Social Icons

.

Pages

1 Haziran 2012

Gazeteciler de Yargılanır, İdam da Edilir


Alfred Rosenberg , Rusya’dan Almanya’ya döndüğünde genç bir mimardı. Sovyet devrimine tanık olmuştu. Savaş mağlubu Almanya’yı psikopat bir onbaşının kurtaracağına gönülden inanıyordu. Hitler’in birahane toplantılarına yakından ilgi duydu. 1920’de Hitler'in tasarladıklarına Alman halkının ilgi duymasını sağlamak için bir gazete kurar:  Völkischer Beobachter(Halkın Gözcüsü)… Rosenberg de bu gazeteye yayın yönetmeni olarak atanır. Kısa sürede birahane faşistinden bir halk kahramanı yaratmayı başarır. Rosenberg’e göre Alman ulusu genetik olarak diğer uluslardan üstündür. Avrupa’nın ve dolayısıyla dünyanın tümüne sahip olma hakkı doğaldır. Bunun için yıllarca Polonya ve Rusya’nın işgal edilmesi gerektiğini, Yahudilerin tarihten silinmesi zorunluluğu konusunda milyonlarca Almanın ikna edilmesinde önemli roller oynadı. Basit slogan, yazı, karikatür, afişleme ve teşhir kutularıyla Yahudilere, komünistlere, çingenelere, solculara, liberallere, demokratlara, eşcinsellere dünyayı zindan etmek gerektiğine inanıyordu.
Bu genç mimar Almanların en eğitimlilerindendi. Yayın yönetmenliği yaptığı gazete 1941’e kadar 1 milyonun üstünde tirajla sattı. 1941’de Sovyet topraklarını işgalden sonra ise 2 milyona ulaştı. 1945 yılının mayısında faşistler savaşı kaybedince Rosenberg, Nürnberg mahkemelerinde yargılandı, 1946 yılında idam edildi. En büyük çalışması Norveç’te Hitler yanlısı bir darbe girişimi, Yahudilerin katledilmesine karşı çıkan kiliseleri hizaya getirmek oldu. Gazete yazılarındaki argümanları sıradan faşizmin şatafatları nutuklarıydı. Bizdeki düzen yanlısı gazetecilerden tek farkı güçlü bir lidere olan sonsuz inancıydı. Bizimkilere hala Erdoğan’ın süper güçlü olduğuna inanmadıkları için demokratik hümanizma kırıntılarını zaman zaman yazarlar. Ama alın Ertuğrul Özkök’ü, Yeni Şafak’ın yayın yönetmenini, Zaman’ın yayın yönetmenini ya da Mustafa Balbay’ı koyun Völkischer Beobachter gazetesinin başına her birinden rahatlıkla bir Rosenberg maketi çıkar. Onun kadar zekiler mi bilmiyorum… Uludere için binbir gerekçe üretenler rahatlıkla 1943 yılındaki katliamlar için de daha güçlü gerekçeler uydururlardı. Ağaca çıkmış keçinin dala bakan oğlakları…
    Faşist yayılmanın belki de en kötü şöhreti Der Sturmer gazetesine aitti. Vicktor Klemperer “Nazizim ya da faşizm milyonlarca kez kendilerine söylenen sözcükler, sloganlar, kalıplar ve cümlelere milyonlarca insanın bilinçsiz bir şekilde bunlara inanmasıdır.” der. Klemperer, bu analizini Der Stürmer gazetesinin Alman halkı üzerindeki negatif etkisini araştırırken yapar. Bu gazetenin de faşist yönetici manyağı Julius Streicher’di. 1945 yılında Avusturya’da bir kasabada Amerikan askerlerince yakalanır. Nürnberg mahkemelerinde yargılanıp asıldığında hala son sözü “Heil Hitler.”dir. Kudüs Baş Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni aracılığıyla İslam dünyasını Nazileştirme görevi de yapıyordu. HAMAS bugün hala bu psikopatların söylemlerini kullanır. Türkiye’de azımsanmayacak sayıda Müslüman hala Julius’un ve Hüseyni’nin komplo teorilerine inanır.
   Kürtlere yönelik bu acımasız savaşta Türk basını Der Stürmer seviyesindedir. Bunu ancak çetin zamanlarda bir tercih yapmak durumunda kaldıklarında anlıyoruz. Ranya katliamı, Roboski katliamı, KCK operasyonlarının anayasal ve hukuki dayanaklarının Almanların “nihai çözüm” gerekçelerinden farkı yok.  Alman basını da 1933’e kadar aynen Türk basınının bu “kanun, yasa, devlet, kaos” terimlerini kullandı keyfi tutuklamalar ve öldürmeler yapılırken. Şimdi sorum şu: Bu savaş her gün giderek kızışıyor, kızıştıkça devlet cephesinden Kürtleri ezme gerekçeleri daha milli daha dinsel vurgularla nitelenecek. Siz bu durumda Führerin (büyük usta) basın dairesinden mi talimat alacaksınız?
Sizden de merhamet istemiyoruz. Sıramız geldiğinde, devlet terörü için hayli inandırıcı mazeretler üreteceğinizi biliyoruz.  Devlet  teröristleri, Tanrı'nın ve hukukun gücüne sahip teröristler, pratikte acımasızdırlar. Teoride de tutarsızdırlar. Her iki durumda da itibarsızdırlar. Sizi yargılanırken görmek bizi mutlu edecektir. İnanın sonraki nesiller bu acımasızlığınızı “bir daha asla” diye anlatacaklar.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.