Son günlerde
yaşanan çatışmalı süreçte bir daha görüldü ki başbakanımızın ve iktidar
partisinin özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik “Batı tandanslı, ahlaksızlar” merkezli anayasal baskı ve mahalle baskısı var. Mesela başbakanımız, ulusumuzun geleceğini tehlikede
görüyor. Bunu her fırsatta dile getiriyor. Sanırım Türk
nüfusunun azaltılması gibi bir insanlık suçunu tüm uluslararası devlet kurumları,
sivil toplum dernekleri, insan hakları kuruluşları, basın örgütleri MOSSAD ve
KCK’nin başını çektiği istihbarat ve
silahsız örgütler planlı ve sinsi bir çalışma olarak yürütüyorlar. Başbakanımızın düşüncesini ifade etme hürriyetini kısıtlıyorlar. Bunu yaparken
içerideki komprador, işbirlikçi, hain kişi ve kurumları seçiyorlar. Zaten bu
hainlerin geçmişi araştırılsa bir şekilde 2.göbek Lenin’e, Trocki’ye 3.göbek
bir başka Yahudi olan Marx’a çıkar. Elbette başbakanımızın sinirli, öfkeli hali
eleştirilecek bir durumdur. Ama Tanrı aşkına BDP’nin çıkıp Kürtlerin temel hak
ve özgürlüklerinden söz etmesinin yanında bu patlamaya hazır bomba gibi görüntü
veren başbakanımızın suratının ne önemi olabilir ki? Tarihte, başbakanının ağzı
köpürüyor, salya sümük azınlık partisine saldırıyor diye hangi millet yıkılmış?
Ama açın Alman tarihini okuyunuz, kürtaj yaptıkları için ikiye bölünmüşler.
beyinsizlik ve taraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beyinsizlik ve taraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
self determinasyon,öz yönetim
20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen
self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları
hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk
ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür
öz yönetimin gerekçesi
Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin
Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin
uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil,
etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Reel Politik
Osmanlı Leaks
Pages
öz yönetimin tarihi
Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları
gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.