"Fransa’da son derece önemli bir hareket gelişiyor. Cezayir Savaşı’nda yeni bir dönüm noktasının, bizi, altı yıldan bu yana sürmekte olan krizi unutmaya değil, görmeye ittiği bir anda, Fransız ve uluslararası kamuoyunun daha iyi bilgilendirilmesi zorunludur.
Giderek daha çok Fransız, bu savaşa katılmayı reddettiği, ya da Cezayirli savaşçılara yardımda bulunduğu için kovuşturmaya uğruyor, hapsediliyor, mahkum oluyor. bu insanların amaçları, karşı tarafça tahrif edildiği, ya da, aslında, görevleri bu insanları savunmak olanlarca durum masum gösterilmeye çalışıldığı için, genelde anlaşılamamaktadır. ne var ki, iktidara karşı bu direnişin saygıya değer olduğunu ifade etmek yetmez. Onurları ve gerçeğe ilişkin düşünceleriyle hareket eden insanların protestosu olarak gündeme gelen bu direniş, içinde varolduğu koşulların ötesine geçen ve olayların başlangıç noktası ne olursa olsun, yeniden ele alınması gereken bir öneme sahiptir.
Cezayirliler açısından askeri ya da diplomatik araçlarla sürdürülen savaşta kesinlikle çift anlamlılık söz konusu değildir. bu bir ulusal bağımsızlık savaşıdır. Peki, bu savaş Fransızlar için ne anlam ifade ediyor? bu, yabancı ülkeye karşı yürütülen bir savaş olarak görülebilir mi? ancak Fransa toprakları hiçbir şekilde tehdit altında değildir. Daha da ötesi: bu savaş, artık Fransız olmamak için savaşmalarına rağmen, devletin kendilerini Fransız olarak değerlendirdiğini söylediği insanlara karşı yürütülmektedir. bu savaşın bir fetih savaşı, üstelik ırkçılığın eşlik ettiği emperyalist bir savaş olduğunu söylemek de yetmez. Çünkü her savaş biraz böyledir, dolayısıyla çok anlamlılık devam eder.
Gerçekte devlet, temel bir tecavüzü ifade eden bir kararla, önce en temel insanlık onuru için, nihayet bağımsız bir devlet olarak tanınmayı istediği için ayaklanmış, ezilen bir halka karşı, kendisinin de polisiye operasyon olarak tanımladığı bir eylemi yerine getirmek amacıyla bütün sınıflardan yurttaşları seferber etti.
Ne bir fetih savaşı, ne bir “ulusal savunma”, ne de bir iç savaş olan Cezayir savaşı, giderek, sivil iktidarın bile, sömürge imparatorluklarının genel olarak dağıldığının bilincine vararak, bu sürecin anlamını kabul etmeye hazır görünmesine rağmen, ayaklanma karşısında geri çekilmeyi reddeden ordu ve bir kastın özel eylemi haline gelmiştir.
Bugün bu caniyane ve saçma savaşı besleyen esas olarak ordunun iradesidir ve bazı yüksek devlet temsilcilerinin oynamasına izin verdikleri politik rol sayesinde ordu, bazen açıkça ve zor kullanarak, her türlü yasallıktan uzak davranarak, bütün ülkenin kendisine emanet ettiği hedeflere ihanet ederek bütün ulusu lekelemekte ve hatta yurttaşları, kışkırtıcı ve alçaltıcı bir eylemde kendi emri altında suç ortaklığına zorlayarak, ulusu sapkınlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Fransız militarizminin, Hitler rejimi yıkıldıktan 15 yıl sonra, bu nitelikte bir savaşın gereklerine göre, yeniden işkence uygulamasına geçtiği ve işkenceyi Avrupa’da bir tür kurum haline getirdiğini anımsatmak gerekir mi?
bu koşullar altında birçok Fransız, geleneksel değerler ve sorumluluktan kuşku duymaya başlamıştır. belli koşullar altında utanç verici bir boyun eğiş olan sivil ihanet nedir? ihaneti reddetmenin kutsal bir görev olduğu, “ihanet”in gerçeği cesaretle benimseme anlamına geldiği durumlar yok mudur? Ve eğer ordu, onu ırkçı ve ideolojik bir egemenlik aleti olarak kullananların isteği doğrultusunda varlığını, demokratik kurumlara karşı açık, ya da gizli bir isyanla koruyorsa, bu durumda orduya karşı isyan yeni bir anlam kazanmaz mı?
