Chavez bir diktatör
müdür? (Liberal kafa karışıklığı sorusu)
Chavez’in diktatör olduğunu gösteren herhangi bir somut
bulgu yok. 1999 yılından beri seçimler sonucu 23 değişik sol partinin desteğini
alan 5.Cumhuriyet Hareketi’nin lideri olarak iktidardadır. 1980’li yıllarda
ordu içerisinde örgütlenerek cuntacı faaliyetlerle halk desteği alıp devrim
yapma hedefi olan (Bolivarcı
Devrimci Hareket-200 (MBR-200) adlı gizli sol bir örgütün kurucusudur. Amaçları doğrultusunda
oldukça gizli çalışmalar yapmıştır. 1992 yılında “Ordu-millet el ele milli demokratik devrime” diyerek dünyanın en
uyduruk devrimci-komplo stratejisini hayata geçirmiştir. Sosyalizmi ya da
demokrasiyi cuntayla gerçekleştireceğini sanan teorik olarak ancak haydutlukla
açıklanabilecek bir darbe girişiminde bulunmuştur. Bu girişimde başarısız olmuştur. Yarbay
rütbesiyle giriştiği bu cunta faaliyetlerinden ötürü Venezuela hükümeti onu
yargılayıp hapse attı. 1994 yılında ülkede iç barışı sağlamak amacıyla
çıkarılan aftan yararlanarak serbest kaldı. Bu deneyimden sonra demokrasiye
inandığını, demokratik yollarla iktidara gelme dışındaki tüm yöntemlerin gayrı
meşru olduğunu kabul etti. Buna birçok sol çevreyi inandırdı. Nihayet Venezuela
Birleşik Sosyalist Partisiyle 1998 seçimlerine katıldı. 100’de 56 gibi bir oyla
iktidar oldu. 2007’de anayasanın 60 maddesini değiştirerek sosyalist inşayı
yapmak arzusunda olduğunu belirttiğinde muhalefetin sert tepkisiyle karşılaştı.
Değişiklikleri referanduma götürdü. Referandumda
yüzde 51’e karşı yüzde 49 ile kaybetti.
Rakipleri bu zaferi kutladığında
Cahvez:”Sizi tebrik ediyorum, zaferinizi
doya doya kutlayınız.” olgunluğunu göstermişti. Demokratik çoğulculuktan
asla taviz vermeyeceğinin garantisini de meydanlarda dillendirmiştir.
Venezuela’da siyasi
iktidarın anti semitizm faaliyetleriyle ilişkisi var mıdır? Varsa ne
düzeydedir?
Her ülkede olduğu gibi Venezuela’da da ulusalcı-solcu ya da
milliyetçi damarın beslediği bu tip etkinlikler, söylemler mevcut. Chavez
bunlara en uzak biri. Papa’nın 2007’de, “Latin
Amerika’yı tümüyle Hıristiyanlaştırmalı.” telkininden sonra Papa’ya açıkça meydan
okuyarak Papa’nın özür dilemesi
gerektiğini, bunun yerlilere saygısızlık olduğunu, Nazilere 2.savaşta
verilen Vatikan desteğini her yerde dillendirmiştir. Bunun üzerine Papa,
sömürgeciliğin sonuçlarından ötürü duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve kısmen özür dilemiştir. Chavez ve
yandaşlarının antisemit olduğu iddia edilen davranışlarının toplamı İsrail
devletinin Filistin sorununa yönelik operasyoncu-katliamcı yönünü teşhir etmesine
dayanır. Amerikalı Yahudi kuruluşlar da zaten İsrail devleti hakkında Chavez’in,
“Nazilerin Yahudilere yaptıklarını şimdi
İsrail, Filistinlilere yapıyor.” Sözünü kıstas alarak antisemitizm
suçlamasını yapmışlardır. ABD Dışişlerinin 2005 Uluslararası Din
Özgürlüğü raporunda Venezuela'nın tarihsel olarak açık ve belirgin
antisemitizmde bulunmadığı, fakat hükümet ve destekçilerinin bazen antisemit
olaylara karıştığı belirtilmiştir. 2004 yılında Venezuela hükümet savcısı bir suikasta kurban gider. Araştırmalar
olayın CIA-MOSSAD odaklı olabileceğini gösterir. Hükümet, özel bir
soruşturma ekibi kurar. 29 Kasım 2004’te Caracas’taki bir Yahudi okuluna baskın
yapılır. 3 saat boyunca öğrenciler dışarı çıkarılmaz. Polis, okulun idari
bölümlerinin tamamını arar. Bir sonuca ulaşamaz. Arama sırasına kimse zarar
görmemesine özen gösterilir. Hükumet, suikastın Yahudi
toplulukla ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığını açıklar. Yahudi kuruluşlar
bu baskını kınarlar ve antisemit davranış olduğunu beyan ederler. Yahudilerin
tarihsel acıları dikkate alındığında bu açıklamaların anlaşılması gerektiğine
inanıyorum. Dikkatli olması gereken hükumet ve güvenlik yetkilileridir, Yahudi topluluklar
değil.
Chavez öncesi
Venezuela’da sosyo-ekonomik ve sosyo-politik durum nasıldı, olağan bir
demokrasiden mi Chavez çıktı?
1958’den beri merkez sağ ve sol iki partinin nöbetleşerek
seçim kazandıkları tuhaf bir yumuşak korporatif sistem vardı. Aslında diğer Latin
Amerika ülkelerindeki diktatörlük 1958’den beri buraya uğramamıştı. Diğerlerine
göre oldukça şanslı sayılabilir. Bunda yumuşak oligarşinin, onun sisteminin
Amerika’nın petrol ihtiyaçlarının yüzde 15’ini karşılamanın karşılıklı
çıkarlarının payı vardır. 1958 yılında ABD ve Venezuela’daki oligarkların kendi
aralarında uzlaşmasıyla oluşturdukları Punto Fijo Paktı ile askeri diktatörlüklere bir anlamda kapı kapatılmıştır. Bu pakt iki büyük parti arasında 1961 anayasasıyla hayata
geçmiştir. COPEI ve AD( Hıristiyan Demokrat Parti ve Sosyal Demokrat) Ama bu
pakt da 1980’lerin sonunda çıkmaza girdi. 1989 yılındaki toprak-iş-siyaset
talebiyle düzenlenen gösterileri Venezuela rejimi kanlı bir şekilde
bastırmıştır. İki binden fazla insan yaşamını yitirmiştir. Chavez ve değişik
sol gruplar, neoliberal siyasetin yoksullarla çelişkisinden ortaya çıkmıştır.
Chavez iktidarından
sonra ne oldu?
2002 yılında
oligarklar- yabancı petrol şirketleri ve ordu bir darbe yaptı. Darbenin kısa
özeti: “Chávez karşıtı
komutanlar darbe planlarını yürürlüğe koyarlar. Buna göre Başkanlık Sarayı
işgal edilerek Chávez tutuklanır. Yeni devlet başkanı olarak Fedecámaras
işveren sendikası başkanı Pedro Carmona Estanga göreve
getirilir. Ancak Venezuela halkının kararlı protesto gösterileri, uluslararası
kamuoyunun Carmona’yı devlet başkanı olarak tanımaması ve hükümete bağlı ordu
mensuplarının duruma el koyması ile darbe girişimi başarısız olur. Chávez 14
Nisan 2002 sabahı yeniden göreve döner. Darbenin ülkedeki muhalif medya ve
basın kurumlarınca uzun süredir devam eden karalama kampanyasının ardından
gelmesi Chávez tarafından değerlendirilmiş ve darbecilerle işbirliği yapıldığı
sonucu çıkartılmıştır. Ayrıca darbenin ardından ülkedeki en büyük patron
örgütünün başkanının iktidara getirilmesi de sermaye çevrelerinin darbeye
verdiği desteğin delili olarak gösterilmektedir. Darbeyle gelen yönetime açık
destek veren bir başka kurum da Katolik
Kilisesi olmuştur” 2002
yılındaki bu darbenin önlenmesiyle İspanya-ABD-Hollanda ve İngiltere değişik
dönemlerde Venezuela açıklarında askeri tatbikatlar yaptılar. ABD’nin
tatbikatına karşı Chavez, “Olası bir
saldırıda tüm orduya ve halka gerilla savaşı pozisyonu almasını emrediyorum.”dedi
ve ne kadar kararlı olduğunu gösterdi.
Chavez iktidarının hak ihlalleri hangi ülkeyle kıyaslanabilir?
Türkiye ile kıyaslarsanız Chavez iktidarı Norveç, İsveç gibi parlak görünür. Hollanda ve İspanya ile kıyaslarsanız Chavez iktidarı bazı alanlarda Türkiye gibi melez görünür. Buradaki temel yaklaşım bence, “Demokrasiye inanan solcuların, sosyalistlerin desteklenmesi gerektiği” olmalıdır. FARC ve Kolombiya meselesinde Chavez açık açık “Silahla iktidar olmanın, silahla demokrasi kurmanın çağımızda yeri olmadığını, bunun artık meşru olmayan yol olduğunu” belirtmiştir. Latin Amerika’daki tüm gerilla örgütlerine silahsızlanma çağrısı yapmıştır. Son 10 yılda Venezuela polisi 8 bin kişiyi silahlı çatışmalarda vurmuştur. Bu olayların yüzde 3’ü ancak soruşturulmuştur. Şimdilik uluslararası insan hakları örgütlerinin Venezuela’ya dair hak ihlalleri konusundaki en temel eleştirisi bu. Bu oran dünyada en yüksek orandır. Amerika’da da polis şiddeti oluyor, ama genelde soruşturuluyor. Yalnız bu konuda şunu belirtmekte fayda var: Türk devletinin, ABD’nin İngiltere’nin sınırları aşıp günü birlik Afganistan, Irak, Kürdistan’da silahlı ya da silahsız muhalefet üyelerini vurmaları da infaz sayılabilir. Venezuela’daki polis şiddetinin tamamına yakını adi suçlarla mücadele sonucudur. Polisin bu konuda soruşturmalardan muaf tutulması Chavez’in en büyük handikapı. Venezuela’da muhalif basına politik sebeplerle baskı yapıldığı iddiası çürütülmüştür. Ama Chavez iktidarının sürekli oligarşi korkusuyla basına yönelik zaman zaman gözdağı verdiği de bilinen bir gerçek. ““Görev süresini uzatmak isteyen” Chávez’e “diktatör” deniliyor! Ancak, New York Belediye Başkanı, iki görev dönemi sınırını değiştirmeye girişince ABD medyası ona destek verdi; oysa Chávez aynı sebepten “diktayla” suçlamıştı! Örnek çok…” diyor biri. RCTV, lisansı yenilenmediği için 27 Mayıs 2007’de kapandı. RCTV 2002 yılında Chávez’e karşı yapılan başarısız darbe girişimine destek vermekle ve ülkeyi Chávez’e karşı alenen kışkırtmakla suçlanıyor. Globovision kanalı da Chavez’e yönelik açık suikast tertip etmekle suçlanıyor. RCTV’nin lisansının yenilenmemesi Türk liberallerinde, “Venezuela’da basına sansür var” yaygarasına sebep oldu. Buna bu derece sert tepki gösteren liberallerin bence Türkiye’de Kürt basınına yönelik baskılara her gün intihar eylemleri düzenlemesi gerekir. Oran orantı yaptığımızda tepkinin şiddetselliği bunu gerektiriyor. Venezuela’da henüz politik gerekçelerle suçlanıp hapis yatan gazeteci yok diye biliyorum. Olmaması basına baskı olmadığı anlamına gelir mi? Elbette hayır, her iktidar yozlaşma dönemlerinde basına baskı yapar. Mühim olan bu basıkları dile getirirken siyaset dışı, demokrasi dışı odakları cesaretlendirecek adımlar atmamak…
Basın tekeli oluşturmak bir hak mıdır?
Herhangi bir alanda tekeller oluşturmayı eğer doğal ve ekonomik bir hak olarak görürseniz bu durumda işçilerin solhoz sistemi kurmasına, işçi diktatörlüklerine de etik olarak laf etmemeniz gerekir. Burada temel sorun şu: Tekeller masum mülkiyet hakkıyla açıklanmaz. Yeryüzünde hiçbir tekel yok ki siyasi iktidarla evli olmasın. Tekelleşme karşı Chavez’in devletçi kapitalizm sistemi alternatif midir? Hayır, değil. Mülkiyet hakkını, toprak reformu, işçi hakları, sosyal güvenceleri üst düzeyde ilişkilendirerek düzenlerseniz tekellerin de önüne geçerseniz. Başaran ülke var mı, bilmiyorum. Latin Amerika’da eskiden olan biten şey basın-enerji-maden tekellerinin siyaseti dizayn etmesi, siyasetin yetersiz kaldığı durumlarda askeri diktatörlükleri desteklemekti. Bu sisteme karşı Chavezci sistem en etkili yol gibi görünüyor.
Not: Chavez sosyalizmi hem somut hem de siyasi eleştiriye muhtaç, devlet kapitalizmine doğru gidiyor. Chavez severliğim oligarşinin kesinkes yenilgiye uğratılması, darbecileri yenmesi, demokrasiye inanan bir solcu lider olmasınadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder