Social Icons

.

Pages

29 Haziran 2011

Hatip Dicle'ye Dünyadan Destek

Haziran 29, 2011   18:51

Dünyaca ünlü isimlerden Dicle'ye destek

DERVİŞ ÇİMEN-ANF
09:10 / 29 Haziran 2011
HABER MERKEZİ - “Hatip Dicle ile Dayanışma Komitesi” adına 24 Haziran günü başlatılan imza kampanyasına aralarında Prof. Noam Chomsky, Prof. Dr. Michael Gunter, yazar Margaret Owen ve Prof. Dr. Norman Peach’in de olduğu dünyaca tanınmış isimler destek verdi.

“Hatip Dicle ile Dayanışma Komitesi”nin Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından 20 Haziran günü milletvekilliği düşürülen Hatip Dicle için başlattığı kampanyaya destek büyüyor.

Brazilya’dan Hindistan’a, Norweç’den Güney Afrika’ya, İspanya’dan Irak’a, Romanya’dan İskoçya’ya kadar birçok imzacının Hatip Dicle ile dayanışma içerisinde olduklarını beyan etti. İmzacılar Türkiye’deki Kürt halkına ve onun temsilcilerine yönelik hukuksuzluğa sessiz kalmayacaklarını ifade ederken, Türkiye devletini Hatip Dicle ve diğer tutuklu Milletvekillerini Parlemento’da görevlerini yerine getirmesi için özgür bırakmaya çağırdı. İmzacılar, Kürt sorununun barışçıl yolla çözümünü istediler.

“Hatip Dicle ile Dayanışma Açıklaması” adı altında başlatılan imza metnindeki talepler şu şekilde sıralanıyor: “ Kürt sorununun çözümüne, halkın demokratik taleplerine cevap verebilmek için; toplumsal bir diyalogun BDP ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ile geliştirilmesi, Türkiye’deki Kürt siyasetçilerine ve sol muhalefete karşı baskı ve tutuklamaların sonlandırılması, çift taraflı bir ateşkes yapılması, Türkiye Hükümetinin Kürt sorununda taraf olan Abdullah Öcalan ve PKK de dahil olmak üzere diğer tüm politik aktörler ile görüşülmesi gerektiğine inanıyoruz. Hatip Dicle ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku üyeleri Türkiye’nin demokratikleşmesinde ve Kürt sorununun barışçıl çözümünde önemli bir temsiliyettir. Dolayısıyla Hatip Dicle’nin Milletvekilliğinin iadesi Kürt Halkının demokratik talepleri ve Türkiye’nin demokratikleşmesine için, ülkenin istikrara kavuşmasına doğru atılacak önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.”

KAMPANYAYA KATILAN TANINMIŞ İSİMLER

Kampanyaya katılanlar arasında dünyaca tanınmış isimler var. Bunlardan bazıları şöyle: Amerika‘dan Prof. Noam Chomsky, Prof. Dr. Michael Gunter, İngiltere’den Prof Dr. Latif Waid, Almanya’dan Prof. Dr. Norman Peach, Prof. Dr. Rudolph Bauer, Prof. Dr. Georg Auernheimer, Norveç’ten Prof. Kariane Westrheim, Avrupa Parlementosundan milletvekili Sarah Ludford, Frieda Brepoels, Jürgen Klute, Gabriele Zimmer, İtalya’dan eski AP Başkan Yardımcısı Luisa Morgantini, Meksiko’dan Uluslararası PEN Başkan Yardımcısı Lucina Kathmann, Alman Parlemento üyeleri Jan van Aken, Harald Weinberg, Sabine Leidig, Heidrun Dittrich, Ingrid Remmers, Andej Hunko, Ulla Jelpke, Sevim Dagdelen, İsviçre’den İsviçre Amnesty International Türkiye Koordinatörü Maya Heuschmann, Güney Afrika’dan NADAL Başkanı Dr. Joey Moses, Danimarka’dan Kopenhagen eski Belediye Başkanı, İspanya’dan Gazetci Manuel Martorell Almanya’dan Gazeteci Edgar Auth, Hindistan’dan INSAF temsilcisi Wilfred Dcosta, İngiltere’den yazar Margaret Owen.

