Social Icons

.

Pages

1 Ağustos 2012

Şemdinli'de Ne mi Oluyor? Öcalan'ın 1992'de Dedikleri Oluyor


  Son on gündür sömürgeci Türk basınındaki zavallılaşmayı görünce aklıma filmlerle Vietnam yenilgisini unutturma adına kendi kamuoyuna, eşeğine yonca diye diken yediren Amerikan şizofrenyası düştü. Şemdinli’de ne oluyormuş? Sanki kırk yıldır ne olduğunu bilmiyormuş gibi soruyor vatandaş. Kırk yıldır o dağlarda gerilla savaşı taktikleriyle barınan güçler var. Ne olacak, barışın ertelendiği her gün daha da güçlenip gelişecekler. Bu da doğanın kuralı. Sri Lanka’yı örnek göstermek bu gerçeği değiştirmez. Onlarca karşıt örnek var. Güney Afrika’dan tutalım, İrlanda’ya, oradan Nikaragua’ya kadar…
   Baharın ilk aylarında PKK’nin sistemi felç üzerine yayınladığı bildiriler bugünkü Şemdinli sürecinin işaretiydi. Gerilla savaşlarında ekonomik hedef olarak tabir edilen hedeflerle antrenman yapılır sonrasında da bu tip devrimci operasyonlar gerçekleştirilir.  Bu arada basında yuvalanmış devletin memuru gazetecilerine, köşecilerine, yazarlarına kötü bir haberim var: Şemdinli’deki HPG’nin saha savaşı adını verdiği bu yeni konseptin fikir babası da Öcalan… 1992 yılında yaptığı ayaklanma, şehir devrimleri ve hareketli gerilla savaşı değerlendirmeleri bugünkü sürecin temel ilkelerini belirlemiştir. Yalnız 1992 yılı PKK açısından korkunç bir yıldı. Bu dönemsel taktikler tutmadığı gibi tasfiye olmaktan son anda kurtuldu. Güney Kürdistanlı Yekiti ve Demokrat güçlerinin Türk devletiyle ortak geliştirdikleri büyük sınır operasyonu PKK açısından askeri yönden hezimetle sonuçlanmasına rağmen savaş sahasına Öcalan’ın direkt müdahalesi ve ardından Güneyli güçlerle yenilediği siyasi ve askeri ilişkiler 1993 yılının baharında ateşkesle noktalanıyordu. Öcalan’ın eğer siyasi başarısından söz edilecekse temel kriter bu savaştaki taktik becerisi ve stratejik derinliği olmalı. 
Hatta Güney savaşında Murat Karayılan’ı, Bayık’ı ve daha birkaç kişiyi kendisini anlamamakla eleştirmiş, hareketli savaş taktiğini cephe savaşı olarak anladıklarını öfkelene öfkelene belirtmişti. İşte o Karayılan ve sağ kalan ekibi bugün Öcalan’ın 1992 yılındaki ayaklanma tezlerini güncelliyor. Olan biten bu. Hem bu gerilla savaşlarının olağan bir sonucudur. Türk basını bu taktik başarıyı şimdilik muhtemelen akıllı bir elemanın “Şemdinli’ye gireceklerdi, başaramadılar.” mottosunca perdeliyor. Kürtler arasında karşılığı yok bu kirli propagandanın. En saf yurttaş bile saha hakimiyeti sağlandıkça şehir merkezlerine yönelik vur kaç taktiğine dayalı eylemlerin yapıldığını, ama şehirde kalınmayacağını bilir. Bunu yıllardır yapıyor PKK. Bunda ne şaşılacak ne de garipsenecek bir yön var.
    Devletin ısrarla resmi açıklama yapmaması ise durumun devlet açısından vahametini ortaya koyuyor. Anlaşılan saha hâkimiyeti konusunda devlet Botan-Behdinan alanında çaresiz. Sadece kara propagandacılara rakamlarla haber servis ediyor, Yıldıray Oğur gibi zavallılara yazı yazdırıyor. PKK ve onun basın yayın organları da artık medya araçlarıyla rakibini zor durumuna düşürmeyi askeri açıdan öğrendiler sanırım. Bana öyle geliyor ki resmi açıklamalardan sonra bazı görüntüler, fotoğraflar servis edilecek ve Türk kamuoyunu şok edici bir etki beklenecek. Gerçi Türk toplumunun TSK, polis, medyada yaşanılan her rezilliği tölore ettiğini biliyoruz, lakin bu defa farklı sonuçlar beklenebilir.
   Şemdinli’de günlük hayatı felç eden gelişmeler yaşanıyor. Bu felcin müsebbibi elbette sömürgeci kurum ve kuruluşlardır. Onların dizayn edilmiş kişilikleridir. Ne ki bu defa bu kurum, kuruluşlar, kişilikler Öcalan’ın hem derinliği hem de öngörüsü sayesinde bir daha zavallılaşma sınırını aşıp aşağlıklaşma pozisyonuna girdiler.
   Bence korkunun artık ecele bir faydası olmalı…

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.