonraki yazıya…
23 Mart 2012’de Bitlis-Hizan’da çıplak ağaçlarına arasına dişleri dökülmüş 15 kadın gerillanın
gerideki Kürt kadınlarına bıraktığı “siyasi,
duygusal, kültürel” mirasa müzakerenin, olası görüşmelerin, yapılacak
pazarlıkların irade beyanı diyoruz. Efelenmeye,
kof kibrinizi sosyal mecralarda 3.sınıf tip ağızlarla ortaya bir kusmuk misali
saçmanızın gereği yoktur. Öfkelenin, irade beyanında bulunanların işaret
ettiklerinin ellerini güçlendirin, pazarlık gücünü arttırın…
Utanç insani bir
duygudur. Bu sonuç cümlesi doğrudan beni
bağlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder