Social Icons

.

Pages

14 Nisan 2012

Senaryo ile Gerçek Olayların İç İçe Geçtiği Bir Film: Cautiva

        1970 yılında FİFA, 11.Dünya Kupası’nın Arjantin’de yapılmasına karar verir. 1974’te Juan Peron’un ölümü üzerine eşi İsabel Peron devlet başkanı olur. Siyasi ve ekonomik koşulların ülkeyi felç etmesini fırsat bile Genelkurmay Başkanı ve Başkomutan Jorge Videla 1975’te, Tucuman eyaletinde Marxist gerillalara yönelik bir katliam gerçekleştirir. Ordu içerisindeki Peronist subayları da bir bir tasfiye eder. 1976’da İsabel Peron’u tutuklayarak gözetim altına alır ve cuntanın iktidara gelmesini sağlar. Darbeci Videla, “Arjantin’de barışı tesis etmek için ölmesi gereken herkes ölecektir” sözleriyle açıklıyordu süreci. Durum sanıldığından daha korkunç olacaktır. Videla, Dünya Kupası organizasyonunu yürütmekle yine kendi haydut çetesinden General Omar Carlos Actis’i görevlendirdi.  19 Ağustos 1976’da kupa organizasyonuna dair basın toplantısı yapmak üzere evinden çıkan General Actis Marxist gerillalarca öldürülür. Dikta terörü de kendisinden beklendiği gibi geniş çaplı katliamlar yapar. Yargısız infazlar, toplama kamplarında öldürmeler, yasadışı gözalatına alma ve gözaltında kaybetme şeklinde devam eden faşist  cunta terörü imajını düzeltmek için Dünya Kupası etkinliklerinden yararlanır.  1978 yılına girildiğinde Avrupa’da sosyalist, anarşist, Trcokist,liberal ve kimi demokrat çevreler turnuvanın Arjantin gibi diktayla yönetilen bir ülkede yapılmasına karşı eylemlilikler geliştirirler. Avrupalı takımların ülke düzeyinde boykot yapmasını isterler. İsviçre’nin boykot girişimi başarısız olur. Sadece Hollanda’nın efsanevi futbolcusu  Cruijff turnuvayı boykot ederek Arjantin’e gitmez. Garip bir çelişki de kendisini solcu olarak tanımlayan Arjantin teknik direktörü Menotti, faşist generallerin imaj düzeltme çalışmalarına hizmet eder. Gerçi daha sonra “Özgür Arjantin ruhunu sahaya yansıttım.” dese de Barcelona’nın başına geçtiği zaman Maradona’nın protestosuyla karşılaşacaktı.
   1978 Dünya Kupası’na damgasına vuran bir de şike suçlaması var. Generallerin rejimi meşrulaştırma çalışması çerçevesinde Peru’daki başka haydut cuntacılarla anlaşılır ve Arjantin grup maçında Peru’yu 6-0 yener. Maçın en az 4-0 bitmesi gerekiyordu. Finalde Hollanda’yı 3-1 yenen Arjantin kupayı alır. Hollanda milli takımı durumu protesto etmek adına protokol tribününü selamlamaz ve tarihe geçer. Tam bu anlarda Olmos cezaevinde  solcu mimar Leticia Dominich, Sofia adında bir kız çocuğu dünyaya getirir. Kocası Agustin Lombardi ile birlikte birkaç gün sonra ortadan kaybedilirler.
   Yıl 1994: Buenos Aires’in sağcı-Katolik bir okulunda  iki genç kız okul tuvaletinde sigara içerlerken sohbet ederler. Bir önceki derste Angelica adlı radikal solcu bir genç kızın anayasa tartışmalarında “Bu anayasa hepsi birer piç olan darbecileri, faşistleri affetmekle güvenilirliğini yitirmiştir.” anlamına gelecek sözler söyler, akabinde okuldan atılacaktır.. Milliyetçi bir ailenin kızı olan Susana, arkadaşı Cristina’ya , “Bu orospu Angeliaca, yalan söylüyor, solcu piçlerin hepsi Malvinas savaşlarında ülkeyi terk etti, hükümeti karalıyor bu radikal solcu ailenin kızı.” diye yakınır. ( Susana’nın Türkiye profillerine twitterde, facebookta, gazetelerde, kışlalarda, polis merkezlerinde rastlamak mümkün) Cristina Quadri ( tuvaletteki genç kız) birkaç gün sonra bir federal yargıç tarafından gözetim ve koruma altına alınır. Bu girişimi büyük anne Elisa Dominich’e borçluyuz. O, bir Perşembe Annesi, (Plaza De Mayo Annesi). Cristina Qaudri’nin hikayesi bundan sonra her sahnede bir yumruk gibi suratımıza iniyor, okullardan, derneklerden cuntanın toplama kamplarına çevrilmiş işkence merkezlerinde göz altında zorla kaybedilen devrimcilerin çığlıklarını Cautiva filminde yanı başınızda hissediyorsunuz. Sigara içerken ekran karşısında çaresizliğiniz yüzünüzü gizleyen dumanların arasında havada eriyor. Cristina giderek Sofia olduğunu anlayacak ama bunun onda yarattığı travmayı biz kendi ruhumuzun derinliklerinde en amansız haliyle hissediyoruz. Gaston Biraben’in yönettiği, Arjantin’de faşist diktatörlüğün mağdurlarına atfettiği Cautiva filmi, Sofia’ya dönüşen Cristina’nın hikayesinin olmasının yanı sıra büyük anne Elisa’nin mücadelesi, bir kupa finalinin yarattığı kaos ve sevincin sınıfsal ve siyasal yorumu, Leticia’nın yarım kalmış mimarlık düşleri, Angelica’nın öfkesinin haklılığı, Quadrilerin, Jörgelerin faşist ikiyüzlülüklerinin teşhiri olarak tarihsel öznelerin filmidir. 



                        

2 yorum:

outlaw dedi ki...

ben de arjantin 78'e dair yazmıştım, yazılar birbirini tamamlasın artık: http://gueneslipazartesiler.blogspot.de/2012/04/goller-alir-canlar-satarim.html

Yıkıcı Tutku dedi ki...

çok iyi yazmışsın saol. Bu iki yazı üst üste godfather filminin serisi olur:))

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.