Son birkaç
yıldır demokrasi, eşitlik, adalet talepleriyle sokağa dökülen, Arap baharına
adını veren halkların talep ve amaçlarının homojen olmadığını biliyoruz.
Siyasal İslam’ın temel karakterini verdiği bu baharın etrafında pozisyon
alan değişik etnik ,sosyal , politik grupların varlığı da demokratik taleplerin
meşruiyetini ortaya koyması açısından önemli. Bu konuda daha önce binlerce değerlendirme
yapılmıştır. Yeni bir değerlendirmeden ziyade evrensel bazı prensipleri
belirtmekte fayda var. Diktatör rejimlerin varlığı başlı başına bir tür
şiddettir. Bu rejimlere yönelik her türlü politik, sosyal, kültürel, ulusal,
etnik eylem ve taleplerin devrimci-demokratik niteliği rejimin kendi
karakteri içinde meşruiyet kazanır. Tıpkı işçilerin, diğer yoksulların sendika,
daha fazla ücret taleplerinin sermayenin var olma biçiminden dolayı haklılığı
gibi… Ya da kadınların tarihsel ve toplumsal konumlarından ötürü haklı eşitlik,
özgürlük istekleri… Demokratik seçimler bunların başında gelir. Egemenlerin
siyasi ve askeri karakterinden onların daima bu tip demokratik devrimci
talepleri bastıracağını biliyoruz. Dünya demokrasi deneyimlerinden özellikle
İspanya modeli bugünkü Arap baharını anlamamız için önemli bir tarihsel deneyimdir. İspanya deneyiminde devrimci-demokrasi güçleri yenilse de kendi içlerinde ilksel olarak ulusların otonomi taleplerini göz ardı etmeyen yapıya sahiptiler. Katalonya’nın ve diğer bölgelerin 1932 yılındaki özerklik ilanı demokrasi güçlerinin elini güçlendirmiştir. Katalonya milliyetçileri de kralcı-falanjist ayaklanmaya karşı demokrasi güçlerinin yanında yer almıştır. BASK milliyetçileri de… Sosyalistler, anarşistler, solcular, özgürlükçü liberaller ise Katalonya, BASK ve diğer bölgelerin otonomi ve öz yönetim haklarını desteklemişlerdir. Bazı tekin sorunlar olmasına rağmen politik destek tamdır. Arap baharının de ilke ve temel bazı evrensel normlardan yana sorunları mevcut. Bu sorunlar sadece uluslararası sermayenin, şirketlerin, devletlerin desteği ile açıklanamaz. Hatta bu tip durumlarda küresel destek aramak ya da küresel güçlerin bundan istifade etmesi gayet olağan. Haklı olmak gerekmiyor… Arap baharının temel sorunu etik olarak değişik dini azınlıkların , etnik grupların, ulusal kimliklerin, özgürlükçü kadın gruplarının, emek cephesinin temel hak ve özgürlüklerini ikinci plana atan yaklaşımlarıdır. (Bir arkadaşım kadınların özgürlükçü taleplerini 222.plana atıldığını iddia ediyor. Kısmen katıldım:) Bu sorunu da hem küresel güçler hem de Arap coğrafyasının çevresindeki bazı liberallerin ve entelektüellerin dominant tavırları besliyor. Suriye’deki Sunni Müslüman kesimin demokratik, sosyal ve siyasal taleplerine şartsız destek veren uluslararası kamuoyu Kürtlerin 4 devlet arasında gaspedilmiş haklarını geçiştirmek istiyor, yok sayıyor; bu yetmiyormuş gibi Kürtlerin siyasi inceliklerini, manevralarını Esad yanlısı olmakla suçluyor. Özellikle Türkiye’deki Arap baharı müptelaları Müslümanlar için özgürlük, demokrasi talep ederken Kürtler için 1934 yılının Asturias vampiri Francocu eğilim sahibidirler. Bu omurgasızlık aslında tarihsel olarak çözümlenmiş sömürgeci aydın karakterinin en belirgin özelliği. Bazı İhvan hayranı Türkler de Batı Kürdistan’daki Kürtlerin de Türkleştirilmesi rüyaları görmeye başladı. 1958 yılından beri tüm ulusal, sosyal, ekonomik ve yurttaşlık hakları ellerinden alınan Batı Kürdistan Kürtlerinin haklı talep ve çığlıklarına sessiz kalan, hatta ortak olan Sunni Araplar ve Sunni Türk milletleri kendilerinin boka batmış bu ahlaksızlıklarını sorgulayacaklarına dönüp dönüp PYD üzerinden Kürtleri kendi piyonları yapamamanın acısıyla Kürt hareketini suçluyorlar. Bir gerçeği açıkça belirtmekte fayda var: Araplar, diktatörlük rejimlerine karşı siyasi, sosyal, ekonomik güç taleplerinde bulunurken Kürtler taa yüzyıl öncesinin kimlik sorunlarıyla ‘varolma’ savaşı veriyorlar. 2004 serhildanında Kürtleri yalnız bırakan Arap-Türk özgürlükçüleri bugün utanmazca PYD ve onun destekçilerine saldırıyorlar. Bu ahlaksızlıklarına da bin bir gerekçe uyduruyorlar. 2003-2004 yıllarından 2009’a kadar da bu Türk Müslüman milliyetçiler de Esad’ın en üst düzeyde kardeşleriydi zira. Kürtler, yaşadıkları de jure coğrafyalarda kendileri de facto öz yönetim haklarını kullanmak istiyorlar. Öcalan da birleşik bağımsız Kürdistan’ın reel durumunu analiz ettikten sonra demokratik konfederalizm çözümüyle Barzani’nin yakın zamandaki Hewler’deki birlikçi tutumuna da siyasi perspektif çizmiş oldu. (Hewler'de Batı Kürdistan'ın siyasi gruplarını bir araya getiren Barzani tereyağından kıl çeker gibi bir inşayı planlıyor. Umarım daha dirayetli bir süreç başlar.) Son olarak ABDli petrol devi Chevron’un yeni yataklar bulmak için Güney Kürdistan idaresiyle bir anlaşma imzalaması ise sürecin bundan sonra nasıl şekilleneceğine dair bize bir öngörü fırsatı sunuyor. Türk Müslüman ve solcuları bunu emperyalizm ve benzeri arkaik söylemlerle teorize edecekler. Bunun bir önemi yoktur. Kobani deneyimi artık Katalanoya sürecidir. Küresel demokrasi sürecidir. Yeni yüzyılda ruhunu enternasyonal geçmişten alan devrimsel bir süreçtir. Öcalan’ın siyasi öngörüsü, Barzani’nin pratik siyasi olgunluğu de jure sınır sorunlarını da en aza indirgeyecek yaklaşımlardır. Demokratik konfederalizm şimdilik en gerçekçi çözüm sürecidir. Hiçbir uluslararası katkı ve ilişkiden kaçınılmaması gerekir. Kürtlerin tarihsel deneyimlerinde çok acı sonuçlar söz konusu. Önce ulus olmaktan kaynaklı hakların kullanılması sonra siyasi çizgi esasına dayanacak bir iç ve dış siyasa müthiş fırsatlar yaratabilir. Kürtleri hayvansever gibi seven Türk Müslümanları, liberallerinin bir kısmı ve solcularının bir bölümünün her türlü itirazını kompleks olarak değerlendirmekte fayda olacaktır.
