26 Temmuz 2011
Roni’ye zorunlu tekzip... (Kürt Sorununa Dair Manifesto)
Yanlış anlaşılmasın, 'tekzip' Roni’ye değil. Benim gibi düşünenlere yönelik kaleme alınıp alınmadığımdan emin olmadığım bir yazıya, daha doğrusu, Yıldıray Oğur’un 21 Temmuz tarihli Taraf Gazetesi'ndeki köşesinde yer alan bir “zorunlu açıkla"ya yönelik bir tekzip. Yıldıray, zorunlu açıklamasında, “Yaptığım en büyük ayıp belki ‘Şiddetle bu iş yürümüyor, artık kimse ölmesin demek’ olabilir. Bunun için gerekirse özür dilerim. Bu konuda gelecek ‘Tabii ki gerekirse insan da öldürülür, bunu sen bizden iyi mi bileceksin ey Türk!’ diyen açıklama ve tekzipleri aynen sütunumda yayınlamaktan da mutluluk duyacağımı açıklamak isterim. Siz Roni’ye verin, o bana ulaştırır...”demiş. Roni de mecburen bu yazdıklarımı Yıldıray’a iletir. Yanlış anlamışsam da Kürt sorunu hakkında bir kez daha tartışmış oluruz bu vesileyle.
MECBURİ BEYAZLIK!
Bilemiyorum, kim bu kadar kaba kelimelerle, “ey Türk!”diyerek fırça çekmiş Yıldıray’a ama Kürt sorununu tartışırken, Türklerin dikkat etmek zorunda olduğu çok açık. Dikkatli olmalılar, hem de çok dikkatli. Şovenizmle sosyal şovenizm, sosyal şovenizmle de demokratik şovenizm arasında çok ince çizgiler var zira. Bir başka halkı ezen bir mekanizmanın parçası olarak kalem oynatırken, yazı yazarken, konuşma yaparken, analiz yaparken, üstüne üstlük sorunla ilgili çözüm önerileri üretirken dikkatli olmak gerek!
Demokrasi mücadelesi veren birisi, sıra Kürt sorununa geldiğinde, “Nasıl oluyor da devlet mekanizmasının parçası oluyorum ben?” diye sorabilir. Şöyle olunuyor: Kürt değilsen, Kürtleri ezen devlet mekanizmasınınbelirlediği sınırlar içinde, Kürtleri inkâr eden toplumsal ve ideolojik yapı içinde yaşıyorsun demektir. Her ABD vatandaşı Irak işgalinin bir parçasıdır, Afganistan işgalinin de. Irak ve Afgan halkları üzerine atıp tutarken, dikkatli olması gerekir. Her İsrail vatandaşı, Filistin işgalinin bir parçasıdır. Filistin örgütlerinin eylemini, politikalarını analiz ederken, özenli olmalıdır. Söz konusu Kürt halkı, onun örgütleri, örgütlerinin eylemi olduğunda, bu konulara kafa yoran her Türk beyazdır. İsterse Ergenekon’a karşı kıran kırana, kelle koltukta mücadele etsin. İsterse zengin, tahsilli, laik, cumhuriyetçi ve şiddetle Kemalist Türkler ve onun bürokratik Ergenekon örgütlenmesi karşısında mağdur olsun, Kürt sorunu söz konusunda olduğunda, kaçınılmaz olarak beyazlaşır.
AKIL HOCALIĞI SORUNU
Kürtlerin karşısında, her Türk’ün Türk devletini simgelemesi, her Kürt durumu böyle algılasa da algılamasa da bir veri olarak kabul edilmek zorundadır.
“Akıl hocalığı”na yönelik sık sık yapılan eleştirilerin kökeninde, ezenle ezilen arasında tarafsız kalmanın imkânsızlığı yatar. Bu imkânsızlığı göremeyenler, “ben soruna objektif bakarım arkadaş” diyerek, aşırı bir rahatlık sergileyenler, bir kez daha beyazlaşmak zorunda kalır. Garip olan, mağrurken mağdur olduğunu ve mağdurlar arası bir tartışmada elinden geldiğince yol yordam göstermeye çalıştığını sanmaktır.
Oysa, yine, söz konusu Kürt sorunu olduğunda, mağdur sadece bir tanedir. Mağdur olan Kürt halkıdır. Bir demokratın ya da bir sosyalistin, batıda, devlet baskısına, hükümet baskısına ya da darbeci çetenin baskısına maruz kalması, bu mağdur kişiyi, bu demokratı, bu sosyalisti, bu işçiyi, bu yoksulu Kürtlerle eşitlemez. Zengin Kürt’le de eşitlemez, yoksul Kürtle de!
Eşitlenmenin nasıl olacağını düşünmeye çalışmakta fayda var. Bir gün size de, yaşadığınız toprakları işgal eden bir güç, bilmediğiniz, en azından anadiliniz olmayan bir dilde, örneğin Almanca, “Ne Mutlu Almanım diyene!” yeminini etmeyi her sabah ama her sabah zorunlu kıldığında, Kürtlerle ilişkinizde Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü statükosu devam ettiği sürece neden eşit olamayacağınızı anlayabilirsiniz. Bunu anladığınızda, hiç öyle bir niyetiniz olmasa da, muhtemelen, sorunun çözümüne katkı yapmak için yaptığınız analizlerin neden birdenbire “Akıl hocalığı”na dönüşüverdiğini anlamanız kolaylaşır. Yine, söz konusu olan ulusal sorun olduğunda, “akıl hocalığı”, tarafsızlığın, arkasına ezenin yanında tutulan tarafın gizlendiği perdedir, başka bir şey değil! Defalarca dövülen, şiddete maruz kalan, tecavüze uğrayan bir kadına “öfkelenme!” demek, ne yüce bir tarafsızlıktır! Kürt sorunu da böyle, öfkenin sorumlusu, Kürtler değil.
Gerçekleşen şiddet! Şiddetin sorumlusu, Kürtler değil.
Ölümler! Ölümlerin sorumlusu Kürtler değil!
“Düşük yoğunluklu savaş!” Bu savaşın sorumlusu da Kürtler değil. Kısacası, ABD’nin Irak savaşını sorumlusu Iraklılar mıdır? Irak halkına, onun direniş örgütüne hiç akıl verdiniz mi? Diyebilirsiniz ki,
“Iraklılar Türkçe bilse bizde verecek akıl bol!” Öyleyse, Kürtlerin neden Türkçe bildiğini hiç sorguluyor musunuz? ABD bir otuz yıl daha Irak’ta kalırsa, “bozuk” bir İngilizce tüm Iraklıların dili haline gelmez mi? Güç ABD’de nasılsa, süper askeri şov yapabilme yeteneği de öyle. Yüz binlerce Iraklı öldü. Iraklı direnişçiler de az sayıda ABD askerini öldürdü. Kimse ABD askerleri öldü diye sevinmiyor. Ama hiç kimse de ölen ABD askerlerinin sorumlusunun direnen Iraklılar olduğunu düşünmüyor.
Demem o ki, “orası”, sizin “yalnız ve güzel ülkeniz” değil. Orası, sizin “yalnız ve güzel ülkeniz” tarafından iğdiş edilmiş yapayalnız bir yer. Yapayalnız insanların, dünyada hiçbir dostu olmayan, tek dostu dünyanın başka yerlerindeki ezilenler olması beklenen insanların yaşadığı bir yer. O insanlar bir ruh birliğine sahipler, kendilerine Kürt diyorlar, anadilleri Kürtçe, sizden istedikleri akıl değil, dayanışma. İkirciksiz dayanışma hem de. Koşulsuz dayanışma. Ulusal varlıklarının tanınma mücadelesinde seslerine ses katmanızı istiyorlar.
“SİZİN İÇİN YAPTIKLARIMIZ!”
Akıl hocalığı, kendisini meşrulaştırmak için iki yöntem izliyor. Bazı hocalar, “yıllardır sizin için yapmadığımız kalmadı” diyor, imzalar verdik, eylemlere katıldık, sizi destekledik, devlete karşı hep yanınızda olduk diyorlar. Ama artık eleştiri oklarımız size yönelmek zorunda diyerek, geçmişin omuzlarında biriken ağırlığıyla, şimdinin ağır bir şiddete maruz kalan halkını, o halkın politik liderliğini eleştirmek için gerekli ideolojik iklimi yaratmak için etkileyici bir girizgâh yapıyorlar. Akıl hocalığı böyledir işte! Bir anda, geçmişte, Kürt halkının yanında olmak için taşıdığınız tüm yükleri boşuna taşımış olursunuz. Anlamsız olur o yüklerle dolu tarihiniz. Şimdi, bugün, atmış olursunuz o yükü sırtınızdan ve ne yazık ki politikada, geçmişin apoletlerinin hiçbir anlamı yoktur. Geçmişte verdiğiniz anlamlı mücadele 30 bini aşkın Kürt tutsağın durumunun düzelmesinde, binlerce KCK tutuklusunun serbest bırakılmasında, son bir ayda 40’tan fazla PKK üyesinin öldürülmesinde etkili olmamış. Milletvekili seçilen Hatip Dicle hala hapiste.
“Desteğinize teşekkürler ama sorunun çözümünde belirleyici değil, geçmişinize teşekkürler ama bugün, ihtiyaç duyduğumuz değişiklikler için çok daha fazlası yapılmak zorunda.” Bir Kürt aktivistin bu cümleleri kurmasının önündeki engel nedir? Neden, geçmiş ve yakın zaman mücadeleleriniz, “Akıl hocalığınızı” katlanılır kılsın?
İkinci bir yöntem daha devreye giriyor “akıl hocalığı”nda. Koşulculuk! “Koşullarımı dinle bir, uyarsan desteklerim seni” yaklaşımı, demokratından sosyalistine, Türkiye’de muhalefetin Kürtlerle kurdukları ilişkide en sevdikleri, en işlevsel araç. Daha önce de yazmıştım, sosyalistler, Lenin’in, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz ettiği makalelerde, “başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz” tezini, ezen ülkenin sosyalistlerinin ezilen halkın siyasi liderliğiyle kuracağı ilişkiye şöyle uyarlıyordu: Ezen ülkenin sosyalistleri, ezilen halkın siyasi liderliğiyle, ulusal özgürlük hareketiyle ilişkisinde, “eleştirel ama koşulsuz” destek vermek zorundadır.
Sanki Lenin, “koşulsuz eleştir” demiş gibi, Silvan olayından sonra, Kürt hareketi, amansız bir eleştiri bombardımanı altında. Bir sol partinin lideri, “PKK silah bıraksın” açıklamasını yaptı. Demokrat bildiğimiz insanlar, artık bu kadarının da anlaşılmaz olduğunu ilan ettiler. Sağdan soldan analizciler, “Kürt hareketinde bölünme” başlıklı analizler yaptılar. Silvan’ın Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya gömülmesi demek olduğunu beyan ettiler. Özerklik ilanının zamanı mıydı şimdi diye sordular. Bu türden her soru, “eleştir ama koşulsuz eleştir” anlamına gelir. Bu açıklamalarda, analizlerde, iddialarda Kürt halkına destek vurgusu bulunduğuna ve desteklemek için bu beyanlarda bulunduğunu söyleyenlere inanmıyorum.
LENİN DEDİ DİYE DEĞİL"
Bunu Lenin böyle söylediği için söylemiyorum. Bu politik bakış, bugün de geçerli olduğu için, ezilen halka eleştirel ama koşulsuz destek verilmesi gerektiğini için söylüyorum. Nedeni belirsiz bir şekilde gururla kibri karıştırarak Kürt sorununun çözüm merkezi olarak atandığını sananlar, çözüme biraz olsun katkı yapmak istiyorsanız, egemen sınıf milliyetçiliğine, evet, evet, ulus kavramını kullanarak söylemekte fayda var, egemen ulus milliyetçiliğine karşı mücadele edin. Her fırsatta, egemen sınıf milliyetçiliğiyle uğraşın, o milliyetçiliği yenmeye çalışın, Silvan’daki asker ölümlerinin her düzeyde sorumlusu, egemen sınıf milliyetçiliğidir çünkü.
Egemen sınıf milliyetçiliği, bu milliyetçiliğin solda, demokrasinin gelişmesi için canını dişine takan demokratlardaki yansımaları geriletilmeden, Zeytinburnu’nda ırkçı linç girişiminin sorumluları geriletilemez çünkü. Çünkü, koşulsuz destek verirseniz, eleştirinizin bir anlamı olur. Koşulsuz destek verirseniz, güven ilişkisini kurma şansınız olur. Sıradanlaşan milliyetçiliği, her örneğinde mahkum ederseniz, eleştirileriniz, “sinir bozucu”, “ey Türk”ün seslenişinden çok daha farklı algılanır. Hakem değil, taraf olduğunuz hissedilir. Taraf olan, ulusal ezilmişliğinin ortadan kalkması için çabalayan, önce, uzattığı barış elini tuttuğunu kanıtlayanların eleştirilerini ne kadar ciddiye aldığını Kürt hareketini yakından izleyenler biliyor. Diyalektik devreye burada giriyor: Kürt hareketine güven verdikçe egemen sınıf milliyetçiliği, asimilasyon politikaları da gerilemeye başlayacak.
Güven vermek için, ama , öncelikle, “Kürtlerin Kürtçe konuştuğunu” ve Kürtçe konuşmak için ne kadar can yakıcı bir mücadele verdiklerini hatırlayın!
Güven vermek için, Kürt hareketinin bölündüğü yanılsamanızı, gerçeği ama sadece gerçeği söylemek adına bir kenara atın.
Kanıtlanmaya muhtaç olan kanıtlarınızı, “PKK-Ergenekon bağlantısını” kanıtlamakta kullanmaktan vaz geçin.
Ergenekon’un her zaman bakılması gereken yerde, o acayip yapının içinde merkezileştiğini ve bugünlerde Zeytinburnu şovuna hazırlandığını, hazırlığın sahasının yine Kürtlerin bedenleri olma ihtimali taşıdığını görmezden gelmeyin. Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden önce yüksek sesle dile getirdiği bu iddianın gerçek dışı olduğunu kavrayın.
“PKK KEMALİZMİ” ANALİZLERİNİZİ ÇÖPE ATIN
Huzursuzluğun nedeni ve ezber bozma ezberciliği
Kürt hareketine yönelik eleştiri bombardımanının başlamasının bir başka nedeni daha var. Eleştirmenler, huzursuz oldular. Tam da “Şimdi barış zamanı”yken, nereden çıktı bu Silvan olayları? Herkesin aklına takılan soru bu. Çözüme yaklaşılıyorken, neden bu çatışma? Bu huzursuzluğun olumlu bir içeriği var. Çözüme yaklaşıldığını fark ediyor insanlar. Ama olumsuz bir yan da var, çözüme nasıl ulaşıldığı konusunda, tümüyle yanlış bir açıdan bakarak fikir üretiyorlar. Kürt sorununun “bugünkü tartışma” düzeyine gelmesinde, temel berlirleyicinin, AKP’nin yarattığı politik iklim olduğunu sanıyorlar. İşte en şiddetli hata burada. Kürt sorunu, “bugünkü tartışma” düzeyine geldiyse, Kürt hareketinin direnişi sayesinde geldi.
Bir sorun da herkesin çözümden ne anladığı konusundaki kargaşada ortaya çıkıyor. Son günlerin çözüm önerisi, PKK etrafında, PKK üyelerinin kaderinin ne olacağı etrafında dönüyor. AKP açısından, Kürt sorunu çözülmüş, ayrı bir PKK sorunu var, o da “çözülürse” işlem tamam. Oysa çözüm, başka bir düzeyde ele alınmazsa, Kürt sorunu kangrenleşerek sürüp gidecek. Bu düzeyin ise esas olarak, siyasal düzey olduğu görülmeli. Kürt sorunu, her şeyden önce siyasal bir sorundur. Bu sorunda, askeri olan, tümüyle politiktir. Bu yüzden çözüm, her şeyden önce, Kürt halkının nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşaması için gerekli koşulları yaratmak, siyasal demokrasinin sınırlarını zorlayarak Kürt halkının siyasal tercihini (burası sizi ilgilendirmez, ayrılmak mı ister, birlikte yaşamak mı, ama biliyoruz ki, Doğan Tarkan’ın da son sesonline yazısında değindiği gibi Kürtler birlikte, kardeşçe ama eşit koşullarda kardeşçe yaşamak istiyorlar) özgürce yapabilmesinin siyasal imkânlarını yaratmaktadır.
Peki Türkler ne olacak? “Akıl hocalığı”nın devreye tüm serbestliğiyle girdiği alan burası işte. Burada bana en garip gelen nokta, bu sorunun Kürt hareketi açısından neden içinden çıkılmaz bir denklem gibi algılanması gerektiği? Bu sorun, neden Kürtlerin sorunu olsun? Bu sorun, Türklerin sorunu! “Her ulus içinde iki temel ulus” varsa eğer, Türklerin kendi içinde de ezen ve ezilen, zengin ve yoksul, patron ve işçi olarak ayrılacak iki temel güç var ve bu güçlerin soruna yaklaşımı, kendi iç tartışmaları, bu tartışmada, ırkçıların, milliyetçilerin, devlet geleneğini temsil edenlerin, bilmem kaç küsur yıldır şiddet üzerinde yükselen cumhuriyetin devamından yana olanların, linççilerin bir tutumu olacaktır, bir de Kürt halkı özgürleşmeden kendisinin özgür olamayacağını bilenlerin. Türklerin durumunun ne olacağını bu tartışma belirleyecektir.
Son olarak, bir noktaya daha değinmeden geçemeyeceğim. Kanımca, ezber bozma yönteminin kendisini bir ezber haline getirmek, ezber bozduğunuzu sandığınız çok kritik anlarda, politik ezberler tarihinin en klişe tezlerini tekrar etmeye yol açıyor. Kürt hareketini eleştirmenin, Kürt liderliği arasında bölünmüşlük olduğu vurgularının, PKK-Ergenekon arasında bağlantı olduğu iddialarının, ezber bozmakla hiçbir alakası yok. Tersine, bu iddiaların her biri bir ezber. Neredeyse Kürt sorunu kadar eski üstelik!
Ezberden kurtulmak için, bir ezber olduğunu sandığınız, “ezilen halka koşulsuz ama eleştirel destek” tezine geriş dönmelisiniz. Sosyalistlerin, solun, demokratların, bu teze bağlı kaldığını ve ahir ömürlerini Kürt halkının özgürlüğü için kendi egemen sınıflarının milliyetçiliğiyle mücadele ederek geçirdiğini düşündüğünüz için yanılıyorsunuz. Türk solunun bir kesiminin tarihinde Kemalizm ve stalinizm o kadar köklü bir biçimde yer edinmiştir ki, sol, hiç çekinmeden, yüzü hiç kızarmadan, büyük ağabey edalarıyla, Kürtlere öğüt vermiş durmuştur. “Silah bırak, silah bırak!” çığırtkanlığı yapmıyor, “Biz iktidar olduğumuzda emperyalizmin kucağından kurtulacaksınız” şovenizmine saplanmıyor, Ahmet Türk’e yumruk atan faşisti savunmuyorsa eğer. Ulusalcı olan, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele edemez.
Son ezber ise, PKK-Ergenekon bağlantısı hakkında, Emre Uslu'vari analizler. Eğer bu bağlamda ezber bozucu olmak istenirse, Ergenekon’a karşı mücadelenin kazanması için Kürt halkının mücadelesinin kazanması gerektiğini anlatmak yeterli olur. Kürt halkına koşulsuz destek verdikçe, Ergenekon’un nihai olarak geriletilmesinde, en güçlü müttefiklerden birisini bulmuş olursunuz. “PKK-Ergenekon bağlantısı” isimli senaryoyu elinizden düşürmedikçe, Ergenekon’un ellerini ovuşturmasına zemin yaratmış olursunuz.
İşte Roni, mektubum burada sona eriyor, "tekzibimi"gerekli adreslere ulaştırman dileğiyle...
Şenol Karakaş, 25 Temmuz 2011,Sesonline.net
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
self determinasyon,öz yönetim
20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen
self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları
hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk
ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür
öz yönetimin gerekçesi
Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin
Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin
uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil,
etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Reel Politik
Osmanlı Leaks
Pages
öz yönetimin tarihi
Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları
gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder