Social Icons

.

Pages

3 Ağustos 2012

Şemdinli’de Varolma Biçimleri Üstüne


Daha önce Türk basınında şu veya bu biçimde iktidar-devlet-hükümete uydulanmış medyacılardan söz ederken “insansız medya araçları” tabirini kullanmıştım. Bu durum giderek bilim-kurgu-fantezi filmlerini aratmayan, aklın sınırlarını zorlayan “haz nesnesi araçlarına” yöneliyor. Masturbasyon yapar gibi ölüm sayıklamalar, tüm doğayı kendi yatak odaları gibi tasarlayıp oraya buraya ölü serpiştirme şeklinde gelişen bir tür hastalık… Bu “uydular” her türlü konforları için kusursuz denebilecek ortamlar yaratma çabasındalar. Kürtlerin öldürülmesi şartına bağlı olarak  onlar evlerinde film izler, tatile çıkar, alışveriş yapar, gezi düzenler. Bu kişisel konforları için harcamayacakları milli savunma bütçesi yoktur, atamayacakları bomba yoktur, kullanamayacakları gaz yoktur, karalamayacakları insan yoktur, kötülemeyecekleri kişilik yoktur. Adeta bir korku filminin ortasından fırlayıp gelmişlerdir okuduğumuz gazetelerin  köşelerine  yerleşmişler. İktidar-devlet-hükümeti “arzu nesnesine” dönüştürüp onun gücüne tüm benliğini en fedakar biçimde sunarlar. Bunların en hümanistleri Şemdinli’de, Gever’de, Çukurca’da onbinlerce asker-polisin varlık nedenlerini ve varlık biçimlerini değil, bu sömürgeci sistemi reddeden, ona karşı direnen hem birey hem de ulus olmaktan kaynaklı haklarını kullanıp özgür olmak isteyen direnişçileri suçlar. Bu cinliklerini afili hümanizmayla teorize edip mantığa bürürler.

   Yine bunların “uzun kulaklılarından” biri de Şemdinli’de demokrasinin kurtarıldığını iddia ederek başka bir gerçeği itiraf etmiş oluyor: “Şemdinli’de bizim haz araçlarımız, Türk olmaktan ötürü sahip olduğumuz ayrıcalıklarımız kısaca sömürgeci yaşam biçimimiz kurtarıldı…” İşin doğrusu da bu sanırım. Bunları kurtarma adına yakılmayacak orman, yerle bir edilmeyecek tepe yoktur. Zindana çevrilmeyecek bir yaşantı yoktur, olmamalıdır, diskurunun en bariz itirafıdır. Özgür Suriye Ordusunun her türlü şiddet pornosunu göklere çıkaran, bunu Tanrı adına yapılmış kutsal bir eylem sayan bu cenah Kürtlerin özgür yaşam taleplerini her türlü kirli yöntemle bastırmakta sakınca görmez. “Şemdinli’de yüzlerce gerilla evlere sığınmış, köyleri siper etmiş.” yalanlarıyla da önümüzdeki günlerde kitlesel sayılabilecek katliamlara da ön hazırlık yapıyorlar. F tipi ölüm katliamlarının kara propagandacısı Gülay Göktürk de bu koroya katılmıştı, bugün ise katılımını alçalmada sınır tanımayan sömürgeci-beyaz seçkin psikolojisiyle güçlendirmiştir. Açık katliam çağrısı yapmaktadır.
   Daha önce defalarca Kürt direnişçilere karşı teknolojik savaşın en üst düzeyde kullanılmasını talep eden Ahmet Altan ve ekibi de ne olduysa hükümetlerini artık yerden yere vurmaya başladılar. Demokratik olduklarına inanmıyorum, eskimiş arzularını gideremeyen bir nesneye çakar gibi hırsla çakıyorlar. Bu zor ve keskin zamanlarda sanırım Kürtler için yapılacak iyiliklerin başında ordu ve polisin hem nitelik hem de nicelik olarak Kürt yerleşim yerlerinde bulunma gerekçelerini sorgulamak olur. Bunu asla yapamadılar. Aynı gazetede Emre Uslu denen uydunun önde gideni Batı Kürdistan’daki fiili özerklik durumunu sürekli PKK cumhuriyeti diye niteleyerek Türk kamuoyu ve hükümetine açık işgal çağrıları yapmaktadır. Dilsiz şeytan değil, dili mikrop yuvası bir şeytan olmanın hazzını yaşıyor.
   Devletin güvenliği esasları gereğince doğayı yakıp yıkan, doğal varlıklar için bile hayatı cehenneme çeviren kahredici Türk gücü karşısında ses çıkaramayan ulusal ve uluslararası doğa ve çevre örgütleri de bu savaşın bir başka araçlarıdır.
   Şemdinli’de yaşanan süreci tümden kriminalize ederek orada yaşayan şehirlilerin ve köylülerin sorunlarına çare aramayan, bunu sorgulamayan hümanizma da kirli savaş tarafı bir aygıttan başka bir şey değil.
     

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.