Social Icons

.

Pages

13 Mayıs 2011

Taraf'ın Buyurgan Yazarları

    Eğer 10 Mayıs 2011 tarihli Taraf gazetesi okuyanlarınız varsa neredeyse ağızbirliği etmişçesine birçok yazarın BDP’nin Kürt bölgelerinde “egemen siyasetinden” söz ettiğini de hatırlar. Siyaset teorisinde egemenlik, yani buyurganlık (domination) toplumsal dizaynda siyasi kurumsallaşmayı tepeden tırnağa örgütlemek, bu örgütler aracılığıyla muhalif olanı siyaset dışı unsurlarla tasfiye etmek demektir. Benim bildiğim, bölgede BDP ile diğer siyasi partiler arasında bir çekişme var, üstelik pek adil bir çekişme değil; idari ve askeri kurumların bazı yerlerde AKP, bazı yerlerde CHP (Tunceli-Varto vb.) bazı yerlerde MHP’yi açıktan refere eden taraftarlığı göz önüne alındığında Taraf yazarlarının haksız, vicdansız değerlendirmeleri Mustazaf-Der şahsında devlet güdümlü terörü teşvik etmek, bundan tarafı oldukları siyasi partiye kazanç sağlama şeklinde aşağılıkça bir niyeti rahatlıkla okuyabiliriz.  Egemen siyaset, kendi meşruiyetini organize ederken çeşitli araçlar kullanır. Bu araçlardan en önemlisi aydınların nitelikli entelektüel gücünden yararlanmak… Fiziki baskılar, siyasi baskılar, sosyal baskılar ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın aydınların ikna gücünden yararlanan iktidar sürekli madalyonun çamursuz tarafını gösterir.  
   Murat Belge’den başlayıp Taraf’ın paçoz liberallerine sirayet eden iktidarın ikna araçlığı Hizbullah’ın tarihsel konumunu, devletle, ergenekonla, generallerle ilişkilerini unutturmak adına ,AKP’ye siyasi avantaj sağlamak üzere PKK’yi bile BDP’den sempatik gösteren yaklaşımlarıyla entelektüel kirliliğin daniskasını sergilemişlerdir. Seçtikleri sözcükler ne kadar çarpıcı olursa olsun, anlam yükledikleri cümleler ne kadar teorik olursa olsun vermek istedikleri mesajı Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu vermişti: “siyaset dışı unsurlara yol görünüyor.” gibisinden…  Kerameti kendinden menkul tespitler, sözler, tehditler… Eğer bölgede devlet hegemonyası dışında birbirinden bağımsız iki gücün çekişmesi olsaydı bu durumda BDP’nin baskın siyasi anlayışına giderek egemen siyasetin dili diyebilirdik. Ama BDP, en doğal politik araçlardan bile yoksun bırakılırken konuyu bu minvalde tartışmak akılsızlıktır desem abartmış olmam. İktidarın politik kurumlarını sıralarsak:
  • Anayasa
  •   Terörle Mücadele Kanunu
  • Güvenlik aygıtları
  • Yargı kurumları
  • Hükümet gücü
  • Yerel mulatolar (korucular vb.
  •  Siyaset dışı unsurlar
  •  Okullar
  • Camiler
Bunların varlığı bölgede herhangi bir demokratik düzeni tesis etmeye yönelik değil, asimilasyonun farklı biçimlerini örgütlemeye yöneliktir. Bu kurumların mevcut haliyle varlığı dönüştürülmeden BDP’yi egemen siyaset teoremi çerçevesinde değerlendirmek cin Yıldıray ve şürekasının hümanizması olsa gerek.
Şöyle bitireyim: Aslında Melih Altınok şeker, çevresi zehirdir.  Belki de genç Kürtlerin, insaf sahibi liberallerin, yoksulların, çiğ de olsa solcu gençlerin bu arkadaşımızdan haliyle beklentileri olacak ama o, tüm dirayetini, tüm enerjisini, sahip olduğu bilgeliği bir çırpıda hegemonyanın pazarlarında piyasaya çıkarmıştır.  Evet, sanırım ülkede “sol açık” olmak böyle bir şey.


1 yorum:

Adsız dedi ki...

cok tesekkurler ilginc

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.