Vicdan sorunu bu savaşın başından itibaren vardı. savaşın uzamasıyla birlikte, vicdan sorununun, itaatsizlik, firar, Cezayirli özgürlük savaşçılarına yardım ve destek gibi somut biçimlere bürünmesi normaldir. Bu biçimler, bütün resmi partilerin dışında, bu partilerin yardımı olmaksızın ve nihayet bu partilerin muhalefetine rağmen gelişmiştir. bir kez daha: saptanmış çevreler ve şiarların dışında, yeni duruma uygun eylem ve mücadele biçimleri arayan ve bulan bir direniş bilinci kendiliğinden gelişmiştir. bu bilincin anlamını ve gerçek taleplerini kabul etmeme konusunda politik gruplara kamuoyu oluşturan gazeteler, ister uyuşukluktan, ister ideolojik korkaklıktan, isterse de ulusal ve ahlaki önyargılar nedeniyle olsun, anlaşmışlardır.
İmzacılar, bugün (çeşitli) bireysel serüvencilik “faits divers”i (olguları) olarak ortaya koyulamayacak eylemler üzerine herkesin konuşabileceği düşüncesiyle; konumları ve amaçları gereği, insanlara, böylesi ağır sorunlar karşısında kişisel karar verme hususunda öğütte bulunmak için değil, bu insanları yargılamak üzere kürsüde oturanlardan, sözcük ve değerlerin belirsizliğinin kendilerini etkilemesine izin vermemeleri isteminde bulunmak düşüncesiyle aşağıdaki açıklamayı yapmışlardır:
-Bizler, Cezayir halkına karşı silah kullanmayı reddedenlerin bu tavrına saygı duyuyor ve bu tavrı haklı buluyoruz.
Bizler, ezilen Cezayirlilere, Fransız halkı adına yardım ve destek sunan Fransızların tutumunu saygıyla karşılıyor ve haklı buluyoruz.
- Sömürgeci sistemin yok edilmesine katkıda bulunan Cezayir halkının davası, bütün özgür insanların davasıdır.
İmzalayanlar:
arthur adamov, robert antelme, georges auclair, jean baby, hélène balfet, marc barbut, robert barrat, simone de beauvoir, jean-louis bedouin, marc beigbeder, robert benayoun, maurice blanchot, roger blin, arsène bonnefous-murat, geneviève bonnefoi, raymond borde, jean-louis bory, jacques-laurent bost, pierre boulez, vincent bounoure, andré breton, guy cabanel, georges condominas, alain cuny, dr jean dalsace, jean czarnecki, adrien dax, hubert damisch, bernard dort, jean douassot, simone dreyfus, marguerite duras, yves ellouet, dominique eluard, charles estienne, louis-rené des forêts, dr théodore fraenkel, andré frénaud, jacques gernet, louis gernet, edouard glissant, anne guérin, daniel guérin, jacques howlett, edouard jaguer, pierre jaouen, gérard jarlot, robert jaulin, alain joubert, henri krea, robert lagarde, monique lange, claude lanzmann, robert lapoujade, henri lefebvre, gérard legrand, michel leiris, paul lévy, jérôme lindon, eric losfeld, robert louzon, olivier de magny, florence malraux, andré mandouze, maud mannoni, jean martin, renée marcel-martinet, jean-daniel martinet, andrée marty-capgras, dionys mascolo, françois maspero, andré masson, pierre de massot, jean-jacques mayoux, jehan mayoux, théodore monod, marie moscovici, georges mounin, maurice nadeau, georges navel, claude ollier, hélène parmelin, josé pierre, marcel péju, andré pieyre de mandiargues, edouard pignon, bernard pingaud, maurice pons, j.-b. pontalis, jean pouillon, denise rené, alain resnais, jean-françois revel, paul revel, alain robbe-grillet, christiane rochefort, jacques-francis rolland, alfred rosner, gilbert rouget, claude roy, marc saint-saëns, nathalie sarraute, jean-paul sartre, renée saurel, claude sautet, jean schuster, robert scipion, louis seguin, geneviève serreau, simone signoret, jean-claude silbermann, claude simon, rené de solier, d. de la souchère, jean thiercelin, dr rené tzanck, vercors, jean-pierre vernant, pierre vidal-naquet, j.-p. vielfaure, claude viseux, ylipe, rené zazzo.
22 Aralık 2011
121'ler Bildirisi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
self determinasyon,öz yönetim
20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen
self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları
hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk
ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür
öz yönetimin gerekçesi
Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin
Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin
uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil,
etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Reel Politik
Osmanlı Leaks
Pages
öz yönetimin tarihi
Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları
gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder