Sahiden TR basınındaki tartışma mantığını anlamakta
zorlanıyorum. Bu yazarlar, köşeciler, okurlarına salak muamelesi mi yapıyor,
yoksa okurlar mı “yazarlarına” “bayım
biz salağız” kredisi veriyorlar? Ortada yıllardır süregelen bir çatışma var. Çatışmayı
durdurmanın tek yolu şimdilik müzakere ve barış görünüyor. Ne devlet ne de PKK
kendiliğinden pes edecek gibi görünmüyor. Mevcut devlet aklı da günü kurtarma
kolaycılığıyla çatışmanın önüne geçemiyor. Ahmet Altan buradan yola çıkarak
demokratikleşme ve Kürt sorunu arasında bir bağ kurarak siyasi iktidar aklının
yetersizliğini eleştiri konusu yaptı. Hükümetin bu aklını destekleyen
yazar-aydın-entelektüel desteğini de teşhir etti.
Bu teşhir edilenlerin başında
Yıldıray Oğur geliyor. Oğur da yanıt olarak abandıkça abanmış klavyeye bu http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=10972&yildiray_ogur-uzgunum_ben_h%E2l%E2_o_isigi_goruyorum
yazıyı yazmış. Yazı çok sığ. Çok yüzeyde. Düşünme durumunu biraz
derinleştirseydi barış isteyenlerin derdinin ne olduğunu anlardı. Bazı barışçı
adlardan söz etmiş. Mantık olarak da “Hem
demokrat değillerdi hem de barışçıydılar.” saptamasını yapmış. Yetinmemiş bunu
inanç haline getirmiş. Şöyle bir çıkış
cümlesi nasıl olur bilmiyorum: “Norveç’te
benzer bir kimlik-statü-siyasi sorun olursa Norveç’in demokrat başkanı, bu
sorunları çatışmaya dönmeden siyasi tartışma konusu yapar, demokrat olmayan
başkanı, çatışma konusu yapar. Çatışma derinleşince
herkesin canını yakacak düzeye gelirse de çatışmanın taraflarıyla oturur
müzakere yapar. “ Yıldıray ve bu ucuz yazılarını beğenenlere soruyorum: Siz
hangi Norveç başkanını tercih edersiniz?”
John Major eğer
1993’te Margaret Thatcher de 1981’de hiç inkar etmeden İRA ile
barışabileceklerini siyasi kararlılıkla söyleyebilselerdi 1998 yılına kadar
yaşanan çatışmalardan ötürü hayatlarını kaybeden insanlar hala hayatta
olacaklardı. Nesi anlaşılmaz bunun? İRA ile müzakereleri sürdüren Blair’in
danışmanı Jonathan Powell yıllar sonra “Görüşmede
militanların elini sıkmadığım için pişmanım.” demeyecekti.
Vorster, 1976’da;
büyük timsah Botha, 1980 yılında ANC’nin taleplerini dikkate alıp o yıllarda
barışsaylardı, Afrika’da Sovveto ayaklanmasında 700 liseli öğrenci
öldürülmeyecekti. Dahası binlercesi daha hayatta kalacaktı. Daha da geriye
götürürsek 1960’ta Ulusal Parti apartheid diktatörlük ilan etmeseydi bu savaş
hiç yaşanmayacaktı. De Klerk tüm bu süreçleri onaylayan bir “siyasi aileden” gelmesine rağmen artan
iç ve dış baskılar sonucunda barışmak zorunda kaldı. Bugün Türk hükümetine
yönelik yapılan eleştirilerin aynısını 1970’lerde, 80’lerde Afrika’da birileri
yapıyordu. Sürekli iç ve dış kamuoyunu “barış-huzur-güvenlik”
diyen oyalayanları da aynen Yıldıray Oğur, Berat Özipek, Elif Çakır gibi
savunanlar vardı.
1956 yılında
Cezayirliler özgürlük-eşitlik-siyasi statü talepleriyle sokaklarla
çıktıklarında Fransa hükümeti, Cezayir’i bastırmak için Robert Lacoste gibi bir valiyi görevlendireceğine
barış görüşmeleri başlatsaydı sanırım binlerce kişi bombalanarak, işkence
edilerek öldürülmeyecekti.
Bu örnekleri Yıldıray’ın yazısındaki adlarla
devam ettirip çoğaltabiliriz. Bugün Erdoğan’ın çatışmayı körükleyen bu siyasi
anlayışını görmezden gelmek sorunun, çatışmanın, kayıpların giderek artmasının gerekçesi olur. Eğer Özal,
1990’larda açık barışı tesis etseydi binlerce kişi hayatta olacaktı. Çiller
için de durum aynı, Ecevit için de… Erdoğan, çok değil sadece 2 yıl önce
barışmayı “hilesiz ve siyasi kaygılardan öte” bir anlayışla yapsaydı ne Kazan
Vadisi’ndeki 35 gerilla, ne Bitlis’te 15 kadın gerilla ne de Çukurca ve
Şemdinli’deki baskınlarda yüzlerce asker polis öldürülürdü. Eğer bugün açık
barış ve müzakere talebi olursa bu gibi
kayıpların artmasını önlemiş oluruz. Herkes biliyor ki PKK saldırı ve şiddet
dalgasını yükseltirse, AKP’nin anketlerdeki oy oranı inişe geçerse Erdoğan
bugünkü şahin görünümüne rağmen barışacaktır. Mesele bu şiddetin daha büyümemesi
meselesi ki iktidara ve onun aklına bunca eleştiri yapılıyor.
Bir de barış genelde
iktidarların bilindik statükodan vazgeçmesiyle mümkündür. De Klerk, apartheid
imtiyazlardan, El Beşir ,topraktan; Blair sömürgeden; De Gaulle sömürge ve
topraktan vazgeçmiştir. Bence Yıldıray
Oğur şimdiden okurlarına Erdoğan’ın ve Türk egemenlerinin nelerden vazgeçmesi
gerektiğini anlatmalı ve psikolojik olarak onları hazırlamalıdır. İlk ipucunu
ben vereyim: Anayasa’nın ilk dört maddesinden ve Bingöl belediyesinden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder