Social Icons

.

Pages

30 Mayıs 2012

Özgür Gündem’den Sansür! Bu Yazımı Yayımlamadılar, Sebep: Çok Özgürlükçüsün


Son günlerde yaşanan çatışmalı süreçte bir daha görüldü ki başbakanımızın ve iktidar partisinin özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik “Batı tandanslı, ahlaksızlar” merkezli anayasal baskı ve mahalle baskısı var. Mesela başbakanımız, ulusumuzun geleceğini tehlikede görüyor. Bunu her fırsatta dile getiriyor. Sanırım  Türk nüfusunun azaltılması gibi bir insanlık suçunu tüm uluslararası devlet kurumları, sivil toplum dernekleri, insan hakları kuruluşları, basın örgütleri MOSSAD ve KCK’nin başını  çektiği istihbarat ve silahsız örgütler planlı ve sinsi bir çalışma olarak yürütüyorlar. Başbakanımızın düşüncesini ifade etme hürriyetini kısıtlıyorlar. Bunu yaparken içerideki komprador, işbirlikçi, hain kişi ve kurumları seçiyorlar. Zaten bu hainlerin geçmişi araştırılsa bir şekilde 2.göbek Lenin’e, Trocki’ye 3.göbek bir başka Yahudi olan Marx’a çıkar. Elbette başbakanımızın sinirli, öfkeli hali eleştirilecek bir durumdur. Ama Tanrı aşkına BDP’nin çıkıp Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinden söz etmesinin yanında bu patlamaya hazır bomba gibi  görüntü veren başbakanımızın suratının ne önemi olabilir ki? Tarihte, başbakanının ağzı köpürüyor, salya sümük azınlık partisine saldırıyor diye hangi millet yıkılmış? Ama açın Alman tarihini okuyunuz,  kürtaj yaptıkları için ikiye bölünmüşler.
Kürtajdan ötürü 250 bin engelli Alman yurttaşı varmış. Bunların 80 bini toplama kamplarında öldürüldü diye Alman demokrasisi zarar mı gördü? O halde ne diye vesayetçileri korumak adına Mandela’nın özgürlük tarihini hain emellerinize alet ediyorsunuz? Hangi özgürlükler gasp edilmiş? Bir de çıkmışlar Mandela’dan söz ediyorlar. Mandela konusunu biliyorsunuz; PKK ve taraftarları dile getiriyor. Mandela gibi börtü böcek sever, politik birikimi yüksek, tek amacı Güney Afrika’daki (Amerika da olabilir.) beyazların imtiyazlı hayatlarını tehlikeye atmak hedefi olan birini Öcalan ile bir tutuyorlar, olacak şey mi?   Mandela ne yaptı ki? En fazla Umkhonto We Sizwe denen papatya toplama örgütünü kurdu. Tüm siyahlara kırlardan çiçek toplatarak beyazları utandırmak istiyordu. Böylece beyazlar, siyahların haklarını vereceklerdi.  Ayrıca  ancak böyle beyazlarının neslinin bozulabileciğini propaganda ediyor, onları demokrasi karşıtı gösterilere sürüklüyordu. Zaten barlarda, plajlarda, kafelerde bomba patlatıp yüzlerce sivilin öldürülmesi olayını da tarih yanlış biliyor. Umkhonto We Sizwe bu eylemleri yaparken cansız mankenleri laf olsun diye diziyordu oraya buraya sonra bunun propagandasını yapıyordu. Aslında İngiltere olmasa Mandela bu çiçek savaşını kazanamayacak ve ANC yeni stratejiyle, muhtemelen “Sincapları Kavak Ağaçlarına Çıkartma Örgütü”nün sayesinde belki bu amacı gerçekleştirirdi. Sincaplar her tırmandıkları ağacın tepesinde “vak vak vak” diye doğal olmayan bir ses çıkaracaklardı, beyazlar da konforu seviyordu. Bu gürültü onları rahatsız edecekti. Böylece iktidarları devrilecek ve siyah ırkın faşist politikaları hayat bulacaktı ve nitekim öyle de oldu. Mandela’ya ait olduğu iddia edilen “Özgürlük olmadan müzakere olmaz.” sözü de Gobbels ya da Lenin’e aittir. O sözü Mandela’ya PKK ve Öcalan mal etti. İşte dostlar bir tarihi böyle çarpıttılar. Mandela Robben adasına silahlı şiddeti yönetmek gerekçesiyle götürülmedi, ona atfedilen sabotajlar, polis-gardiyan-savcı öldürmeler tümden uydurmadır. Bu efsaneyi KCK tarih ve bilim komitesi ve Ahmet Altan yarattı. Mandela öncelikle darbecilere karşı bir tutum almıştı, ülkedeki siyah Müslüman çoğunluğa yönelik dinsel yasaklar vardı, bunu da beyaz rejim içine sızmış kimi çeteler yapıyordu yoksa beyaz rejim anasının ak sütü gibi helaldi. İktidar partisinin adı AK Parti değildiyse bu beyaz Afrikalıların Türkçe olimpiyatlarına katılmayışları ile ilgilidir. Bu gerçeği fark ettiklerinde çoktan Mandela tarafından yıkıldılar. Üstelik Robben adasında fok bakıcılığı yaparak… Fokları sadece siyahlar terbiye edebiliyordu. Mandela’yı bu yüzden beyaz rejim oraya götürdü. Beyazların da iyi niyetlerini unutmamak lazım. Siyah, pis kokan, çiçek ve sincap avcılığı yapan birine aynı zamanda bu hürmettir. Bunun kıymetini bilmeyenler, CİA’nın fikir ajanlarıdır. ANC’nin 1994 seçimlerinde aldığı yüzde 63’lük oy oranı PKK’nin baskısıyla oldu. Şöyle tane tane anlatalım özgürlük düşmanları anlasın: PKK militanları yüzlerini siyaha boyayarak Güney Afrika’yı kurtarma derdine düştüler. Bu da yetmiyor seçmenlerin kafasına namluyu dayayıp polise ve askere rağmen oy kullandırttılar. Bu seçmen iradesine baskıdır. Bu, başkanımızın beyaz ruhuna siyahi ipotektir.
   Dostlar, yoldaşlar bu yazı Taraf’ta yayınlamasına rağmen Özgür Gündem gazetesinde yayınlanmamıştır. Biz onların ne kadar özgürlükçü solcu, liberal solcu, muhafazakar sağcı olmadıklarını biliyoruz. Ayrıca çok önemli bir bilgidir: Uludere’de öldürülen 34 yurttaşımızın suçu yok ama onların katırlarının her birinin sırtında biyolojik saldırı tozları vardı. PKK bu bilgiyi kamuoyundan gizliyor, ilk defa ben açıklıyorum. PKK, tüm nüfusumuzu yerle bir edecek bir hain planın  peşindeydi, başaramayınca kürtajı geliştirdi, sezaryen ile doğumu teşvik etti. Devletimiz de bu planı boşa çıkardı. O köylüler neden mayına basmadı da uçakların önüne kendilerini attılar? Bu bölücü eylem değil de nedir?
Tanrı özgürlükçü Türkleri korusun. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.