Yazı Sözlüğü:
Demokratik Konfederalizm: "Bir toplumun tabandan başlayarak kendini en geniş bir biçimde demokratik örgütlemesidir. Demokratik kurumlarını oluşturmasıdır. Tabandan başlayarak oluşturulan demokratik kurumlaşmaya dayalı bir sistemdir. Mahalle ve köy komünlerinden, mahalle meclislerine ve il meclislerine kadar örgütlenmelerini her alanda geliştirmek ve bunların genel iradesini temsil eden bir halk kongresini kurumlaştırmak, demokratik konfederalizmi oluşturmaktır." Mustafa Karasu, Öcalan'dan derleyip böyle tanımlıyor. Modern uluslararası hukukta birden fazla devletin bir araya gelerek oluşturduğu gevşek birliğe konfederalizm, bunun devlet kurumlarının inisiyatifi dışında öz savunma güçleri hakkı saklı tutularak oluşturulmuş gönüllü birliğe de demokratik konfederalizm denir.
İspanya modeli bugünkü Arap baharını anlamamız için önemli bir tarihsel deneyimdir. İspanya deneyiminde devrimci-demokrasi güçleri yenilse de kendi içlerinde ilksel olarak ulusların otonomi taleplerini göz ardı etmeyen yapıya sahiptiler. Katalonya’nın ve diğer bölgelerin 1932 yılındaki özerklik ilanı demokrasi güçlerinin elini güçlendirmiştir. Katalonya milliyetçileri de kralcı-falanjist ayaklanmaya karşı demokrasi güçlerinin yanında yer almıştır. BASK milliyetçileri de… Sosyalistler, anarşistler, solcular, özgürlükçü liberaller ise Katalonya, BASK ve diğer bölgelerin otonomi ve öz yönetim haklarını desteklemişlerdir. Bazı tekin sorunlar olmasına rağmen politik destek tamdır. Arap baharının de ilke ve temel bazı evrensel normlardan yana sorunları mevcut. Bu sorunlar sadece uluslararası sermayenin, şirketlerin, devletlerin desteği ile açıklanamaz. Hatta bu tip durumlarda küresel destek aramak ya da küresel güçlerin bundan istifade etmesi gayet olağan. Haklı olmak gerekmiyor… Arap baharının temel sorunu etik olarak değişik dini azınlıkların , etnik grupların, ulusal kimliklerin, özgürlükçü kadın gruplarının, emek cephesinin temel hak ve özgürlüklerini ikinci plana atan yaklaşımlarıdır. (Bir arkadaşım kadınların özgürlükçü taleplerini 222.plana atıldığını iddia ediyor. Kısmen katıldım:) Bu sorunu da hem küresel güçler hem de Arap coğrafyasının çevresindeki bazı liberallerin ve entelektüellerin dominant tavırları besliyor. Suriye’deki Sunni Müslüman kesimin demokratik, sosyal ve siyasal taleplerine şartsız destek veren uluslararası kamuoyu Kürtlerin 4 devlet arasında gaspedilmiş haklarını geçiştirmek istiyor, yok sayıyor; bu yetmiyormuş gibi Kürtlerin siyasi inceliklerini, manevralarını Esad yanlısı olmakla suçluyor. Özellikle Türkiye’deki Arap baharı müptelaları Müslümanlar için özgürlük, demokrasi talep ederken Kürtler için 1934 yılının Asturias vampiri Francocu eğilim sahibidirler. Bu omurgasızlık aslında tarihsel olarak çözümlenmiş sömürgeci aydın karakterinin en belirgin özelliği. Bazı İhvan hayranı Türkler de Batı Kürdistan’daki Kürtlerin de Türkleştirilmesi rüyaları görmeye başladı. 1958 yılından beri tüm ulusal, sosyal, ekonomik ve yurttaşlık hakları ellerinden alınan Batı Kürdistan Kürtlerinin haklı talep ve çığlıklarına sessiz kalan, hatta ortak olan Sunni Araplar ve Sunni Türk milletleri kendilerinin boka batmış bu ahlaksızlıklarını sorgulayacaklarına dönüp dönüp PYD üzerinden Kürtleri kendi piyonları yapamamanın acısıyla Kürt hareketini suçluyorlar. Bir gerçeği açıkça belirtmekte fayda var: Araplar, diktatörlük rejimlerine karşı siyasi, sosyal, ekonomik güç taleplerinde bulunurken Kürtler taa yüzyıl öncesinin kimlik sorunlarıyla ‘varolma’ savaşı veriyorlar. 2004 serhildanında Kürtleri yalnız bırakan Arap-Türk özgürlükçüleri bugün utanmazca PYD ve onun destekçilerine saldırıyorlar. Bu ahlaksızlıklarına da bin bir gerekçe uyduruyorlar. 2003-2004 yıllarından 2009’a kadar da bu Türk Müslüman milliyetçiler de Esad’ın en üst düzeyde kardeşleriydi zira. Kürtler, yaşadıkları de jure coğrafyalarda kendileri de facto öz yönetim haklarını kullanmak istiyorlar. Öcalan da birleşik bağımsız Kürdistan’ın reel durumunu analiz ettikten sonra demokratik konfederalizm çözümüyle Barzani’nin yakın zamandaki Hewler’deki birlikçi tutumuna da siyasi perspektif çizmiş oldu. (Hewler'de Batı Kürdistan'ın siyasi gruplarını bir araya getiren Barzani tereyağından kıl çeker gibi bir inşayı planlıyor. Umarım daha dirayetli bir süreç başlar.) Son olarak ABDli petrol devi Chevron’un yeni yataklar bulmak için Güney Kürdistan idaresiyle bir anlaşma imzalaması ise sürecin bundan sonra nasıl şekilleneceğine dair bize bir öngörü fırsatı sunuyor. Türk Müslüman ve solcuları bunu emperyalizm ve benzeri arkaik söylemlerle teorize edecekler. Bunun bir önemi yoktur. Kobani deneyimi artık Katalanoya sürecidir. Küresel demokrasi sürecidir. Yeni yüzyılda ruhunu enternasyonal geçmişten alan devrimsel bir süreçtir. Öcalan’ın siyasi öngörüsü, Barzani’nin pratik siyasi olgunluğu de jure sınır sorunlarını da en aza indirgeyecek yaklaşımlardır. Demokratik konfederalizm şimdilik en gerçekçi çözüm sürecidir. Hiçbir uluslararası katkı ve ilişkiden kaçınılmaması gerekir. Kürtlerin tarihsel deneyimlerinde çok acı sonuçlar söz konusu. Önce ulus olmaktan kaynaklı hakların kullanılması sonra siyasi çizgi esasına dayanacak bir iç ve dış siyasa müthiş fırsatlar yaratabilir. Kürtleri hayvansever gibi seven Türk Müslümanları, liberallerinin bir kısmı ve solcularının bir bölümünün her türlü itirazını kompleks olarak değerlendirmekte fayda olacaktır.
Yazı Sözlüğü:
Demokratik Konfederalizm: "Bir toplumun tabandan başlayarak kendini en geniş bir biçimde demokratik örgütlemesidir. Demokratik kurumlarını oluşturmasıdır. Tabandan başlayarak oluşturulan demokratik kurumlaşmaya dayalı bir sistemdir. Mahalle ve köy komünlerinden, mahalle meclislerine ve il meclislerine kadar örgütlenmelerini her alanda geliştirmek ve bunların genel iradesini temsil eden bir halk kongresini kurumlaştırmak, demokratik konfederalizmi oluşturmaktır." Mustafa Karasu, Öcalan'dan derleyip böyle tanımlıyor. Modern uluslararası hukukta birden fazla devletin bir araya gelerek oluşturduğu gevşek birliğe konfederalizm, bunun devlet kurumlarının inisiyatifi dışında öz savunma güçleri hakkı saklı tutularak oluşturulmuş gönüllü birliğe de demokratik konfederalizm denir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder