Social Icons

.

Pages

28 Temmuz 2012

Kürt Hareketine Kürt Kemalizmi Demek Üstüne


   Kürt Kemalizmi kavramını hangi akıllı dolaşıma soktu bilmiyorum, bu kavramın da Kürtlere karşı geliştirilen tasfiyeci ve sömürgeci dille ilgisi olduğu kesin. Kemalizm dediğimiz şey ekonomik olarak geri kapitalist ilişkilerin var ettiği devletin kontrolüyle sermayenin korporatif tahakküme dönüşmesi, politik olarak “elit, imtiyazlı, kaliteli” bir Türk ulusu yaratıp sosyal, kültürel ve tüm bilimsel çalışmaların bu ulusun hizmetine sokulması olarak anlaşılabilir. Daha önce binlerce kez bu kavram çözümlenmiştir. Özcesi kapitalizmin devlet eliyle güçlendirilip ordu-sermaye-siyaset uzlaşmasının bir sonucu olarak Türk ulusunu yücelterek var etme rejimidir de denebilir. Bu anlamda başka halkların, ulusların, inançların inkarı ve asimilasyonu temelinde kendisini üreten, insani açıdan yönetme işinin tüm zararlı sonuçlarının toplamıdır Kemalizm.  Temel politik argümanları demagoji ile şekillenir. Siyasi, etnik, sosyal, kültürel ve dinsel tekçilik üstünden tarihi, bilimi, nesnel gerçeklikleri kendi memurlarına ( öğretmen, akademisyen, maliyeci, doktor, hukukçu, tarihçi, felsefeci vs. vs. vs.) çarpıtarak haklı olduğuna inanan tüm varlığını sahip olduğu iç ve dış korkulara borçlu akıl dışılıkların zirvesidir. Başarılı da olmuştur. Kürtler açısından gizlenmiş apartheid yasaların uluslararası alanda kabul görmesidir. Kendi hizmetinde sol, sağ, din karakterli birçok siyasi ve askeri örgütü ve kurumu kullanmıştır. Gel gelelim Kürt hareketinin tüm kurum ve kuruluşlarını Kemalist olmakla itham eden fikir ve yorum sefaletine:
-          Mustafa Kemal, Osmanlının hazır devlet örgütlerinin üstüne çullanarak bir egemenlik alanı açmıştır kendisine. Öcalan ise birkaç arkadaşıyla birlikte sıfırdan oldukça haklı taleplerle Kürtleri kendi öz yönetimlerini oluşturmak için örgütleme işine girişmiştir. Yani dünyadaki ulusal kurtuluş devrimlerinin doğası neyse Kürt hareketi de o doğanın zemininde yaşam alanı bulmuştur.
-          “Türklerin önemli bir bölümü Atatürk’e ebedi lider payesi biçmiştir, Kürtler de Öcalan’a; o halde Kürtler Kemalisttir.”  Bu tezin elde kalır yanı yok. Amerikalılar da Abraham Lincoln’e o payeyi biçtiler falan derseniz apışıp kalıyorlar. Mustafa Kemal hazır kolorduların, tümenlerin, taburların, milis güçlerinin üstüne yatarak zekasını konuşturmuştur. Öcalan ise beş  öğrenciden bir gerilla ordusu devasa bir siyasi harekete giden yolu açmıştır, idare etmiştir.  
-          İdeolojik olarak Kemalizm sınıfsız, kaynaşık bir Türk milleti  idealindeydi ve bunu başardı da… Kürt hareketinin, dolaysıyla Öcalan’ın böyle bir tasavvuru yoktur. Ortaya çıkış dönemlerinde sosyalist bağımsız birleşik Kürdistan hedefi tümden Kürtlerin egemenlik haklarına dairdir. Bu evrensel bir hakkın kullanılmak istenmesiyle ilgilidir. Kürtlerin sınıfsal ya da sosyal, kültürel kodlarıyla oynayarak ondan genetiği ve gerçekliği değiştirilmiş bir ulus yaratmak ideali olmadı, olmaz da…
-          Kemalizm bayındır, müreffeh bir Türkiye arzularken ekonomik ve teknolojik tüm tasarımlarını yoksulları, emekçileri Türklük şuuruyla devlet ve onun oligarşik sermayesine uydu yapma gayesi güttü. Kürt hareketinin her aşaması sınıfsal gerçekliği ortaya koymakla tarih eskitti.
-          Kemalizm,  milliyetçi ve ırkçı böbürlenmelere ihtiyaç duyarken bunu besleyen güçlü bir tarih ve devlet geleneğine sahipti. En güzel dil benimki, en güzel aşk bizimki, en uzun ağaç Türk ağacıdır, en lezzetli süt kımızıdır vs vs vs gibi başka milletlerin milliyetçi kibirleriyle yarışacak bir tarihsel durumu vardı. Kürtlerin öyle mi? Henüz serbestçe konuşabilecekleri bir dilleri bile yok. Tüm arzuları dillerini, kültürlerini başka kültür ve dilleri aşağılamadan, inkâr etmeden özgürce konuşabilmeleri… Yaşadıkları toprakların adını koyabilmeleri. Sırf bunları arzuluyorlar diye Kürtlere milliyetçi diyenleri de Kemalizmin en sefil yaratıkları demeli. Ha Kürt milliyetçiliği yok mu? Var elbette, analarının ak sütü kadar da helal. Lakin onların da bir bölümünün Türk muhafazakarlarından ve solcularından öğrendikleri bir şey var: Kürt hareketinin ana damarına Kemalist demek… Bunların argümanları da sosyolojinin ya da politikanın  garip bir cilvesi olsa gerek Kemalistlerin sağ ve sol kanatlarınınki gibi… Hayallerinde sınıfsız, siyasestiz, ideolojisiz kaynaşık Kürt milleti mevcut... Bir de bu kesim öyle bir heyecanlı ki bağımsız devletin web sitelerinde kurulabileceğine ciddi ciddi inanıyor. Milliyetçiliği de Türklerden öğrenmişler, onlar gibi milliyetçilik yapıyorlar. PKK, KCK, BDP dengeli bir reel politika izlese onlar Turancılar gibi dünyayı kendilerine benzetme üstüne radikal argüman kurarlar. Kürtlerin yeni dönemde Özdillere, Özköklere, Oğurlara, Mengilere falan ihtiyacı yok sanırım, Kürt süreci siyasetçi ve fikir insanını kendi koşulları ve imkanlarıyla çıkarıyordur, çıkaracaktır zannımca…
     PKK’ye yığınlarca eleştiri yapabilirsiniz  bir dönem despottu, siyasi rakiplerini eziyordu, içeride anti demokratikti, örgütsel çıkarları kadrolarının yaşama hakkından üstün tutuyordu, 1995’e kadar devletçi Stalinizme inanıyordu, ulus devlet şeklinde örgütlenerek sosyalizmi kuracağına inanıyordu vs. vs. vs.  Bu tip eleştirilerin muhatabı da yine PKK veya PKK’liler olmalı. Onlarla tartışırsanız anlarsınız. Onlar da sizi anlayacaklardır muhtemelen. Ama işin çarpıcı bir gerçekliği var: PKK ve Öcalan;  artık toplumun alttan siyasi, ekonomik, ekolojik olarak örgütlendirilip devlet ihtiyacını en az hissettiren bir model düşünüyordur. Bunları da 95 yılındaki 5.kongre sonrası ideolojik ve politik bir zemine oturttu.  Kemalizmin sağcı, muhafazakar, solcu kadrolu aydın ve entelektüellerine de bu muazzam alanı anlamak düşer. Asıl kendileri sömürgeciliğin, Kemalizmin tüm zehrini beyinlerine enjekte etmişlerdir. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.