12 KASIM 2011 CUMARTESI
Bu yazı Ulaş Ozan tarafından yazılmıştır. Yeni Özgür Politika gazetesinin Politikart ekinin 77.sayısında yayınlanmıştır.
"Aynı vadide tam elli beş yıl önce Türk ordusunun o kahredici gücü aynı tepeleri zapt etmiş, aynı kararlılık ve aynı amaçlarla bombalamış, onlarca insanın ölümüne sebep olmuştu. Yağmur ve kar altındaki bu kuşatmada köyün dört bir yanından rastgele ateşler açılıyor, evler havan mermileriyle dövülüyor, bombaatarlarla taranıyordu sokaklar, harman yeri ve az aşağıdaki boş tarlada oynayan çocuklar…"
Dêrsim'de 1990'lı yıllara ait savaş suçları sıralansa ilk sırayı, ancak Borges'in hikayelerinde rastlayacağımız, Türk ordusunda görevli bir subayın 93 kışında işlediği iki cinayet alır. Ordunun bu yıllarda görevli subaylarından her biri karanlık dosyaların içinden fırlamış "Patlak Surat, Şişkin Göz, Koca Kulak" gibi lakaplarla anılan Bataklık Melekleri Çetesi'nin üyesi gibi…
Yüzyıldır bölgede savaş görevi dışında "soylu duygularla" "rastgele doğan Kürt çocuklara" Türklük öğretmek de olan subaylardan Şenol Yüzbaşı (1993 yılında Ovacık İlçe Jandarma Komutanı, yöre halkı binbaşı olarak bilir. Yüzbaşı olduğunu düşünüyorum) aynı yılın aralık ayının başında Çemberlitaş köyü Pojvenk [1] mezrasında yüzlerce askeriyle bir operasyona çıkar. Savaş kapasitelerini deneye çeviren manyak subayların savaşçı yeteneklerini sınama alanı olarak gördükleri bir yerdi de Dêrsim. III. Petro'nun öldürülmesinden sonra yeni Çar olduğunu iddia eden Yamelyan Pugacev'in gaspçı özellikleri de bu yüzbaşının sırtında taşıdığı çantaya yerleşmişti adeta… Belki Pugacev ile amaçları farklıydı, ama bu yörede görev yapan subayların birçoğu bir 10 Kasım günü vefat eden malum Ata'larının hala kendi benliklerinde yaşadığını iddia eder. Son derece "modern" saiklerle eğitilen Türk subaylarının bu metafizik inanışları da bir başka garip çelişki... Onlara göre Ata ölmemişti, her genç subayın ruhunda, kişiliğinde; bir deneyci, deney satıcısı, ıslah edici, eğitici, Türklük aşılayıcısı, gazap verici özellikleriyle yaşıyor, yaşayacaktı.
Bir aralık günü Şenol Yüzbaşı'nın, "gazap verici" askerleri için Pojvenk köylülerinin evlerini konaklama amacıyla işgal girişimi köylülerin sert direnişiyle karşılaşır. Otoritesini anında konuşturarak köylüleri harman yerine toplar, soğuğa aldırmadan bu esmer gülüşlülere unutamayacakları bir ders vermek ister. Uzun bacakları üstüne tutturduğu gövdesine eşlik eden sarı yüzünü ekşiterek, kaşlarını Ata'sından miras çeviklikle çatarak "Niçin Türk'üz, neden Türk olmalıyız, kardeş olmanın gereği nedir, neden evlerinin kapılarını peygamber ocağının bu masum neferlerine açmadıklarına dair" tok sesiyle nutuk çeker. Arada genç bir kadının yaptığı itirazı da hakaret algılayıp kadını dipçikletmeye başlar. Az önce soğuktan ve korkudan yüzleri çiçek moruna dönen köylüler bu uygulamaya taşlarla karşılık verirler. Bu karşılıklı öfkeden köylülerin zararlı çıkacağını düşünen hamile, genç bir gelin, Şenol subayın ayaklarına kapanarak af diler. Yüzbaşı, merhamete gelmesine rağmen gözüne on üç yaşlarında biri kız biri erkek iki çocuğu kestirir ve olayları onların kışkırttığını düşünür. (Yıldıray Oğur ve Taraf çetesinden biri bu olayı izliyor olsaydı muhtemelen köylülerin birkaç taş eylemiyle dipçikli, silahlı, hava destekli askerlerin gücünü eşitleyecekti. O anda orada olmamaları büyük şans!) Yüzbaşıya göre olayların failleri PKK milisi Mehmet'in on üç yaşındaki kızı Nuray ve yine ailecek PKK militanlarına yardım ettiğini düşündüğü Hasan Amca'nın on bir çocuğundan Halil… Bu iki çocuğun gözlerinin içine bakarak daha "şatafatlı bir günde" köyü ziyaret edeceğini söyler. Hem Nuray'ın suçu sadece babasının milisliği değildi; Nuray'ın çocuk kalbiyle sevdiği amcası Ahmet de TKP/ML TİKKO militanıydı. Bunu da anımsatmıştı…
Şenol Yüzbaşı günlerce istihbarat yapar, keşif timleri çıkarır. Sonunda Pojvenk köyü civarında bir grup gerillanın faaliyet yürüttüğünün bilgisini edinir. Tüm hazırlıklarını yapar, 13 Aralık gecesi onlarca komando birliğinin de takviyesiyle sabaha doğru vadi tabanında kurulmuş, birkaç evde onlarca insanın yaşadığı mezrayı kuşatmaya aldırtır. Kendisi de operasyonun aktif kumanda ekibindedir. Oysa TİKKO militanlarının bulunduğu ev tespit edilmiştir. Aynı vadide tam elli beş yıl önce Türk ordusunun o kahredici gücü aynı tepeleri zapt etmiş, aynı kararlılık ve aynı amaçlarla bombalamış, onlarca insanın ölümüne sebep olmuştu. Yağmur ve kar altındaki bu kuşatmada köyün dört bir yanından rastgele ateşler açılıyor, evler havan mermileriyle dövülüyor, bombaatarlarla taranıyordu sokaklar, harman yeri ve az aşağıdaki boş tarlada oynayan çocuklar… İlk saldırıda dört militan yaşamını yitirir, biri yaralı, diğer ikisi de sağ olarak kaçmayı başarır. Sağ kaçanlardan biri Nuray'ın amcasıdır. Ama bu "kahredici" sonuç yüzbaşıyı tatmin etmez. Tarlada oynayan çocukların üstüne MG3 ile ateş talimatı verir.
Halil oracıkta bacağına saplanan iki mermiyle yığılıp kalır. Tüm çocuklar olduğu yerde donakalır. Bir önceki operasyonda gözüne kestirdiği PKK milisinin evinin çevresinde iki karartı görür. Oraya da ateş ettirir, Nezir (Halil'in abisi) kurtulur. Ama Nuray, az sonra Nezir'e dönüp "Aha, Nezir şuracığımda bir ısı var" der göğsünü işaret ederek. Nezir, kardeşinin başından geçenlerden habersiz Nuray'ı taşır doktora götürmek için ama nafile… Şenol Yüzbaşı, Nuray'ı tanımıştır, babasını da öğrenmiştir, amcasını da… Saatlerce doktor müdahalesi için izin verilmez. Nuray, bir Türk subayının "gazap verici" gücünün denendiği bu çatışmada yaşamını yitirir. Sabah saat sekizde başlayan çatışma, akşam saat dörtte ikisi çocuk 6 insanın yaşamını yitirmesiyle biter. Geride devlete öfkesi her geçen gün artan babalar, kardeşler, anneler, komşular kalır. Hepsi çaresizliğin en acımasız biçimiyle yaşadılar.
Bu olay resmi kayıtlara terör zayiatı diye geçirilmiştir. Savcısı, kaymakamı, doktoru, yargıcı, subayı böyle istemiştir. Sonrasında köylülerin zorlamasıyla avukatların girişimiyle adli tıp raporları çıkarılıp, çocukların asker kurşunlarıyla öldürüldüğü tespit edilmesine rağmen AİHM nezdinde 90'lar ikliminde korkudan hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Türkleştirme aşkıyla 1993 yılında hunharca katledilen Dêrsim'in bu Uğur Kaymazları, Nuray ve Halil'in ailelerinin durumunu dramatize etmeyeceğim. Çatışma travması bir Kürt'ü nasıl vuruyorsa aileleri de öyle vurmuştur…
Halil Laço: Kimlik adı Namık Kemal Laço, ilköğretim öğrencisiydi. Hala on üç yaşında…
Nuray Laço'nun amcası Ahmet Laço, daha sonra bir çatışmada yaşamını yitirdi… Nuray hala on üç yaşında…
[1] Pojvenk: Ermenice bir köy adıdır. Çatışmadan sonra adı Öğütlü olarak devşirildi. (Öğüt vermekten Öğütlü)
Dêrsim'de 1990'lı yıllara ait savaş suçları sıralansa ilk sırayı, ancak Borges'in hikayelerinde rastlayacağımız, Türk ordusunda görevli bir subayın 93 kışında işlediği iki cinayet alır. Ordunun bu yıllarda görevli subaylarından her biri karanlık dosyaların içinden fırlamış "Patlak Surat, Şişkin Göz, Koca Kulak" gibi lakaplarla anılan Bataklık Melekleri Çetesi'nin üyesi gibi…
Yüzyıldır bölgede savaş görevi dışında "soylu duygularla" "rastgele doğan Kürt çocuklara" Türklük öğretmek de olan subaylardan Şenol Yüzbaşı (1993 yılında Ovacık İlçe Jandarma Komutanı, yöre halkı binbaşı olarak bilir. Yüzbaşı olduğunu düşünüyorum) aynı yılın aralık ayının başında Çemberlitaş köyü Pojvenk [1] mezrasında yüzlerce askeriyle bir operasyona çıkar. Savaş kapasitelerini deneye çeviren manyak subayların savaşçı yeteneklerini sınama alanı olarak gördükleri bir yerdi de Dêrsim. III. Petro'nun öldürülmesinden sonra yeni Çar olduğunu iddia eden Yamelyan Pugacev'in gaspçı özellikleri de bu yüzbaşının sırtında taşıdığı çantaya yerleşmişti adeta… Belki Pugacev ile amaçları farklıydı, ama bu yörede görev yapan subayların birçoğu bir 10 Kasım günü vefat eden malum Ata'larının hala kendi benliklerinde yaşadığını iddia eder. Son derece "modern" saiklerle eğitilen Türk subaylarının bu metafizik inanışları da bir başka garip çelişki... Onlara göre Ata ölmemişti, her genç subayın ruhunda, kişiliğinde; bir deneyci, deney satıcısı, ıslah edici, eğitici, Türklük aşılayıcısı, gazap verici özellikleriyle yaşıyor, yaşayacaktı.
Bir aralık günü Şenol Yüzbaşı'nın, "gazap verici" askerleri için Pojvenk köylülerinin evlerini konaklama amacıyla işgal girişimi köylülerin sert direnişiyle karşılaşır. Otoritesini anında konuşturarak köylüleri harman yerine toplar, soğuğa aldırmadan bu esmer gülüşlülere unutamayacakları bir ders vermek ister. Uzun bacakları üstüne tutturduğu gövdesine eşlik eden sarı yüzünü ekşiterek, kaşlarını Ata'sından miras çeviklikle çatarak "Niçin Türk'üz, neden Türk olmalıyız, kardeş olmanın gereği nedir, neden evlerinin kapılarını peygamber ocağının bu masum neferlerine açmadıklarına dair" tok sesiyle nutuk çeker. Arada genç bir kadının yaptığı itirazı da hakaret algılayıp kadını dipçikletmeye başlar. Az önce soğuktan ve korkudan yüzleri çiçek moruna dönen köylüler bu uygulamaya taşlarla karşılık verirler. Bu karşılıklı öfkeden köylülerin zararlı çıkacağını düşünen hamile, genç bir gelin, Şenol subayın ayaklarına kapanarak af diler. Yüzbaşı, merhamete gelmesine rağmen gözüne on üç yaşlarında biri kız biri erkek iki çocuğu kestirir ve olayları onların kışkırttığını düşünür. (Yıldıray Oğur ve Taraf çetesinden biri bu olayı