Bugün değerli dostum Yunus Emre Kocabaşoğlu'nun twitterde yazdıklarını kopya edeceğim. Twitterde bilgilerin kaybolması, bir daha okunmaması riski olduğu için blogda kalıcı olmasını amaçlıyorum. Birçoğumuzun sorunlarından biri bu tartışma(sızlık) https://twitter.com/Kocabasoglu adresi de bu. İlk saldırıyı ben, yani en günahsız olanımız yapacak: "Hocam, sen git şarapçılık yap ne işin var siyasi analizlerle falan..."
Bugün Yıldıray Oğur'un yazısını okurken, tartışmalarda mantığı ne kadar kenara ittiğimizi ve Argumentum ad Hominem'e bayıldığımızı düşündüm. Mantık; bir argümanı veya tezi, mevcut olgu ve verilere dayanarak yorumlama ve anlamlı çıkarımlarda bulunma yöntemidir. Bu niteliğiyle mantık, antik Ellen uygarlığından bu yana akılcı tartışmanın temel yöntemini oluşturur. Mantığın can düşmanı "safsata"dır. Logical fallacy veya "safsata", argüman geliştirirken bilinçli veya bilinçsizce yapılan, hatalı argümanlara veya çıkarımlara verilen addır.
Mantıklı tartışmanın püf noktalarından biri, bir tezin ancak mantıklı karşı argümanlara dayanarak kabul veya ret edilmesidir. Y Oğur yazısında oldukça fazla Argumentum ad Hominem kullanmış. Onları bulmayı size bırakarak, örneklerle kavramı anlatmaya çalışayım. Argumentum ad Hominem, bir tezi karşı bir tezle çürütmek yerine, tez sahibinin kişiliğine gönderme yaparak itibarsızlaştırma safsatasıdır. Tanıklık ("testimony") ile mantıksal çıkarımı (tez) birbirinden ayırmak şart: Tanıklık bireyin kredibilitesi ile alakalı tez değil... Yani bir reklamda X marka sucuğu öven gurme yazarın bunu para karşılığı yapması nesnel açıdan eleştiri konusu olabilir (çıkar çatışması vb). Oysa mantık ahlaki normlarla ilişkili olmadığından, öne sürülen bir tezin sahibinden tamamen bağımsız olarak değerlendirilmesi esastır. Argumentum ad Hominem'e örnek verelim: "Nuray Mert AKP'ye muhaliftir, öyleyse hükümetin Kürt politikalarıyla ilgili eleştirileri yanlıştır." Oysa bir tez ancak mevcut veriler ve olgularla ilşkileri yönünden doğru veya yanlıştır; bir kişinin politik görüşlerinden dolayı değil. Argumentum ad Hominem hakaretle (abusive) yapılabilir (Başbakan sık yapıyor): "Uludere konusunda ilerleme yok diyen terör yardakçısıdır." Argumentum ad Hominem imayla (circumstantial) da yapılabilir: --Suriye'ye Türkiye müdahale etmemeli. --"Sizlerin" öyle düşünmesi doğal. "Kuyuyu Zehirleme" (Poisoning the Well) bir Argumentum ad Hominem olarak önden ve toptan tezlerin reddini içerir.
Apologia Pro Vita Sua'da (1864) John Henry Newman anlatır. Amaç tez sahiplerini baştan diğerlerinin gözünde itibarsızlaştırmaktır. Misal 1: "Taraf'ta yazanların hepsi tetikçidir, yazdıklarının kıymeti yoktur", Misal 2: "Sadece bir Baasçı tezkereye hayır diyebilir." Aslında "Kuyuyu Zehirleme" tipik bir retorik tuzaklamadır. Amaç dinleyenlerin zihninde bir argumentum ad hominem safsatası tetiklemektir. Alt tipleri de var. Argumentum ad Hominem'in "tu quoque" tipine basit bir örnek: --Sigara içmek sağlığa zararlıdır. --Ama sen de içiyorsun. Argumentum ad Hominem'in "tutarsızlık" (inconsistency) tipine örnek: --Sigara içmek sağlığa zararlıdır. --İçerken öyle demiyordun ama. Oysa bir tez sadece dayandığı noktalar üzerinden çürütülmelidir, iddia edenin mevcut veya daha önceki pozisyonunun bir anlamı yoktur. Tabii tartışmayı mantık dairesinden çıkarabilecek çok safsata türü var. Argumentum ad Hominem bunlardan yalnızca biri. Ama sık yapılıyor.
Yıldıray Oğur'un bugünkü savaş çığırtkanlığına karşı üretilmiştir bu fikirler.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
self determinasyon,öz yönetim
20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen
self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları
hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk
ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür
öz yönetimin gerekçesi
Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin
Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin
uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil,
etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Reel Politik
Osmanlı Leaks
Pages
öz yönetimin tarihi
Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları
gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder