Social Icons

.

Pages

11 Eylül 2010

Plehanov’u Okuyorum, İkna oluyorum


Ülkede Elif Şafak mistisizmi alıp başını gidince bir tek Elif Şafak kitabı okumuş bir garip olarak diğerlerini okumadan da bir fikrim olacağı kanısına vardım ve cahillik edip cesaretle bunu yazıyorum. Önce soyut nesnelere “yücelik” atfedip sonra o yüceliğe herkesin ulaşamayacağı fikrini işleyerek belli sembollerle, simgelerle anlatma işine giren 19.yüzyıl Fransız sembolistlerini aratmayacak bir tarzdır mistizm bir bakıma. Sözgelimi Kuran-Kerim’de cennette bol şarap vaadediliyorsa mistik olan bu şarabın günümüzdeki şarpalarla ilgisi olmadığını, o yüce yaratıcının özel bir şarabı olduğu düşüncesi zaten toplumda hakim. Mistik yazarın işi burda akılsızlık edip toplumun inanmışlık ve adanmşılıkla akıl-dışı kabullenmişliğinin gerekçelerini hazırlamak oluyor. Kimi zaman şarap, soyut, herkesin ulaşamayacağı bir nesne olarak sunulur, kimi zaman da bazılarının ulaşabileceği kolaylık olarak yansıtılır.  Yani somut bir nesneyi soyutlama işi olduğu kadar, aşk gibi soyut bir meseleyi somutlayarak okur için ulaşılmaz kılmak da söz konusu.
  
 “ Mistisizm, aklın uzlaşamaz düşmanıdır.” der Plehanov. Fakat aklın düşmanları yalnızca mistisizm yoluna dizilenler  değildir, bazen aklın yanında olanlar da eserlerine sindirdiklerleri çelişkilerle bu düşmanlığa ortak olurlar. Şimdi gelelim bu düşmanlığın başını çeken yazara… Plehanov’a göre bu tip düşmanlıkların başında Knut Hamsun geliyor.
“Krallığın Eşiğinde adlı oynun kahramanı İvar Karenon’un şahsında –Knut Hamsun’un kendi kanılarını temsil etmektedir- bir yandan kendilerini proleterleşemeye doğru iten kapitalist rejime karşı başkaldırır, devrimci tavırlar takınırken diğer yandan dar mülkiyet anlayışı yüzünden işçi sınıfından ve sosyalizmden korku ve nefretle uzak duran, hatta giderek toplumsal irticanın peşine takılarak, işçi sınıfının yok edilmesini, işçilerin taleplerini yok sayacak terörcü bir diktatörün gelmesini arzulamaya varacak kadar bir ruh halini savunmaktadır.” ( Bu bölüm bizdeki bir kesim solcu küçük burjuva ruh hallerini yansıtıyor. Baktılar sorun merkezinde olan sorunlulular çok, onların taleplerini dillendirmek zor, hemen yan çizip egemenlerle işbirliği halinde parçalı demokrasi taleplerini sürekli devrim talebi olarak sunmaya başladılar. Bu defa yaşadılkları ruh hali giderek talep eden Kürt’ün, Alevinin, işçinin, eşcinselin, Ermeninin yok olması için mesih beklemeye başladılar. Bu kesimin çoğu da mistisizmin akıl-dışı hurafelerinden beslenir. Sanırım Erdoğan, bu kesimin mesihi…)Plehanov yukarıdaki tespiti yaparken açık faşist rejimler hala Avrupa’da yüznü göstermemiştir. Ama faşizmin piskolojik köklerini aydınlatmak için ışık olabilecek tespitler yapmıştır. Daha sonra görülecektir ki faşizmin açık milis gücü sosyalizmden hoşnut olmayan bu küçük burjuva sürü olacaktır.
   
 “Flaubert, Gerog Sand’a yazdığı 8 Eylül 1871 tarihli mektubunda şöyle der:  ‘Kalabalığın, sürünün daima nefrete müstehak olacağına inanıyorum. Önemli olan daima aynı kalan ve meşaleyi elden ele devreden bir avuç kafalı insandır.” Genel oy hakkının “insan aklının yüzkarası” olduğu, çünkü onun sayesinde paraya bile hükmetmenin yoksullar arasında gelişeceği tehlikesi muhfazakar Flaubert’i çileden çıkarmaştır. (Bizdeki muhafazakarların günümüzde taze bir gelinin sike sayıldığı gibi oya ve sandığa sarıldıklarına bakmayın siz, bu tip haklar yüzyıl öncesinde muhafazakarların, soyluların, büyük sermayelerin karşısında olduğu tehlikeli haklardı. Şimdilerde ise bu yolla sahip oldukları egemenlik alanlarını genişletmeye çalışıyorlar. )

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.