Social Icons

.

Pages

4 Ekim 2012

Derdimi Anlatıyorum; Barışmak, Müzakere ve Şiddet



    Anlaşmazlıkların silahlı yöntemlerle bitirilerek, bir tarafın mutlak galibiyetine dayanmasını reddederek,  hem şiddete son verecek bir anlaşama sağlamak hem de arabulucular yoluyla müzakerelere başlamanın gerekliliğini ifade eden tüm çaba ve girişimlere barış süreci denir. Bu süreçten anlaşılması gereken temel nokta “fiziksel şiddete son verecek” anlaşmalar ya da sözleşmelerin önünü açmaktır.  Önceki silahlı durumdan çatışmasızlık ortamı yaratmanın ön kabulü de denebilir. Barış süreci dediğimiz şey belirsizlikler, engeller ve çatışma olasılıklarıyla dolu zorlu bir yüzleşmedir aynı zamanda.
   Barış süreçlerinin yöntemleri;
Yeniden Uyum Programı:
En kolaycı yoldur. Çatışmanın bir tarafına diz çöktürerek yapılanıdır. Silahlı grup üyelerine ekonomik yarar, profesyonel destek, eğitim ve sosyal hayatla bütünleştirme olanakları sağlamayı vaat eder. Bunun en önemli şartı silahlı grubu tümüyle silahsızlandırmadır. Bunun için de özel yasalar çıkartılır, sosyal uzlaşma programları devreye girer. Angola’da denendi. Bunun bir yararı var; güçlü olan hükümetler “öneriyor” gibi yaparlar.
Karşıt pozisyondaki silahlı grubun savaşma gerekçelerine hak verir gibi görünürler. Aslında nazikçe bir tutum sayılabilir. 2009 yılından beri PKK’ye önerilen yol sayılabilir. Ama Türk devleti o tarihsel kibrinden, gururundan ödün vermedi. Bu, en basit yola bile gelmedi, denebilir. Kürt açılımından demokratik açılıma, ondan milli birlik ve kardeşlik projesine dönmüş bu uyduruk “yeniden uyum” yolunun Türkçesi denebilir.
  Ülkenin tamamında siyasi  iktidarı paylaşma programı:
Daha çok Afrika’nın küçük ülkelerinde görünen güçleri denk silahlı grupların başvurduğu yoldur. Somali’deki geçici federal yönetimin oluşturulması, Kongo’da demokratik cumhuriyetin inşası süreçleri örneklenebilir.  Bu modelde bakanlıklar, müsteşarlıklar, genel müdürlükler ve benzeri teknik konular asıl müzakere konusudur. Denk silahlı gruplar birbirine güç getiremeyince birleşme kararı alırlar, siyaseten koordine edilirler temsilcileri tarafından. Henüz bu yolla kalıcı barışı sağlayan ülkde yok gibi… Genelde savaş riski kapıdadır. Ganimet paylaşımı da denebilir. PKK’nin Türkiye’den iktidar paylaşımı talepleri olmadığına göre bununla sorunu tartışmak pek anlamlı gelmiyor. PKK’nin talepleri arasında daha çok ulusal-kültürel özgürlükler, kimliğe özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü, özerk yerel yönetimler. (Seçim yoluyla vali v.b) Kürt ve Kürdistan’a tanınacak bir siyasal statü PKK’nin demokratik yöntemlerle mücadele etmenin teminatıdır, bilgisini Cemil Bayık geçen günlerde açıklamıştı.
 Mübadele yolu:
Barışın karşılıklı tavizlerle elde edildiği modeldir. Saldırmazlık şartına bağlı olarak hükümetlerin çeşitli siyasi ve ulusal hakları tanıması anlamına gelir. İsrail-Filistin savaşında toprak karşılığı, El Salvador’da demokratik seçimler karşılığında barışma sürecinde yol alınmıştır. Demokrasinin temel zemini oluşturulur. Siyasi hakları ellerinden alınan grup için siyasal mücadele imkanı verilir. Nepal’deki Maocu grupların siyasi iktidara demokrasi yoluyla erişme rızası Nepal barışını getirdi. Aslında bu modelin en iyi örneği Güney Afrika’dır. Apartheid rejimin tüm açmazları ve yasalarının tasfiye edileceği garantisi verildikten sonra Afrika Ulusal Kongresi silahlı mücadeleye son verdi. Tabi bu kolay olmadı. Uzun süren pazarlıklarla oldu. 1978 yılında Apartheid rejim Mandela’ya “uyum programı” önerdi. Mandela hapis koşullarını gerekçe göstererek elinin tersiyle itti. Ardından gizli şifrelerle Afrika Ulusal Kongresinin silahlı kanadı olan Umkhonto we Sizwe'ye daha yoğun şiddet talimatı verdi. Bu şiddet dalgası on yıl sürdükten sonra uluslararası desteğini de kaybeden Apartheid rejimi çark etmek durumunda kaldı, sonra da açık müzakereler yoluyla ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ile görüşmeler başladı. Bu arada Mandela’nın Robben Adası’ndaki tecridi sona erdirildi, bir çiftlik evinde özgür koşullarda pazarlık etmesi imkanı verildi. Bunu da Afrika halkı De Clerk’e borçludur. Bu arada müzakerelerin bu şekliyle devam ettiği tüm ülkelerde muhatapların birbirlerine karşı besledikleri güvensizlikten ötürü birçok suikast, provokasyon, çatışma, operasyon ve eylem olmuştur. Müzakerelerin başlangıç evresinden sonra bu durumlar olası… Bu konu sanırım anlaşılmıştır.
   Suriye, ÖSO, Mülteci sorununa soldan bakmak;
  Suriye’de 48 yıldır olağanüstü hal vardır ve demokratik örgütlenme, siyasi haklardan yararlanıp iktidar olma hakkı belli kesimler için yok sayılmıştır. Bir dikta rejimi mevcut, bu hepimizin malumu. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da isyanın haklı gerekçesi. Esat rejimine karşı silahlı savaş başlatmak son derece meşru. Hür Suriye Ordusu’nun siyasi ve sınıfsal niteliği bu rejime karşı duruşumuzu değiştirmez, değiştirmemelidir. Batı dünyası ayaklanmaya destek veriyordur, versin. Bu, onların kendi hesabı. Suriye halkının hesabı demokratik seçimler ve siyasi haklardır. Suriye’de Esat gibi rejimi tekeline almak isteyen gruplar yok mudur? Elbette var. O hayal de Esat’ın devrildiği gibi devrilir günün birinde. Bu yüzden ABD-Avrupa ne diyorculuktan çok, ben ne diyorumculuğa terfi etmeliyiz. Kürtlere özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü, suni siyasilere demokratik ve siyasi haklar şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım evrenseldir.
   İspanya’da savaşan gönüllülerin önemli bir kesimi komünist değildi. Demokrattı. Faşizm ve cunta karşıtlarıydı. Komünistlerle ve anarşistlerle onların siyasi hakları için savaştılar. İspanya’da da kimi savaşçı gruplar, solcular, anarşistler en az ÖSO kadar barbardırlar. Bunu kabullenelim. Ben, bunu kabullenerek temel hak ve özgürlüklere yönelmiş devlet baskısına karşı siyasi şiddeti savunulabilir, buluyorum.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.