Social Icons

.

Pages

17 Aralık 2011

Uzun zamandır aklımda hep uzun bir öykü yazmak var. (Aslında roman diyemediğim için öykü diyorum. Haddimi bilmeliyim) Klavyenin başına oturmadan önce onlarca öykü tasarlıyorum. Mesela otuzlu yaşlarda genç bir kadını sokak ortasında politik bir cinayet girişimine maruz bırakıyorum. Önce iskeletini oluşturuyorum, ona bir omurga veriyorum etiyle kanıyla bir canlı bir mumyaya dönüştürüyorum. Uzun boy, esmer ten, geniş kalçalı bir Kürt kadın oluyor giderek.Yüzüne esmer bir gülüş yayıyorum. Kaş çiziyorum, ince yay... İri gözlerinin üstüne her biri bir ok zarif kirpikler takıyorum. Oluyor eski sevgilim... Sonra saldırıya uğradığı anda elbise giydiriyorum, renginden kumaşına, biçiminden kıvrımlarına kadar ben seçiyorum.  Onu bir meslek sahibi yapıyorum. Gazeteci diyorum. Sultanahmet'ten Sirkeci'ye inerken tramvay durağının orada bir an duraklıyor. Az ilerideki otelin köşesinden, ışıkların altından birkaç el silah sesi,"Pat, pat, pat!" Duraktakiler yere yatıyor, güvenlikçiler turnikelerin arkasına gizleniyor, otelin kafesindekiler kaçışıyor. Esmer kadın yere yığılıyor, sadece inliyor. Valilik binasının polisleri mevzi alıyor, bir suikast girişimi ama heyecandan hepsi valinin çoktan binadan çıktığını unutuyor. Kadın sağ omzunu tutuyor, o anda iki kişi Sirkeci'ye doğru koşarak kaçıyor. Ben de onları kaybediyorum. Sanırım hazirandı. Günün geceye devrildiği bu saatlerde her akşamki kalabalık yok. Bunu kötü bir rastlantıya yoruyorum. Kadın, bağırmak istiyor ama nafile sadece ağzının kımıldadığını görüyorum. Tüm hikayeyi bu kadının geriye doğru zamanı kırarak hayalleriyle geliştirmek istiyorum. İstiyorum ki kadın Dersim'e gitsin. Gerilla olsun... Son anda vazgeçiyorum. Kıyamıyorum onu dağa göndermeye. Dağa göndermesem bu defa bu saldırıya uğrayışının gerekçelerini sağlam yazamayacağım... Bir başka kadın kuruyorum, Samsun'a götürüyorum. Meslek olarak öğretmenliği seçiyorum ona. Bilmediği halde militan sevgilisiyle buluşturuyorum, Samsun- Ankara yolunun kenarında müstakil bir evde gecenin bir anında polis baskını olacak ki militan erkek bir fırsatını bulup kaçıyor. Kadın çırılçıplak... Kelepçe takılıyor. Polisler işkence yapma alışkanlıklarını terk etmişlerdir diyorum. Taciz etmezler kanısındayım. Yüzü koyun yatağa uzanmış halde süt beyaz kalçaları semiz bir tayınki gibi titrerken onlarca polisin çevresinde olduğunu fark eder etmez bir çığlık atıyor. Buradan öte buna da kıyamıyorum. Sevgilim oluyor, yeşil gözlerinden yanaklarına yaşlar süzülüyor. Çaresiz, öfkeli, terk edilmiş... Sevgilim oldu diye bu kızıl saçlı kadını da kurguya dahil etmiyorum. Aklıma Şule düşüyor. Başka bir kadın yaratıyorum öykü için... Bu defa Ankara... Ona da bir bomba veriyorum. Az sonra alışveriş merkezini bombalayacak... Giderken gözleri hep yazarda... Ağlıyor mu gülüyor mu seçemiyorum. Bomba kadının üzerinde patlayacak, yine dayanamıyorum bu hikayeyi de erteliyorum, hatta sonlandırıyorum.  Sonra Kürt karakterler arıyorum, slogan atan, molotof atan, poster taşıyan, gerilla olan, hapse düşen... Yine tıkanıyor öykü... Ya yarattığım karakter bir arkadaşımsa diyorum, belki intihar eden Bese, belki örgütten kaçan Dilan, belki suda boğulan Dilara... Birden Nuran düşüyor aklıma, liseden kalma... Özlemişim de... Yıllardır göremiyorum, bağlantım yok. Kıyamam diyorum. Dayanılmaz oluyor her Kürdün öyküsü. Her keresinde erteliyorum. Nasılsa bir sabah uyandığımızda bir Kürt şehrinde öldürülen, baskın yiyen, tokatlanan bir Kürt oluyor.
    Böylece kurgusunu yaptığım her girişim başarısız kalıyor. Herkesi kendi mecrasında özgür bırakıyorum. Elimdeki sigaradan bir parça kül düşüyor klavyeye...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Girişimsizliğinin kendisi bir girişim olmuş, çok da güzel olmuş. Özlediğim bir tarz olmuş. Çok özlediğim... Okurken gülümseten biraz sonra gözleri nemlendiren, sankii böyle ağızda tat bırakan, burna kokuları anımsatan bir şey olmuş. Bir ben yorum yapmışım, bir sen okumuşsun; bir varmışız birden yok olmuşuz. Öykü yaz (emir kipi, farkındayım, bilerek yaptım)! Murat UYURKULAK okuduğumda hep beni kandırıp değiştirilmiş adınla kitap yayımlattığını düşünüyorum:) Bu kadar olmaz, diyorum. Okudun mu bilmiyorum ama TOL'u okursan beni anlayacaksın.
Sevgiler...
VEROÇKA

Yıkıcı Tutku dedi ki...

murat uyurkulak hiç okumadım:)hakkında tek fikrim yok. ben kötü yazı diye koydum öylesine bloga. 20dakikada falan yazmıştım. Tşkr ederim bu övgülerine. daha çok emir verin

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.