Karakaş’ın
yazısını okuyunca girişte Terry Eagleton ve Marc Perelman’ın yüzyıldır ortodoks
solcularının ağızlarına sakız olmuş , “Spor da egemen sınıfların afyonudur.” klişesi
beni dumura uğrattı. Eagleton’un “Azizler ve Alimler” eserinin karizması da bir
anda kafamda yerle buz oldu. Bu tip genellemeleri yaptığımız an her birini
destekleyecek binlerce malzeme bulabiliriz. Berrin de bu genellemeye inanmanın
verdiği hazla Londra Olimpiyatlarına saydırmış haklı olarak. Gönül isterdi ki
1921 Prag, 1925 Frankfurt, 1928 Moskova, 1931 Viyana işçi oyunları gibi
alternatif oyunlar bugün düzenlensin. Ama dünya artık evrensel öfkenin,
entelektüel kinin çok uzağında olduğundan biz bu tip şaşalı küresel ticaret
oyunlarına mecbur bırakılıyoruz. Tüm bunlar bir yana 1936 Berlin Olimpiyatlarında
faşizm, dünyaya genç, güzel, süslü bir gelin; güçlü, atletik, yakışıklı, üstün erkek
olarak görücüye çıkmış ve bunu başarmıştır da… Her ne kadar yarı Yahudi Helene
Mayer gümüş madalya aldığında Nazi selamıyla bu kanlı düğüne çanak tutmuşsa da Jesse
Owens’in altın madalya kürsüsündeki vakur duruşu Hitler’i stattan
kaçırtacaktır. Daha sonra çirkin bir siyahın birinci olmasından ötürü “Amerika
bundan utanç duymalıdır.”
sözlerini sarfedecektir. Ne yazık ki Berlin
Olimpiyatlarından sadece 13 gün önce Katalonya’da ve Madrid’de düznlenen Halk
Oyunları bir başka faşist Franco’nun önderliğinde gerçekleştirilen faşist
ayaklanmayla iptal edilecekti. Binlerce sporcudan yüzlercesi uluslar arası gönüllüleri
tugayına katılır, diğerleri ülkelerine döner. Ülkelerine dönenler de
soruşturmalara tabi tutulup tüm karşılaşmalardan men edilirler. Kanadalı yüksek
atlama şampiyonu bir kadın da cumhuriyetçi halk ordusu saflarında çarpışır.
Almanya Komünist
Partisi Milletvekili Hans Beimler , Dachau toplama kampından büyük bir eylem
sonrası kaçar ve İspanya iç savaşında Thälmann taburunda komutan olur. Gerçekleşmeyen olimpiyatlardan
cepheye katılan sporculardan da yararlanır. Bu Barselona olimpiyatlarının yanı
sıra sporun iyiyle-kötünün, çirkin ile güzelin, birinci ile sonuncunun,
güçlüyle-zayıfın bir arada yürüyebileceği etkinlikler sahasına çeviren başka
gelişmeler de yaşanır o yıllarda. Barça futbol takımının kulüp başkanı Josep Sunyol i Garriga
Franco karşıtı politik çizginin yanı sıra sporu uluslar üstü, devletler ötesi bir
kardeşlik ruhu olarak görür. Nihayet Katalonya Cumhuriyetçi Partisi’nden
milletvekili de olmuştur. Vekil olduktan tam bir yıl sonra Francocu çetelerce
tutuklanır, 1936 yılında kurşuna dizilir. Mezarı ancak 1990 yılında
bulunacaktır. Sunyol’un yarattığı Barça futbol takımı da iç savaşın solcu
tarafına yardım toplamak için 1937 yılında Meksika, ABD ve birkaç ülkeye daha
seyahat eder, marçlar yapar. Yine BASK’ın özgür takımı Bilbao da Avrupa’da
benzer faaliyetler yürütür. Diktatörlük dönemlerinde Barcelona'yı desteklemek Katalan olduğunu göstermenin en
dikkat çeken yoludur. 2011 yılında Eduardo Galeano , Barselonalı gazetecilerden
ödül aldığında şöyle diyecekti: "Bu
ödülü Barça'nın 1936'da demokrasi düşmanları tarafından katledilen başkanı Josep Sunyol'un anısına adamak istiyorum.”
Daha birçok şey söylenebilir,
lakin 1978’de Arjantin’de düzenlenen Dünya
Kupasını diktatörlüğü gerekçe göstererek bu ülkeye gitmeyen birçok taraftar ve
sporcuya da adamak lazımdı bu tip ödülleri. Mesela kupa töreninde FİFA
protokolünü selamlamayı reddeden Hollandalı futbolculara ise bugün hala bir
selam borcumuz var.
Berrin Karakaş’a ayrıca bugün modern futbol
sahalarının tam ortasına kurulan, Avrupa’nın orta yerinde küçük bir enternasyonal
dünya yaratan İsveç’in Dalkurd takımını incelemesini öneririm. 1994 yılında
Nusaybin’den faşist Türk devleti baskısından kaçan bir muhtarın öyküsü, en az
J. Sunyol kadar bir onurun öyküsü…
Dinin afyon olduğu yönündeki safsatayı Latin
Amerikalı Kurtuluş teologları boşa çıkarmıştı, El Salvadorlu Cizvit rahipler
bunun doğru olmadığını kanıtladılar. Sanırım spor da futbol da bir afyon
değildir, sadece stada giderken ya da televizyon izlerken “bir maçtan daha
fazlasını” görmek yetiyor öyle olmadığına… Hem ne olmuştu? 1974 yılında Sarı Fare’nin
olduğu bir maçta Barça, Real Madrid’i 5-0 yenerek Franco’nun bir yıl sonraki
ölümünde onun tabutuna beş çivi çakmıştı. Demokrasi İspanya’ya o maçtan sonra
gelmişti. Henüz anayasa yazılmamıştı ama Barça takımı 1936 yılında öldürülen
başkanları Sunyol için iyi bir maç çıkarmışlardı.
Berrin Karkaş'ın söz konusu yazısı: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1094567&Yazar=BERRIN-KARAKAS&CategoryID=41
Berrin Karkaş'ın söz konusu yazısı: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1094567&Yazar=BERRIN-KARAKAS&CategoryID=41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder