Social Icons

.

Pages

12 Ekim 2013

Kürdistan'da ittifak siyaseti. 2

    Bir önceki yazıda daha çok KDP-YNK tandanslı Kürt özgürlük hareketinin ittifak siyasetini özet geçmiştim. Aslında ittifaklar konusunda 1966, 1975, 1979 dönemlerine ait bazı trajik olayları es geçmiştim. Bugün Güney Kürdistan özgür bir parça vatan toprağı olduğu için geçmişin trajik olaylarını deşme yerine daha özgün, daha serinkanlı değerlendirmelere ihtiyaç olduğunu düşündüğümden KDP’nin, YNK’nin  ve Irak Komünist Partisi’nin iç sorunlardaki “vandalca” uygulamalarına değinmemiştim.  Yukarıda bahsi geçen dönemlerde iç sorunlardan ötürü yaşanan “ölümlü” vakıaların çoğu iç ve dış ittifaklarla ilgilidir. PDK-İran genel sekreteri Süleyman Muini’nin öldürülüp İran güvenlik kuvvetlerine teslim edilmesi, İran’ın, kardeşleri tarafından öldürülen Muini’nin cesedini sokaklarda teşhir etmesi ise kan donduran bir iç trajedidir. Yine BAAS rejimiyle yapılan otonomi anlaşmasından hemen bir yıl Sait Kırmızıtoprak (Doktor Şivan),   Hasan Yıkmış (Brusk),Hikmet Buluttekin (Çeko)’nun infazları da Kürt trajediyasının diğer yönü… Çünkü meselenin diğer tarafında 1983 savaşından sonra BAAS güçlerinin alıp kaybettirdiği 8000 Barzani erkeğinin trajedisi var…
    Bu yazıda daha çok PKK, PYD cephesi ile KDP, YNK cephesinin ittifak anlayışlarını kıyaslayacağım. Güney Kürdistan mücadelesinin temel güçleri mücadele tarihi boyunca “Kuzey ve Doğu’daki” Kürtlerin tarihsel düşmanlarıyla (TC ve İran devleti) dönemsel ittifaklar yaptılar.  Bu ittifakları yaptıkları dönemlerde hiçbir “haklılık misyonları” olmamasına rağmen mantığa da bürüdüler bu ilişkilerini. Öcalan ve PKK’nin de Esat ve Suriye BAAS’ı ile bir ittifakı söz konusuydu. En azından Suriye rejimine karşı 1999’a kadar doğrudan savaş başlatmaması böyle okunabilir. Ama PKK asla Kürtlerin tarihsel düşmanları olan Arap ve Fars sömürgecileriyle ortak operasyonlar yapmadı kardeşlerine karşı. Oysa 1983 yılında Öcalan, Şam’a davet ettiği Mesut Barzani ile anlaşma yaptı ve KDP’nin içerisinde yer aldığı Demokratik Vatan Cephesi’nin YNK ile savaşının sonlandırılması için 1986 yılına kadar çaba gösterdi. Bu arada 11 PKK kadrosu da YNK ve YNK yanlısı aşiretler tarafından katlediliyordu.  1983 yılındaki “bırakuji”den sonra 2. bırakuji de 1992 yılında KDP-YNK-Türk devleti işbirliği sonucu yaşandı. Sonuçları Kürtler açısından tam bir felaket oldu. Yüzlerce gerilla, yüzlerce peşmerge bu savaşta Türk devletinin basıncı sonucu birbiriyle çatışmak durumunda kalarak hayatını kaybetti. Bir o kadar da yaralandı. İşin korkunç tarafı, PKK, esir aldığı peşmergeleri asla Saddam rejimine teslim etmedi, ama “Güneyli kardeşler” onlarca yaralı ve sağ gerillayı Türk karakollarına teslim ettiler. Ta ki PKK’nin Güney’den sökülemeyeceği anlaşılıncaya kadar… Şükür ki bugün özgür topraklarda bu tip çatışmalar yok ve artık ulusal kongrenin kapısında olduğumuz dönemlerden geçiyoruz.  2.özgür vatanda(Batı Kürdistan)  ise geçmişin bu tip çatışmalarından asla ders almadığı anlaşılan Suriye KDP’si ve onun etrafındaki Mustafa Cimo grubu hala iç karışıklıkları açık bir iç savaşa kanalize etme derdinde. Ne yazık ki Kuzey’de kendilerine “milliyetçi” diyen bazı kesimlerce savunuluyor.
   PKK’nin ittifak anlayışı:

PKK, 1990’lara kadar hiçbir grupla doğrudan ittifak yapmamıştır. Zaten örgütün kuruluşundan itibaren birçok Türkiye ve Kürdistan solu açık cephe almıştır PKK’ye; hatta bazı gruplar PKK’ye karşı savaş da açmıştır. Ama kendileri yenilmiştir. Bunlardan KUK (RNK) 1986 yılına kadar bu düşmanlığını Güney’de KDP’ye yaslanarak devam ettirmiş sonra tasfiye olmuştur. 1989 yılındaki seçimlerde SHP ile işbirliği yaparak meclise giren DEP’li vekiller ise PKK’nin kontrolü dışında yasal siyasi hareketi başlatmış, daha sonra PKK’nin gelişen mücadelesi karşısında ondan destek almak durumunda kalmışlardır. Bu destek giderek PKK/ERNK-HADEP ilişkisi içerisinde ulusal cephe dinamiği kazanmıştır. PKK’nin 1990’lı yıllarda Türkiye soluyla Dersim’de yaşadığı macera da ilginçtir. TKP/ML ve Dev-Sol/ silahlı propaganda birlikleri, TDKP gerillalarının ortak mücadele çağrısına PKK, “Dönem ikili iktidar ve Halk İktidarı” dönemi olduğu için bu örgütlerden itaat istemiş, Kürdistan’da misafir olduklarını hatırlatmış ARGK’nin (PKK’nin HPG’den önceki askeri gücü) direktifleri doğrultusunda hareket alanlarını kullanmalarını istemiş, daha sonra da bu örgütlerle silahlı çatışmalara girmiştir. PKK,  kendi insiyatifi dışında oluşan herhangi bir ittifaka sıcak bakmadı hiç. Ancak kendi kurumlarının hakim olduğu dönemlerde diğer gruplara “güç birliği, seçim ittifakı, ortak mücadele”  çağrısı yapar. PKK’nin ittifak siyasetinin temel esprisi budur. Bugün PKK’nin epistemolojisine  yöneltilen eleştirileri onun ittifak anlayışına yöneltip onun “milli kurtuluşçu” olmadığını iddia etmek ise 1992 yılı Shov TV tarzı propagandadan ibarettir. ( Bu dönemde birileri Shov TV’ye çıkarak Öcalan’ın Kürtçe bilmediğini bile iddia etmiştir. İlginçtir bunu söyleyenler aynı dönem Beka vadisine giderek Kürtçe Öcalan’dan 2 saat brifing almışlardır. ) KDP’nin siyasi tarihi Irak  soluyla ittifak yapmaktan harap düşmüştür. Üstelik bu ittifakla beraber  YNK ile büyük çatışmalar yaşamıştır. Yüzlerce peşmerge hayatını kaybetmiştir. Aynı şekilde YNK de Irak ve Suriye soluyla ittifak yapmıştır. Seçim ittifakları, TR soluyla Türkiye halkının devlete olan itaatini kırma girişimlerini, küresel koşulların gerektirdiği bazı girişimleri “milliyetçi” ideolojiyle hiçleştirmek ise basit bir kurnazlık ve ahlaksızlık. Eğer TR solu bu ittifaktan güçlü bir isyancı-muhalefet çıkaramazsa ona da yol verilir.  Daha sonuç alıcı bazı girişimler denenir. 
1988'de YNK ve PKK arasında imzalanan protokol 

1983 yılında Öcalan ve Mesut Barzani arasında Şam'da imzalanan anlaşma.  1986'ya kadar devam etti. 
   Bu belgeler, Faysal Dağlı'nın "Kürtlerin İç Savaşı" adlı kitabından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.