Social Icons

.

Pages

7 Ağustos 2012

Babadan Oğula, Apartheid'den Kürdistan'a Acımasızlık


1959: Irak’ta  General Abdülkerim Kasım, Irak Kralı Faysal’a karşı bir ayaklanma başlatır ve onu devirir. Bu arada Kasım, Kürtlere otonomi sözü vermiştir.  Mustafa Barzani ile görüşmeler yapar. İşbirliğine gider. Aynı yıl Sefav adlı milliyetçi bir Arap generalin komutasında Kasım’a karşı bir kalkışma olur. Barzani ve Kasım’ın birlikleri Sefav’ı bastırır. Türkmenler Sefav’dan yana tavır almıştır. Bu olaylarda birkaç Türkmen isyancı öldürülür. Ankara’da panik başlamıştır. CHP ve DP milletvekilleri Türkmenlerin öldürülmesine misilleme olarak Türkiye’de yaşayan Kürtleri katletme önerileri yaparlar. Bu öneri en üst düzeyde destek bulur. Celal Bayar bile binlerce idamdan söz eder. Kürtçü yayın yaptığı iddia edilen dergiler kapatılır. Bu arada Diyarbakır’da yayın yapan İleri Yurt gazetesinden genç bir yazar, Musa Anter “Kımıl” metaforuyla sömürgeci tüm davranışları teşhir eder, şiirin sonunda “Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.’ diyordu. Türk basını nazileri aratmayacak çabuklukta buna cevap verir; Yeni Sabah’tan Cumhuriyet’e, ondan Akşam’a, Ulus’a, Zafer gazetelerine kadar Anter ve Kürtlere karşı linç başlatılır. Fakat çok gariptir Ödemiş Cephe diye yerel bir gazete bu milli linçi alaya alacak bir dille: “İstanbul gazeteleri kıyamet koparıyor. Diyarbakır’da çıkan İleri Yurt gazetesi Kürtçe bir şiir neşretmiş. Bakın Küstaha. Genelevlere kadar ‘Welcome’ diye Amerikanca yazılan memleketimizde, Kürtçe şiir Garbilik şerefimize dokunuyor...” cesur bir adım atar. Sonrası malum, yargılamalar, sürgünler, işkenceler… ( O dönemin Yıldıray Oğurları, Yılmaz Özdilleri, Hilal Kaplanları Ödemiş Cephe gazetesine Qandil (Hewler) muhibbi dediler mi bilmiyorum. Dememişlerse bu yeni yetme Nazilerden akıllılar demek ki… Ama İleri Yurt gazetesine kağıdın hangi firmanın verdiğini sormuşlar.)
1960 (Güney Afrika): Kürtler dağlarda küçük bir umut diye Newroz ateşleri yakarken tam 21 Mart 1960 yılında Sharpeville’de
Ulusal Parti iktidarı, ayrımcılığa karşı çıkan siyahların düzenlediği barışçıl bir yürüyüşe müdahale edecek onlarca insan yaşamını yitirecekti. Seyahat ve gösteri haklarını kısıtlayan Apartheid rejim ilk krizi atlatamayacak, giderek sonunu getirecek bir silahlı mücadeleyle de on yıllarca boğuşma durumuna gelecekti.  Afrika Ulusal Kongresi silahlı bir örgüt olan Umkhonto we Sizwe (ulusal mızrak) yi kurar. Başına da o dönem ANC’nin liderlerinden Nelson Mandela getirilir. 1964 yılında Rivonia Davası duruşmalarında Mandela, “Bu yargılamayı ve mahkemeyi tanımıyorum, Apartheid rejimin tüm ayrımcı yasaları ve keyfi uygulamaları devrimci şiddetimizi meşru kılıyor.” diyecek ve 27 yıl sürecek  mahkûmiyeti başlayacaktı. 
    1976 ( Güney Afrika): 16 Haziran’da binlerce siyah öğrenci ulusal dillerinin yasaklanmasını protesto etmek için Johannesburg'un Sovveto kasabalarında ayaklanır. Barışçıl gösteriler düzenlerler. Polisin müdahalesi sonucu yüzlerce insan yaşamını yitirir. Siyahi dalga giderek güçlenir. Ülkenin tümünü kasıp kavurur. Bu sıralarda Angola’da siyahlar beyaz Portekiz sömürgecilerini yenmiştir. Güney Afrika rejimi Angola’yı işgale kalkışır ama büyük bir yenilgi alır. 1978 yılında Sovveto ayaklanması bastırıldığında geride 800 siyah ölü bırakacaktı. ( Beyaz rejimin liberal ve milliyetçi yazar çizer takımı sürekli öldürülen polislerden söz eder. Yine aynı rejimin uydu entelektüelleri siyahların kazanamayacakları bir savaşa girdiğini, çocukları kullandığını, bu ölümlerin sebebi olarak ANC ve Komünist partiyi suçlarlar. Moskova uşağı, Bakü muhipleri o dönem için siyah direnişçilere destek veren beyaz sosyalistlerdi.)
   1978 ( Kürdistan): Diyarbakır’ın Fis köyünde Türk rejiminin sömürgeci olduğunu, Kürdistan’dan gitmesi gerektiğini söyleyen bir hareket partilileşir: PKK… Afrika’da siyah ayaklanma bastırılmışken olacak şey miydi bu? Türk rejiminin sağı solu, aydını, cahili, entelektüeli, Müslümanı bu örgüte terörist diyecek, argümanlarının yetersiz kaldığı zamanlarda iyi Kürtleri kullanacak, onlara dünyayı dar etme savaşı verecektir. Sonrası bilinen süreç...
1990’lar: Rivonia davasının bir numaralı sanığı Nelson Mandela hapisten şartsız salıverildi. Birkaç yıl sonra Sharpeville’de demokratik Güney Afrika Anayasası kabul edildi. 1994 yılında ilk demokratik seçimler yapıldı, siyahlar ezici bir çoğunlukla galip geldi. Güney Kürdistan’da fiili bir otonominin altyapısı oluştu. Kuzey Kürdistan’ın birçok yerinde Türk rejimine karşı halk ayaklanmaları başlatıldı. Kanlı bir şekilde bastırıldı bu ayaklanmalar. O dönemin ulusalcı, sağcı, solcu(sosyal demokrat) liberal, dindar entelektüel tayfa PKK’yi intihar etmekle suçladı, Kürt halkına zarar vermekle itham etti. Aynı yıllarda PKK aynı zamanda hem ABD uşağıydı( U. Mumcu ve tayfası için) hem Moskova uşağı Satlinist bir piyon örgüttü. ( liberal, dinci ve milliyetçilere göre) Bunların tamamı her öldürdükleri Kürt için PKK’yi suçladılar. Onun halkı intihara sürüklediğini iddia ettiler.
    2012: (Kürdistan) PKK, uluslar arası durumun da ortaya çıkardığı dinamiklerden yararlanarak özerk Kürdistan hedefini hem teorik hem de pratik olarak hayata geçireceğini duyurdu. Bir dizi eylem yaptı. Saha hakimiyeti taktiğiyle ordu güçlerini birkaç hafta karakollara hapsetti. Hala Türk rejiminin uyduları gazeteciler, aydınlar, yazarlar PKK’yi intihar etmekle suçlarlar. Arada Ödemiş Cephe gibisinden insani yaklaşımlar çıksa da aynı rejimin korosu hemen insani cepheyi Qandil muhibbi, Esad maşası, İran piyonu olmakla suçluyorlar.
   Temel değerlendirme: Ulusal bir gen olarak babadan oğula, başbakandan, gazeteciye, öncüsünden ardılına geçen sömürgeci acımasızlık bugünkü gazetelerde Yılmaz Özdil, Aslı Aydıntaşbaş, Avni Özgürel, Yıldıray Oğur, Melih Altınok, Taha Akyol ve benzerleri şeklinde fotoğraflanmıştır. Kürtlere ve onların dostlarına karşı yürütülen savaşın beyaz bayraktarları için kaç yıl sonrası yenilgi yılları olacak bilmiyorum, ama o gün onların yüzüne tükürmek için sıraya giren Kürtlerden olmayacağım. Kenarda durup bu dramatik haklı tükürme eyleminin ahlaki boyutunu deşeceğim. Acıyacağım bu güruha…
    

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.