Hatip Dicle ile Dayanışma Komitesi’nin başlattığı imza kampanyasına destek sunanlardan bazıları görüşlerini şeyle dile getirdi:

Frieda Brepoels (Avrupa Parlementosu Yeşiller/EFA Üyesi, Flanders): 

“Türkiye farklı toplumlara sahip bir ülkedir, bu toplumlara haklarını tanımaladır. Avrupa Parlementosunun defalarca talebine karşılık, hala Kürt Sorununa bir çözüm ufukta görülmüyor. Ancak Kürt vatandaşlarının tüm haklarının tanıması ile Türkiye yapıcı bir demokrasi yolunda ilerleyebilir.”

Dr. Joey Moses (NADAL Başkanı, Western Cape, Güney Afrika): 

“Hatip Dicle’nin seçimlere adaylığının onaylanması ve demokratik yollarla seçilmesinin ardından, seçenlerine parlamentoda vekil olmasını engelleyen yaklaşım yanlış ve üzücüdür. Bu uluslararası hukuka olduğu gibi Türkiye anayasasına da aykırıdır. Sayın Hatip Dicle’yi seçen insanları temsil etme hakkı demokrasi ve anayasa tarafında verilmiştir, bu temsiliyetini sağlaması için derhal vekilliğinin iyadesi yapılmalıdır.”

Jan van Aken (Die Linke Partisinin Almanya Federal Parlamento üyesi): 

“Diyarbakır’da yaklaşık 80 bin insanın demokratik talepleri AKP Hükümeti tarfından da saygıyla karşılanmalıdır. Hala Türkiye’de Kürt halkının seçilmiş temsilcilerin tutuklu kalmasının ve kriminalize edilmesi kabul edilemez. Tüm dayanışmamızla Hatip Dicle’nin yanındayız.”

Maya Heuschmann (İsviçre Amnesty International Türkiye Koordinatörü):

"Türkiye’nin Kürt bölgelerinde yaşanan sorunlar aşılabilmesi ve barışçıl bir çözüm gelişmesi ancak demokratik yöntemlerle sağlanabilir. Halk tarafında seçilen siyasetçiler ise bunun için çabalayacaklar. Ama Türkiye devleti Milletvekili olan Hatip Dicle’den bu rolünü oynayabilmesi için Milletvekili hakkı elinden aldı. Bu karar antidemokratiktir ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 21.Maddesini ihlal ediyor.”

Prof. Kariane Westrheim (AB Türkiye Yurttaş Komisyonu EUTCC Başkanı): 

" AB Türkiye Yurttaş Komisyonu EUTCC, Türkiye’nin Yüksek Seçim Kurulu’na, Hatip Dicle’nin Parlemento seçimlerinde meşru yolla elde ettiği Milletvekililiğini düşürme kararını tekrardan düşünmesine çağırıyoruz. Bu sadece Hatip Dicle’ye değil aynı zamanda Kürt halkına karşı kötü bir zamanda alınmış keyfi bir karardır.”

Dr. Uwe Sauermann (Leipzig Televizyon Prodüksiyonu Genel Müdürü): 

“Çinli muhaliflerin, Alman basınında Türkiye’de sayısız Kürdün ve diğer muhaliflerin siyasi nedenlerden ötürü tutuklanmasının çok daha fazla ölçüde ilgi bulması çok ilginçtir.

Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik için hala yoğun çaba veriyor. Bu tek başına Hatip Dicle ‘Meselesi’ örnek alarak, Türkiye’nin iç siyasi ‘reformlar’ın ilerleyip ilerlemediğini ölçmek için bir neden olmalıdır.”

Jürg Meyer (Basler Zeitung gazetesinden emekli gazeteci, Sosyal Demokrat Parti’den Basel-Stadt Kanton Meclisi üyesi): 

“Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku tarafından desteklenen bağımsız Milletvekilinin YSK tarafından düşürülen Milletvekilliğinin iadesini talep edilmesini destekliyor ve dayanışma içerisinde olduğumu belirtiyorum. Tüm kültürlerin, dillerin ve toplulukların ortak yaşayabilmesi için seçim sonuçlarına adil seçim sonuçlarına adil yaklaşmak zorunludur. Bu barış için önemli bir koşuldur. Bundan dolayı Isviçre’de de toplumdaki çok kültürlülüğe saygı için mücadele ediyorum.”

Villo Sigurdsson (Kopenhagen eski Belediye Başkanı, Danimarka): 

"Gerçek bir demokraside en önemli ses, seçmenin sesidir. Seçim sonuçlarının bir kaç gün sonra ortadan kaldırıldığı bir sistem gerçek bir demokratik sistem olarak görülmez.

Hatip Dicle’nin ve başka politikacıların Milletvekilliğinin tanınmaması Türkiye’deki topluma huzur ve barışı sağlamak yerine Türk Hükümeti ateşe benzin döküyor."

Manuel Martorell (Gazeteci, İspanya): 

“Dünyada Kürt ve Türk halkının dostları, 2011 Parlemento seçimlerinin sonuçları yeni bir anayasa ve Kürt sorunun çözümü için iyi bir zemin oluşturduğunu düşünüyorlardı.

YSK’nın kararı ise barışa ve demokrasiye ulaşmanın ikmanlarını ortadan kaldırıyor. Eğer bir aday halk tarafından seçilmişse, seçenlerini temsil etme hakkını elde etmiştir ve kimse o hakkı ondan alma hakkına sahip değildir.”

Faizel Moosa (Güney Afrika'daki Apartheid rejimene karşı kurtuluş mücadelesinin gazilerini temsil eden Eylem Komitesi “Struggle Veterans Action Commitee of South Africa” Başkanı): 

“Hatip Dicle ile dayanışma çağrısına Ülkemde yani Güney Afrika’da daha önce baskı altında yaşayan ve tüm özgürlük sevdalısı insanlar adına imza atıyorum. Sevgili Mabida’mız (Nelson Mandela) söylediği gibi; “Sizin özgürlük savaşınız bizimdir de, tıpkı dünyadaki tüm ezilen insanlar için verilen özgürlük ve demokrasi mücadelesi gibi. Tüm kavgalar insanlık için.”

Edgar Auth (Gazeteci, eski Frankfurt Rundschau Ortadoğu Editörü, Frankfurt, Almanya): 

“Hatip Dicle adaylığı kabul edilmişti. Fakat seçimlerden sonra Milletvekililiği düşürüldü. Bu AKP’nin “soğuk” bir yol ile Anayasayı değiştirecek milletvekili sayısını sağlamak için düzeltmeler yapma girişimine benziyor. Hatip Dicle’nin Milletcvekiliğin düşürülmesi Türkiye’de acilen çözülmesi gereken Kürt Sorununu zorluyor. Kürtlerin seçim blokunu kazanımlarını hilelerle düşürmeye çalışmak yerine anayasa sorununda ve Kürt sorununda yapıcı çözümler geliştirmek gerekiyor.”

Jürgen Klute (Avrupa Parlamentosu Almanya Sol Parti Milletvekili, Brüksel): 

“Seçimlerde belgelenen ihlallere rağmen seçim sonuçlarını barışçıl ve demokratik bir sürece yol açması için, Kürt tarafı tek taraflı ateşkesi uzattığını açıklasa da, bu kararla Hükümet istikrarsızlıkta ısrarlı olduğu görülüyor.”

Almanya Federal Parlamentosu Sol Parti ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyesi Andej Hunko: 

“Seçim öncesi üç aylık gibi bir sürede 2000’den fazla BDP ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’na yakın insan tutuklandı ve neredeyse her gün askeri operasyonlar düzenlendi. Seçimlerden sonra gözaltına alınan 70’ten fazla insan ve Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi gösteriyor ki, Hükümet olayların ve sürecin yatışması ve barışçıl bir sürecin gelişmesini görmek istemiyor.”

Almanya Parlamentosu Sol Parti Parlamenteri İngrid Remmers: 

“Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi halkın demokratik taleplerine bir saldırıdır. Somut olarak Türkiye’nin demokrasi ile arasında büyük uçurumlar olduğunu görülüyor. Avrupa, Başbakan Erdoğan’ın yaptığı sözde reformlar ile daha merkeziyetçi bir Başkanlık sistemini geliştirmeye çalıştığını görmeli. Bu da Türkiye’nin Avrupa’ya giden demokratikleşme yolunda zarar veriyor.”

Martin Dolzer (Sosyolog, Hamburg, Almanya) :

“Hukuksuzca 3000 Kürt siyasetçi ve aktivistini KCK davası adı altında tutuklayan Türkiye devleti, yeni bir antidemokratik adım ile Kürt vekillerine karşı iktidarını güçlendirme girişimi için hukuk ve demokraside uzak tüm adımları atıyor. Avrupa Birliği içerisinde bulunan hükümetler ise hala, çatışma politikasından sorumlu AKP’yi Ortadoğu ılımlı islamı geliştirmek için model rolü vererek ödüllendiriyor. Dolayısıyla bu hükümetler jeostratejik ve ekonomik sebeplerden ütürü Türkiye’nin insanhakları konusundaki sürekli ve acımasızihlallerinde ortak sorumluluk taşıyorlar.“

Britta Eder (Avukat, Hamburg) :

“Bir kez daha görüyoruz ki Kürt sorunun çözülebilmesi için geliştirilecek bir barış sürecinde tüm taraflar demokratik ve insanhakları prensiplerin bağlı kalmaları için eşit koşullar yaratılmaladır. Fakat Türkiye devleti tarafında bu antidemokratik yollar ile eşit koşullar ortadan kaldırılınca Avrupa Hüketleri sessiz kaldıkları gibi Avrupa’daki legal Kürt örgütlülüğünü de kriminalize ederek destek sunuyorlar.”

Hatip Dicle ile dayanışma Komitesi, Türkiye’de Hatip Dicle ve diğer tutuklu milletvekilliğin Parlemento’ya girmelerine kadar sürdürülmek istenen dayanışa açıklamasına imza koymak isteyenlerin, isim, meslek, unvan ve yer gibi bilgileri solidarity.dicle@googlemail.com adresine göndermelerini talep ediyor.

Çağrının yayınlandığı ve tüm imzacıların okunabileceği Blog’a ulaşmak isteyenler için ise şu adres veriliyor: http://www.solidarity-dicle.blogspot.com/

ANF NEWS AGENCY

© 2011 Ajansa Nûçeyan a Firatê

Dicle için aydınlar ve sanatçılardan 500 imza

Haziran 29, 2011   18:46

Dicle için aydınlar ve sanatçılardan 500 imza

ANF
18:01 / 29 Haziran 2011
İSTANBUL - Aralarında Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Ferhat Kentel, Prof. Dr. Mesut Yeğen ve Doç. Dr. Nuray Mert’in de olduğu 500’ü aşkın akademisyen, gazete, yazar ve sanatçı YSK tarafından Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi ve seçilmiş vekillerin halen cezaevinde tutulmasına karşı imza verdiler.

500’ ü aşkın akademisyen, gazeteci, yazar ve sanatçı Hatip Dicle’ nin YSK tarafından milletvekilliğinin düşürülmesine ve seçilmiş vekillerin hala cezaevinde tutulmasına karşı imza verdiler. Toplanan imzalar 30 Haziran Perşembe günü saat 12:00' de İstanbul Galatasaray’daki Cezayir Restaurant’ ta düzenlenecek basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulacak.

İmza verenler arasında Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Ferhat Kentel, Prof. Dr. Mesut Yeğen, Doç. Dr. Nuray Mert, Doç. Dr. Maya Arakon, Ahmet Ümit, Balçiçek İlter, Tanıl Bora, Osman Kavala, İsmail Beşikçi, Jülide Kural, Derya Alabora, Aydın Çubukçu, Yeşim Ustaoğlu ve İbrahim Betil’ de bulunuyor.

İmzacılar, “78 bin oy alarak seçilen Hatip Dicle'nin YSK müdahalesi ile milletvekilliğinin düşürülmesi ve seçilmiş milletvekillerinin cezaevinde tutulmaya devam edilmesi, Türkiye'de barış sürecini baltalamakta aynı zamanda Meclis' in halkı gerçekten temsil etme işlevini ortadan kaldırmaktadır. Biz aşağıda imzası bulunanlar; halkın iradesine yönelik bu tutuma hemen son verilerek Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin iadesini ve seçilmiş vekillerin serbest bırakılmasını talep ediyoruz” dedi.

ANF NEWS AGENCBu haber ANF'den alınmıştır.

© 2011 Ajansa Nûçeyan a Firatê

15 Haziran 2011

NEDEN ÖFKELENMELİYİZ 2 (POLİTİK GEREKÇELER)

Eğer devletin bugünkü koşullarda varlık gerekçelerini anlayamıyorsak Marx’ın işaret edip gösterdiği yere bakmamız gerekir. Türkiye’nin ekonomik dönüşümünü en barbar ulus-devlet biçimiyle tamamlayan bürokratik Türk burjuvazisi, tüm varlık gerekçelerini 19.yüzyıl sonlarında filizlenen batı tandanslı Ermeni ve Rum ticaret burjuvazisini tasfiye etmesine borçludur. Bu, ayrıca incelenmesi gereken başlı başına bir sorun alanı. Bizi bu yazıda daha çok cumhuriyetle birlikte hakimiyetini devlet eliyle geliştiren bürokratik, hantal, yer yer komprador, zaman zaman oligarşik nitelikler gösteren Türk sermayesinin şekillendirdiği devlet ve onun terörü ilgilendiriyor. Son on yıla kadar asker-yargı- bürokrasiyle devlet üzerindeki otoritesini paylaşan Türk hakim sınıflarının hegemonya kültürü, Avrupalı çağdaşlarının yüzyılın başından ortasına kadar modern devletler araçlığıyla sürdürdükleri faşizmin değişik biçimlerinden biridir. Son on yılda da bu gerçeklik değişmemiştir. Avrupalı sermaye belki de bir daha komünist heyulanın sokaklarında gezinmesinin riskli olacaklarını bildiği için sosyalizmin eşitlikçi talepleri karşısında sürekli demokratikleşmeyi esas aldı. Bu kadar basit indirgemelerle anlaşılacak bir olgu olmamasına rağmen aklımızda bulunması elzemdir.
    Son yüzyıldır cumhuriyet devleti bize okullar, camiler, alışveriş merkezleri, basın, kitle gösterim araçları ve gelenekler aracılığıyla sürekli “devlet dışı odaklardan” nefret etmemizi öğretti. En çok devletin ordusunu, sermayesini, polisini, camisini, okulunu, bayrağını, marşını sevmemizi hem öğretti hem de zorla sevdirmeye çalıştı. En çok kişiliğimizin dışında tutmamız gereken unsurları bizim kişilik(-siz)imiz haline getirdi. Kürdü Türkleştirdi, Ermeni’yi yaşamamış saydı, Rum’u tüm sorunlarımızın biricik nedeni olarak belletti,  Alevi’nin tüm varlık biçimlerini ölümcül, utanılacak günah olarak içselleştirdi. Bu devlete hakim olan asıl unsurların başında gelen sermayenin özel ve bürokratik olanı da bu nefret ve sevgilerimiz üzerinden kendi varlığını simgeleyen ideolojisini, politikasını, eğitim felsefesini, ekonomisini inşa ederek bize kan kusturdu yüzyıldır. Sermaye devleti, son on yıldır hantallaşan sahiplerinin yerine daha dinç, daha dinamik ama en az öncekiler  kadar zalim, en az onlar kadar kişiliksizleştiren Anadolu Kaplanlarının hakimiyetine geçiyor.  Daha dinamik olmasının temelinde deşifre olmuş, iş yapamaz duruma gelmiş devlet destekli çetelerinin hantallığı gelir. Şimdi bir iç hesaplaşmayla ama kendiliğinden gelişen bir süreçle yeni zor aygıtını inşa ediyorlar. Tam da bu geçiş sürecinde biz yeni devletin gücünü en kahredici şekilde hissediyoruz. Kürt olarak, öğrenci olarak, yazar çizer olarak, emekçi Türk olarak, muhalif aydın olarak… O halde öfkemizin yöneleceği odak devletin kendisi olmalıdır, onun ideolojisi, onun politik aurası, onun eğitim felsefesi, çeteci rejimi olmalıdır. Bir unsuruna karşı eksik öfkelenirsek diğer unsuruyla bizi kuşatmaya çalışır. Milliyetçi dozu daima canlı tutarak serseri mayınlarla bizi yıldırmak istiyor.
   Bir sınıfın gücü, bu sınıfın örgütlerinde birleşen üyelerinin gücünden gelir. Örgütlenme klasik solun bürokratik apartman odaları kiralayarak buradan parti, dernek, vakıf, STK gibi kuruluşlarda bir araya gelmek değildir. Bunlar artık bireyin yükü olmuştur. Örgütlenme, herhangi bir sorun karşısından sokağa çıkmaktır, meydanları işgal etmektir, yasa yapıcıları emek, insan, doğa, halklar karşısında insafa zorlamaktır. Bunun bin bir aracı vardır. Bu araçlara daha sonra değineceğim.
  Çok istenen Kürt ve Türk barışını bize fazla görenlere öfke!
Boyun eğdirene, uslandırmak isteyene, sahip olana karşı öfke!
Baskı kafeslerinden sakınıp geleceği ortak kurmak için öfke!

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.