Oblomov: İvan Gonçarov'un yarattığı bir tip. Yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, taşralı Rus aritokratının çocuğudur. Çiftliği vardır, köleleri vardır, ama kendisi bütün köklerinden kopmuş derebeyleri gibi onları bir kayhaya bırakıp büyük şehre, devlet kapısına sığınmıştır. Gonçarov'un, Oblomovkya diye canlandırdığı çiftlik ise eski Rusya'nın kendisidir. Bu çiftliği Oblomov rüyasında görür. Oblomovkya köyünde ekmeğini kendi kazanan insanlar arasında artık yalnız bir derebeyi oğlunun eskisidir. Çocukluktan bu gerçeğe iyi hazırlanmamış olan Oblomov, giderek yalnızlaşır ve içine kapanır. Sonunda toplum tarafından taşınamayan bir insan ve kendi sırtına yük olur.
Toplumsal bir zorunluluğun Oblomov’u kuşattığı bu durumu rastgele bir tembellikle açıklamak doğru olmaz. Tembel insan, işten kaçan ve işsizlikte huzuru bulan, tüm ruhsal çatışmalarını içine atan bir tiptir. Oblomov ise hiçbir zaman işe giremeyen, işsizlikten de zevk alamayan bir tiptir. Romanın başında yardımcısı Zahar ile diyalogları bunu gösterir.
“Düşünce Oblomov’un çehresinde serseri bir kuş gibi dolaşıyor, gözlerinden şöyle bir gelip geçiyor, yarı açık dudaklarında biraz duraklıyor, alnının kıvrımlarında saklanıyor, sonra iyice silinip gidiyordu. O zaman bütün çehreyi kayıtsızlığın tek bir ışığı kaplıyordu. Sonra bu kayıtsızlık bütün vücuduna geçiyor, hırkasının kıvrımlarına yayılıyordu.” Yazarın sözünü ettiği hırka da eskiden kalma ve Oblomov’un en değerli eşyasıdır. Bu hırka, eski Rusya’dan kalma. Toplumda gelişen yeni sınıfsal dinamikler karşısında hiçbir rolü kalmayan taşralı Rus aristokratlar, Rusya’ya yeni giren endüstrinin yarattığı çalışma koşullarına ayak uyduramıyorlardı. Atalarının çok eskiden zorbalıkla, hileyle ve cebren ile kazandıkları toprak ve değerlere hiç bir şey ekleyemiyorlardı. Oblomov, tüm bu karmaşa ve gelişim, değişimin gebeliği sonucu toplumun kollarında kalmış bir sosyal bir piçtir. Yeni hayatın artık revaçta olan karakteri Ştolts’tur. Oblomov’un sahip olduğu ruh ve duygu zenginliğinin yanında epey kuru kalan Ştolts, derebeyi hatta Rus bile değildir. Rusya’yı Avrupalılaştırmak isteyen sonradan görmelerin temsilcisidir. Oblomov ölüm tembelliğine yaklaştıkça Ştolst zenginleşir, hayat bulur ve küçük eğlencelerin, partilerin mutlu ettiği yavan bir tipe dönüşür. (Burada parantez açmakta fayda vardır, bizim Batılılaşma maceramızda da böyle bir travma var, cumhuriyet sonrası ülkenin temel sorununun Batılılaşma ile Doğulu kalma arasındaki temel çelişirlikler, kökleri Tanzimat’a dayanmasına rağmen Cumhuriyetle birlikte bu ucube seçkinciliği şaha kaldırmıştır. Dönem aydınlarımızın bir kısmına göre; Arap alfabesi kullandığımız için, kadınlarımız kapalı giyindiği için, burjuva yaşantılar az olduğu için geri kalmışız ve tüm bunları yerine getirirsek kalkınırız Ata’mızın gösterdiği yolda hiç durmadan ilerleriz. Bizdeki Ştolstlar çalışkandır, milliyetçidir, Batılıdır, Ştolstlar sayesinde çağdaş uygarlığı yakalarız, yüzyıldır bu hayalle yaşadık. Yeni dönem yüzyıllık hayaletimiz de Batı’nın ilmini al kültürünü alma üzerine şekilleniyor ki bu felsefenin de kökleri de en az Ştolts’unkiler kadar tehlikelidir. Bunlar ise Batılı gibi çalışır, Batılı gibi zenginleşir ve onlar gibi tüm ilmi bilmi sermayenin hizmetine sokar, ama işte içlerinde milli ve dinsel kaygılar vardır…Neyse işin bu tarafı derin bir siyaset teorisi, ben yine de Oblomov’a döneyim.)
Rusya’nın o dönem hümanizma ya da derin estetiğine değil, zenginliğe ve iktisada ihtiyacı vardır, bunu da ancak Ştolts gibiler başarır. Gonçarov da bu iki karşıt durumda yeni ve zengin olandan taraftır. Oblomov’a hem çok acır hem de hiç acımaz… Kardeş gibi büyüyen bir iki çocukluk arkadaşı hiçbir zaman anlaşamazlar, biri hırka giyse diğeri redingot giyer.
Lenin der ki; “Rusya, üç büyük devrim geçirdi. Yine de Oblomovlar kaldı. Oblomovlar yalnız, köylüler, derebeyleri, aydınlar arasında değil işçiler ve komünistler arasında vardır.” Bence Lenin Stalin ve ekibini işaret etmiştir. Lenin, “ Bu Oblomovları adam etmek için onları yıkamak, temizlemek, sarsmak hatta bazen dövmek gerekir.”der. Sanırım Lenin büyük öngörüsüyle bugünkü ordu ve darbe ekonomileriyle devletçilik denen illeti geleceğin ideolojisi sayan, bilumum general, siyasetçi, rektör, gazetecilerden oluşan Ergenkon zevatını göstermiştir. Ştoltslar ise AKP’nin her gecekonduyu andıran mahallelerin ortasına tümüyle görgüsüzlük giyinmiş plazalar dikenler, her türlü lüksü İslami ticaret sonucu kazanılmış helal emek diye nitelendiren görgüsüzler… Tabii, Türk Ştoltsların siyaset ve demokrasi konusunda general önderlikli Oblomovlara karşı oldukça ilerici olduklarını söyleyebilirim. Türk Oblomovlar hem şaşkın hem de hilecidir.
Romanı sizin için eleştiri konusu yapacağımı beklediniz ama yanıldınız, hemen gidip İşbankası Yayınlarından bir adet alın ve alın içinizdeki Oblomov’u keşfedin…
26 Şubat 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
self determinasyon,öz yönetim
20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen
self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları
hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk
ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür
öz yönetimin gerekçesi
Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin
Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin
uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil,
etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Reel Politik
Osmanlı Leaks
Pages
öz yönetimin tarihi
Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları
gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.
1 yorum:
Gazete gibi görünsün dedin tutturdun bunu yapmak 5 dk idi:(( Bu mudur yani küstüm haaa. Ayrıcana yukarıdaki kutucuklar simetrik değil kötü görünüyo.
Yorum Gönder