Social Icons

.

Pages

21 Temmuz 2011

Fablların “Kötü Karakterleri” Kafasıyla Kürt sorununu Çözmek

   Son günlerde anaakım medyanın “köşe”cilerinin önemli bir miktarı bir araya gelmiş kafa kafaya vermişçesine dağda bayırda yaşayan rakiplerini nasıl yeneceklerinin plan programını yapıyorlar. Yapabilirler, bunda sorun yok. Yaptıkları şeyin adına “barış” demezler mi, işin suyunu çıkarmak dedikleri bu... Kürtlerin doğal hak taleplerine saygıları olmadığı için onları sürekli dağda, bayırda, çayırda yok edilmesi gereken öküz olarak gördüklerinden olsa gerek kendilerine aslan pozu vermişler. Hikâye biliniyor; aslanlar, öküzlerle olan savaşı kazanamayınca anlaşma ve “barış” yoluna giderler. Önce öküzlerden boz olanını, sonra kuyruğu uzun olanını, daha sonra boynuzları yamuk olanını, en sonunda da lider sarı öküzü parçalarlar ve egemenliklerini ilan ederler. Belki her gün okuyorsunuz PKK’nin şahinleri, güvercinleri, stalinistleri, iyileri, kötüleri, İmralılısı, Kandillisi, popçusu, topçusu, seveceni, canavarı vs vs vs üzerinden onlarca yazı var bu aralar “aslanlar” medyasında. Tabi, gerçek hayatta bu işler fabllardaki gibi yürümüyor.
    Öcalan, geçen pazartesi avukatlarıyla yaptığı görüşmede “Uslulaşan” bu aslancıkları söylemsiz bıraktı, çözümsüz bıraktı. Bu aslancıkların “et” ve “ot” üzerinden inşa ettikleri savaş planını darma duman etti. “Uslulaşan” aslancıkların dilinde ana fikir kesinlikle Kürtleri yaşadıkları tarihsel acılarla korkutmak oluyor. Militarizmin dibine vurmuş bu güruh, Öcalan’ın dağında gedik açamayınca ertesi gün(bugün) hemen “Diyarbakır, Tahrir olmaz, Bingazi olmaz, uluslararası desteği yok” gibi diplomatik argümanlarla da Kürtlerin umutlarını kırma operasyonuna başladılar. Bir süre daha devam edecek.
   Mesela bunların en cesuru Potomyalı Yıldıray (Geçenki yazımda Meletos demiştim, o gün Sırrı Süreya Önder’i mahkemelere ispiyonluyordu.) 1992 yılında bir taktik olarak ortaya konan şehir ayaklanmalarının başarısız olduğunu iddia ediyor. Adına da strateji diyor. Hocası Sedat Laçiner olanın aklın 1992 yılından bu yana Kürtlerin siyasi kazanımlarının bugünkü pratik sonuçlarını görmesi imkansız. Yani uyanık Potomyalıya şunu demek yeterli: “Evet, şehir ayaklanmaları teorisi en somut haliyle pratize edilmiş ve başarılmıştır.” Bugünkü 36 MV ve onca  belediye ve komün o sürecin bir sonucu. Devlet dilini ıslah etmeden, demokratik talepleri somutlaştırmadan “Ben insanları ölmesin, barış olsun istiyorum.” demesi de bir çatışma sonrası yorulan subayın toparlanana kadarki “merhamet aslancıklığı…”
   Bu savaş dilinin ikinci büyük cesuru da Likonlu Markar, “Başbakanın milli tasfiye, sorunsuz Kürt, karnı şişirilecek ama beyni dumura uğratılacak Kürt” projesini de barış projesi sayıyor ve Kürtlerin siyasi temsilcilerini, PKK’nin yaptığı her eylemden sorumlu tutacak kadar “makbul bir Ermeni” rolüyle yeni yayınlanan kitabının promosyonunu yapıyor. Buna göre işler tıkırında, barış tüm doğal ve siyasi taleplerden vazgeçmekle olurmuş. Ermeni bir kadın arkadaşım vardı, bir yıl aynı yerde çalışıyorduk. Mari, taktığı Haçlı kolye yüzünden sokaklarda uğradığı tacizleri anlatırdı hep. Dizgici-grafiker olduğu için de İnkilap Tarihi kitaplarını dizdiğinde de resmi hakaretleri okurdu. Nasıl bir ruh haline girdiğini anlatamam… Markar’ın Timaş Yayınlarında kitap yayınlatması ona göre barışın biricik zemini…
   Daha bunlar gibi onlarcası var; alayı,  aynı cümlelere aynı sözcüklere yükledikleri faşizmin o “söyletme mecburiyetiyle”  her gün biraz daha çakallaşarak, aslanlaşarak “parçalanacak öküzler” olarak gördükleri Kürtler üzerinden yazmaya devam ediyor.
             Potomyalılar ve Likonlular İçin Kısa Notlar:
   Demokratik özerklik, bölgesel bağımsızlığın ilanı değildir. Muhtemelen önümüzdeki dönemde yeni bir anayasa yapılacaktır. Demokratik özerklik olası statüko ve vesayete karşı bir çıkıştır. Eğer anayasa sürecine Kürtlerin “doğal haklarını ve sorunlarını talep eden temsilcileri” katılırlarsa demokratik özerklik bölgede siyasi, idari ve ekonomik bir örgütlenme, olacak(yasal sınırlar içinde), aksi durumda bir direniş ilanı olacaktır. Bu durumda demokratik özerklik belki de Kürtler için tarihin en anlamlı çıkışıdır. Ülke anayasasını bir nevi gündemlerine erken aldılar. Olan biten bu…
     Bir diğer not: AKP, Kürt bölgelerinde çok ciddi bir kaynak arayışında. Her dağdan, her vadiden, her ormandan HES’ler ile , maden çıkarmak ile bölgeyi devasa uluslararası şirketlerin sermayesine açmış durumda. Bunlar önündeki en büyük engel bölgede yaşanan sorunlar. Haliyle bu meseleyi çözmezse kendisi de Türk siyasi partilerinin hazin sonuyla yüzleşecek. Bu açıdan bakarsanız bence kansız, savaşsız yollar önerin iktidarınıza.
    O çokça sizde bulunan “Uslu” aklınızı kendinize sermaye etmenize kızmıyorum. Lakin Kürtlerin “Aqle sevik, bare grane.” Sözünü hatırlatmak isterim.  “Hafif akıl, ağır yüktür.”
     


Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.