izliyor olsaydı muhtemelen köylülerin birkaç taş eylemiyle dipçikli, silahlı, hava destekli askerlerin gücünü eşitleyecekti. O anda orada olmamaları büyük şans!) Yüzbaşıya göre olayların failleri PKK milisi Mehmet'in on üç yaşındaki kızı Nuray ve yine ailecek PKK militanlarına yardım ettiğini düşündüğü Hasan Amca'nın on bir çocuğundan Halil… Bu iki çocuğun gözlerinin içine bakarak daha "şatafatlı bir günde" köyü ziyaret edeceğini söyler. Hem Nuray'ın suçu sadece babasının milisliği değildi; Nuray'ın çocuk kalbiyle sevdiği amcası Ahmet de TKP/ML TİKKO militanıydı. Bunu da anımsatmıştı…
Şenol Yüzbaşı günlerce istihbarat yapar, keşif timleri çıkarır. Sonunda Pojvenk köyü civarında bir grup gerillanın faaliyet yürüttüğünün bilgisini edinir. Tüm hazırlıklarını yapar, 13 Aralık gecesi onlarca komando birliğinin de takviyesiyle sabaha doğru vadi tabanında kurulmuş, birkaç evde onlarca insanın yaşadığı mezrayı kuşatmaya aldırtır. Kendisi de operasyonun aktif kumanda ekibindedir. Oysa TİKKO militanlarının bulunduğu ev tespit edilmiştir. Aynı vadide tam elli beş yıl önce Türk ordusunun o kahredici gücü aynı tepeleri zapt etmiş, aynı kararlılık ve aynı amaçlarla bombalamış, onlarca insanın ölümüne sebep olmuştu. Yağmur ve kar altındaki bu kuşatmada köyün dört bir yanından rastgele ateşler açılıyor, evler havan mermileriyle dövülüyor, bombaatarlarla taranıyordu sokaklar, harman yeri ve az aşağıdaki boş tarlada oynayan çocuklar… İlk saldırıda dört militan yaşamını yitirir, biri yaralı, diğer ikisi de sağ olarak kaçmayı başarır. Sağ kaçanlardan biri Nuray'ın amcasıdır. Ama bu "kahredici" sonuç yüzbaşıyı tatmin etmez. Tarlada oynayan çocukların üstüne MG3 ile ateş talimatı verir.
Halil oracıkta bacağına saplanan iki mermiyle yığılıp kalır. Tüm çocuklar olduğu yerde donakalır. Bir önceki operasyonda gözüne kestirdiği PKK milisinin evinin çevresinde iki karartı görür. Oraya da ateş ettirir, Nezir (Halil'in abisi) kurtulur. Ama Nuray, az sonra Nezir'e dönüp "Aha, Nezir şuracığımda bir ısı var" der göğsünü işaret ederek. Nezir, kardeşinin başından geçenlerden habersiz Nuray'ı taşır doktora götürmek için ama nafile… Şenol Yüzbaşı, Nuray'ı tanımıştır, babasını da öğrenmiştir, amcasını da… Saatlerce doktor müdahalesi için izin verilmez. Nuray, bir Türk subayının "gazap verici" gücünün denendiği bu çatışmada yaşamını yitirir. Sabah saat sekizde başlayan çatışma, akşam saat dörtte ikisi çocuk 6 insanın yaşamını yitirmesiyle biter. Geride devlete öfkesi her geçen gün artan babalar, kardeşler, anneler, komşular kalır. Hepsi çaresizliğin en acımasız biçimiyle yaşadılar.
Bu olay resmi kayıtlara terör zayiatı diye geçirilmiştir. Savcısı, kaymakamı, doktoru, yargıcı, subayı böyle istemiştir. Sonrasında köylülerin zorlamasıyla avukatların girişimiyle adli tıp raporları çıkarılıp, çocukların asker kurşunlarıyla öldürüldüğü tespit edilmesine rağmen AİHM nezdinde 90'lar ikliminde korkudan hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Türkleştirme aşkıyla 1993 yılında hunharca katledilen Dêrsim'in bu Uğur Kaymazları, Nuray ve Halil'in ailelerinin durumunu dramatize etmeyeceğim. Çatışma travması bir Kürt'ü nasıl vuruyorsa aileleri de öyle vurmuştur…
Halil Laço: Kimlik adı Namık Kemal Laço, ilköğretim öğrencisiydi. Hala on üç yaşında…
Nuray Laço'nun amcası Ahmet Laço, daha sonra bir çatışmada yaşamını yitirdi… Nuray hala on üç yaşında…
[1] Pojvenk: Ermenice bir köy adıdır. Çatışmadan sonra adı Öğütlü olarak devşirildi. (Öğüt vermekten Öğütlü)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder