Hükumet kanadının bir anda Oslo ve İmralı görüşmelerini
tekrar gündeme getirmesiyle müzakere girişimi başlamış oldu. Bu konuda her
çevreden çok farklı yorumlar var. MHP ve onun değişik versiyonu olan Gülen
Cemaati çevresinin operasyonel
değerlendirmelerini dışarıda tuttuğumuzda her çevre kendince haklı gibi
görünüyor.
AKP açısından
En üst düzeyde Başbakan Erdoğan’ın dillendirdiği yeni bir
Oslo veya İmralı süreci Ankara’nın müzakereci tutumunu hala netleştiremedi. Şimdilik
bir girişim olarak medyada, orada burada tartışılıyor. 30 Eylül AKP kongresi bu
açıdan bir milat sayılabilir. Erdoğan’ın, kongrede önümüzdeki 10 yılın manifestosunu
açıklayacağını belirtmesinden sonra kongrede olası müzakere atıfları daha bir
önem kazandı. Balyoz davasında mahkûmiyet kararlarının çıkması Erdoğan’ın elini
rahatlatmışa benziyor. Ulusalcı dalganın komplocu yönünü şimdilik bastırmış
görünüyor. 2005’ten sonra Erdoğan’ın sorunun çözümü konusunda geliştirmiş
olduğu her iyi niyetli girişimi bu ulusalcı dalganın nasıl sabote etmek
istediğini pratikte hepimiz gördük. Sağcı-muhafazakâr bir partide olması gereken
tüm pragmatizme, ilkesizliğe, çark edişe de AKP ve Erdoğan şahsında tanık
olduk. Habur sürecindeki Kürtlerin siyaseten moral şovunu ilk iki gün olumlayan
Erdoğan bir anda milliyetçi ve ulusalcı dalganın etkisiyle birkaç gün sonra
tipik Türk devletçisi olarak tavır değiştirdi.
Popüler milliyetçi yönünü hep ön
planda tuttu. Erdoğan ve ekibi daha önceki görüşmeleri de seçimleri kazasız
belasız atlatma hesabına basamak yaptığı için kalıcı ve açık müzakere sürecine
dönüşmedi. Gerçi bu tip görüşmelerin o düzeyde kalacağı da belliydi. Çünkü henüz
örgütle temas düzeyiydi. Zaten adına da hala İmralı ve Oslo Görüşmeleri deniyor. Görüşmeler, hem yeniden
başlayacak olası bir çatışma süreci hem de olası müzakereler için rakiplerin
birbirlerinin gardını görmesi açısından da hazırlık safhası oluyor. Nihayet öyle
oldu. İki taraf da birbirinin gücünü görüşmeler boyunca anlamaya çalışmış,
niyetlerini çözmüş. Sonrasında yaşanan çatışmalı sürecin bu kadar şiddetli
olmasında bu güç tartma-rakibi hesaplamanın da payı var kuşkusuz. Bu süreci hem siyasi açıdan
hem askeri açıdan iyi hesaplayamayan da devlet ve hükümet tarafı oldu. Askeri açıdan
gerilla ilk defa saha hâkimiyeti taktiğini tutturdu, PKK, 2011-12 kışında
devletin iklimsel şartları lehine çevirmesiyle düzenlediği imha operasyonlarını
da bir anlamda boşa çıkardı. Geldiğimiz noktada devlet tüm teknolojik imkânlarını
seferber etmesine rağmen PKK’nin 2012 saha hâkimiyeti, alan inisiyatifi direnişine
geri adım attırmış değildir. Siyasi açıdan da KCK operasyonlarının yoğunluğu da
BDP ve diğer Kürt kurumlarının ne kitlesel desteğini zayıflatmıştır ne de
Kürtlerin taleplerinde bir daralma yaratmıştır. Oysa aksine Kürtler “Kürdistan’a siyasi statü, Kürt kimliğine
özgürlük” hedefi daha görünür kıldılar ve daha sert biçimde dile
getirdiler, getiriyorlar. Askeri operasyonların toplumlarda yarattığı duygusal kırılmalar
bir yana ekonomik anlamda da devlet bütçesinin giderek şiştiğini yapılan zam ve
ayarlamalardan rahatlıkla görülebilir. AKP ile beraber ekonomide yaşanan
göreceli büyüme de durma noktasına gelmişti. Kısacası müzakere girişimi, devleti yeniden yapısal birtakım reformlarla
şekillendirmek isteyen AKP ve Erdoğan için bir ihtiyaç olmuştur. Devlet içindeki Gülen Cemaati bürokrasisi ve
uzantıları da ya Erdoğan ile uzlaşma temelinde bu süreci destekleyecekler ya da
onlar da bu olası müzakere sürecinin yeni kurbanları olacaklar. İlk kurbanları
ulusalcı dalganın komplocu
asker-gazeteci çevreleri olmuştu. Bu arada BDP’li vekillere yönelik
dokunulmazlığın kaldırılması girişimi bence bir şantaj olarak kalacaktır. Eğer müzakereler olumlu sürerse bu da bir
pazarlık konusu olarak devlet tarafının malzemesi olacak, olumsuz gelişirse
sürecin meclis boyutu da çatışmalı olacak. TSK’nın son günlerdeki hava
operasyonları da PKK tarafının talep skalasını daraltmayacaktır.
PKK-BDP-KCK açısından;
PKK-KCK cephesi ilk görüşmelerden sonra bayağı tecrübe
kazanmışa benziyor. Bir defa PKK hem savaşabileceğini hem de barışabileceğini
tüm dünyaya gösterdi. Öncelikle Suriye’deki gelişmeleri lehine çevirebilecek inisiyatifi
geliştirdi. Kürtlerin büyük kazanımlar elde etmesinde tarihi bir rol oynadı. Bu,
aynı zamanda Güney Kürdistan’da da karşılık bulacaktır. Kuzey Kürdistan’da ise
toplumsal desteğini perçinledi. 2011-12 kışından beri yaşanan gerilla kayıpları
sonucu Kürtlerin yaşadığı duygusal radikalizmi politikleştirmeyi becerdi. Sokaktaki
Kürt bile halkların kardeşliği, bir arada yaşama vs. gibi eskimiş sloganlara
itibar etmiyor, kesinlikle siyasi statüden, kimliğin özgürleşmesinden söz
ediyor, asıl hedefin bu olduğuna dair inançları da gelişmiş Kürtlerin. Siyaseten
Hakkari ve çevresinde düzen partilerini tabela partisine dönüştüren PKK’nin
şimdilik en büyük handikabı TAK görünüyor. Gaziantep olayını üstlenmemesine
rağmen TAK gibi bir yapının varlığı kamuoyunu inandırmakta PKK’nin
inandırıcılığını zayıflatıyor. Foça olayında yaşanan sivil infazlar da işin
cabası… TAK’ın varlığı, eylem biçimleri artık Kürtlerin siyasi-kitlesel
desteğini koruması açısından potansiyel tehlike… Olası müzakerelerde Türk
devlet tarafını katbekat aşan politik talepleri ve haklılıkları ise en büyük
avantajları. Öcalan’ın siyasi öngörüsüyle bütünleştiğinde PKK-KCK cephesi
müzakerelerin devamında ya da bitiminde, her iki durumda da kazançlı çıkacak
bir yetkinliğe sahip. PKK, diğer Kürt gruplarını da sürece dahil ederse
önümüzdeki dönemlerde AKP ve benzeri partilerin Kürdistan’daki varlığını
sıradanlaştırabilir. Cemil Bayık’ın Türk aydınlarına yönelik olarak “PKK’nin
otoriter bir idare kurma gibi bir rolü olmayacaktır, Kürtler demokratik
tutumları sayesinde ayakta olacaklardır.” tespiti de PKK’nin sürece ne kadar
hakim olduğunu göstermesi açısından önemli. Son birkaç yıllık gelişmelere
baktığımızda sanırım Kürtlerin en büyük kazanımlarından biri Murat Karayılan’ın
varlığı oldu. Değerlendirmeleri, dünyayı ve dünyada yaşanan gelişmeleri ne kadar
sağlam okuduğunu kanıtlıyor. İran ile ateşkes yapıp Suriye ile denge siyaseti
izleyip Batı Kürdistan’ın özerklik sürecini somutlaştırması Karayılan ve
ekibinin politik hakimiyetini yansıtır. Karayılan ve ekibi bence Doğu Kürdistan
sürecini şimdiden planlamıştır. Uygun zaman ve koşulları bekliyordur. Bu da
benden siz okurlara gizli bir planı deşifre etmek olsun!
Türk medyası açısından;
Bu savaşın zavallılaştırdığı, sıradanlaştırdığı tek kesim
Türk medyası oldu. Tüm inandırıcılığını yitirmiş, Kürtler açısından hiçbir
karşılığı olmayan bir pozisyona düşmüştür. Bence Türk medyası silahlarını
bırakıp müzakerecilere teslim olmalı. Eğer ateşkes pozisyonu olursa ilk ilanı
Türk medyası yapmalı. TSK ve HPG buna uyar.
Başka da bir şey yazamıyorum. Yayın yönetmenleriyle çukurun dibinde bir
basın var. Taraf gazetesi eğer cemaatin aklına uyup pozisyon değiştirmezse bu
sürecin parlayan gazetesi olacaktır. Yalnız Emre Uslu ve Mehmet Baransu gibi
zavallıların tasfiyesi şart. Sahiden bu iki tipin neden hala Taraf’ta
yazdıklarını anlayan var mı? Yeniçağ, Zaman, Türkiye, Hürriyet gibi nadide
parçalar var oysa…
Devamı gelecek …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder