Social Icons

.

Pages

12 Mart 2013

Sömürgecilik biçim biçim ölürüm konforum için


Fanon, Avrupalılara politik zehrini kustuğunda bunu daha da güçlenmek için kullanan bir grup entelektüel vardı. Sartre bunlardan biriydi, apharteid ile özdeşleşen Batı sömürgeci tipinin, sömürge insanında yarattığı psikolojik etkileri okuduktan sonra Sartre, “Kurbanlarımız bizi kendi yara ve zincirlerinden tanıyor ve kanıtı çürütülmez yapan gerçek de bu.” diyordu. Devamında aynı Sartre (ki kendisi defalarca tehlikelere maruz kalmış, milliyetçi liberal- cumhuriyetçi solcu Fransızların hedefi olmuş, gizli devlet örgütünün de birkaç saldırısına maruz kalmıştır) “Bu savaşı yargılıyorsunuz, fakat gene de Cezayirli savaşçıların yanında olduğunuzu söylemeye de cesaret edemiyorsunuz.” demiş biridir.  Cezayirli savaşçılara ne akıl verecek küstahlı kendisinde buluyordu ne de onların 1962 referandumuna “De Gaulle bir diktatör adayıdır, sizi kandırıyor; savaşmaya devam edin.” gibi beylik entelektüel gevezelikle siyasi tercihlerinin önüne geçiyordu. 
     Orada burada apartheid yasalarla siyasi, sosyal ve kültürel biçimler alan batı sömürgeciliği Kürdistan’da Türk egemenlerin jenosid ve asimilasyon rejimine dönüşüyordu. Bu, siyaset felsefesi itikadınca tartışılabilir, lakin modern sömürgecilikle militarist bir tarihin tüm sosyal, kültürel siyasal kodları iç içe geçmiştir. Bu lafzı burada noktalayıp daha öznel birkaç yorumda bulunmak en doğrusu sanırım.
    Kürdistan’daki askeri ve siyaset bürokrasisi bir yana, yediğimiz, içtiğimiz her bir halttan alınan vergilerin, ulaşım için ödediğimiz ücretlerin, üniversitelere verdiğimiz harçların, telefon görüşmelerimizden, internet kullanmamızdan yapılan özel kesintilerin nerelere gittiğini sanıyoruz ki? Genel sağlık hizmetini çıkarırsak biz Kürtler için genel eğitim,  milli savunma, kültürel politikalar, ekonomik yatırımların bir kısmı tümden sömürge insanı moduna sokulmamıza ya doğrudan ya da dolaylı olarak hizmet eder. Bu, hem resmi asimilasyonun bir aracı olarak hem de gayri resmi iklimin genel havası içinde işlevsel olarak süreklilik arz eder.  Sağlam bir istatistikçi çıksa da benzinden, mazottan, sigaradan, alkolden, sudan, ekmekten vs. vs. vs. yapılan kesintilerin dökümünü çıkarsa… Sonra bir siyasi analizci de çıkıp Kürt gerillasının tüm bu yöntem ve araçları reddettiği için yüzünü dağa döndüğünü söylese…  Politikanın, silahlı şiddetin bu ruhumuzu, kişiliğimizi örseleyen yol ve yöntemleri en aza  indirgemenin bir sonucu olduğunu haykırsa… Dilimize, kültürel haklarımıza, yerel yönetim inisiyatiflerimizle siyasi haklarımıza kavuşmak için bu savaşın hem askeri hem de politik yollarla sürdürüldüğünü anlatsa da anlatsa… Savaşın kaba ve maddi gerekçelerinin ortadan kaldırılmasıyla artık savunmaya, eğitime, sağlığa ödediğimiz her kuruş kesintinin biz Kürtler açısından daha anlamlı olacağını da biri tane tane yazsa… Durum buyken, şartlar bu kadar yaralayıcıyken Öcalan’ın, PKK’nin, BDP’nin ve devletin bir süredir başlattığı olası müzakere öncesi barış görüşmelerinin politik yönüne eleştiri geliştirmektense sürekli Kürt tarafını zayıf, korkak, hain, satılmış diye gösteren Kürdi ve Kürdistani iddiasındaki sosyal mecra Kürtleri ve onların ana akımdaki ulusalcı, solcu ve bilumum liberal türlerinin hangi sömürgeci aracı reddettiklerini öğrenmek istiyorum kendi adıma? Birkaç gün internet kullanmama, vergi vermeme, eğitim politikasını boykot etme adına türlü eylemler yapma vs. gibi eylem biçimlerini yaygınlaştırma yerine sürekli Eyüp Can’ın, Selvi’nin onun bunun üç kuruşluk yazılarından Öcalan, PKK, BDP için negatif şeytani çıkarımlar yapıp bunu da en küstah üsluplarla pazarlayanlara soruyorum: Sahiden sadece bir sigara içmek için gerillanın kaç bedel ödediğini biliyor musunuz? Bir çeşmede su almak için pusulanan kadın/erkek gerilla sayısını biliyor musunuz? Siz 5 metre ötenizde bir musluğu açarken mi Kürdistani taleplerle devletle aynı masaya oturuyorsunuz? Bence 20 kilo unu arkadaşlarına yetiştirmek için onca tehlikeyi göze alan gerillanın bas bas devlete bağıran sesi müzakere ediyor?: “Bana yasal, demokratik siyaset imkanı ver, yoksa bu un taşıma faaliyetimden sonra sana bedelini ağır ödeteceğim.” Evet, devlet bu tehdidi ciddiye aldı. “Bana 5 metre ötede musluk açmayı kendi dilimden, kendi dinimden, kendi yürüyüş biçimimden bir hak olarak tanımasan senin su depolarını bombalayacağım, o depoyu korumaya gelen personeline çektiğim acının iki katını ödeteceğim.” diyor, müzakere öncesi dil. ( Bu bölümü alegori olarak okuyunuz.) Daha basit nasıl anlatılır bilmiyorum. 
   Birkaç yazıdır Kürt uluslaşmasında politik reaksiyonların tarihsel arka planını kabaca yazıyorum. Aslında bugün Baba Barzani’nin 1930’lardan itibaren siyaset, savaş, diplomasi, müzakere biçimlerini yazacaktım. Bunun son yüzyılın Kürt tarihinin önemli bir kilometre taşı olduğunu, günümüz Kuzey Kürt siyasetinin bu tarihle yeterince ilgilenmediğini, Kürtlerin belleksiz kalmaya devam ettiğini PKK ve Öcalan eleştirisi yaparak, devam ettirecektim, ama kısmet sonraki yazıya…
     23 Mart 2012’de Bitlis-Hizan’da çıplak ağaçlarına arasına dişleri dökülmüş 15 kadın gerillanın gerideki Kürt kadınlarına bıraktığı  “siyasi, duygusal, kültürel” mirasa müzakerenin, olası görüşmelerin, yapılacak pazarlıkların irade beyanı diyoruz.  Efelenmeye, kof kibrinizi sosyal mecralarda 3.sınıf tip ağızlarla ortaya bir kusmuk misali saçmanızın gereği yoktur. Öfkelenin, irade beyanında bulunanların işaret ettiklerinin ellerini güçlendirin, pazarlık gücünü arttırın…
     Utanç insani bir duygudur.  Bu sonuç cümlesi doğrudan beni bağlar. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.