Daha önceki
yazılarımın birinde sosyalizmin Türkler arasında algılanma biçimlerinden
ikisine bazı temel ilkeler ışığında değinmiştim. Dünya yeni ve ciddi bir duruma
gebedir. Temel belirleyeninin ekonomik gelişmeler olduğu bu “yeni ve ciddi
durum” temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra politik hak ve
özgürlükleri de çevre argüman olarak kullanmaktadır. Gereğinden hacimli
laflarla yazıyı süsleme yerine her yeni bir durumun yeni bir analiz gerektirdiğini belirtip birkaç
örnek ve analizle konuyu açalım.
Tarihsel Referanslar
İrlanda sorununun yaşandığı 1860’lı yılların
başında İrlanda’nın İngiliz egemenliğinden ayrılma talebini Marx, imkansız ve
kabul edilemez, değerlendirmesine rağmen birkaç yıl sonra Engels ile
tartışmalarında yeni bir durumun ortaya çıktığını İrlandalıların koşulsuz
özgürlüğünden yana oluşunu işçi sınıfının kurtuluşu teorileri ışığında
dillendirmiştir. Bu değişim 1867 yılındaki Fenian ayaklanmasından sonra
gerçekleşti. “İrlanda sorunu
çözülemediği sürece İngiliz işçi sınıfı asla sınıfsal sorunlarını
çözemeyecektir. İrlanda üzerindeki sömürgeci İngiliz baskısını kırmak bu sınıfın
temel yararınadır.” tespiti onun kısa bir sürede reel politik tezlerinin ne
kadar değişim gösterdiğinin kanıtıdır. Bir anlamda bağımsız İrlanda fikrinin
İngiliz kapitalizminin sonu olarak görmektedir. ( Geniş bilgi için Marksistler ve Ulusal Sorun Antolojisi kitabını ve İnternetten
ilgili makaleleri okuyabilirsiniz)
Lenin ve Rosa Lüksemburg arasında çıkan
Polonya ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sorunu tartışmalarına katkı
sunan Trocki, ister tarihsel devlet
kurma yetisine sahip olsun ister olmasın her ulusun öz yönetimi hakkını kesin
bir inançla savunmuştur. 1914 ve 17 yılları arasındaki yazılarında Balkan
ülkeleri federasyonundan söz ederken tüm balkan uluslarının ulusal egemenliği
şartını koymuştur. Her ne kadar “yararcı-pragmatist” bir yaklaşım olsa da
Lenin’in Çarlığın gücünü kırmada temel strateji olarak çarlığa bağımlı
ulusların bağımsızlığını savunması da bu konudaki tartışmalara ışık tutabilir.
Ayrıca http://cengizchefikir.blogspot.com/2012/05/kurtlerin-self-determinasyonu-ve.html
bu yazıdaki Montevideo Konvansiyonu ve Self Determinasyon ile ilgili
göndermelerden de yararlanılabilir.
Demokratik Uluslaşma olarak nitelendirilebilecek
Kürtlerin bugün tarih sahnesine çıkışı ise yeni bir durum değerlendirmesi
gerektirmektedir. Bugün dört parçayı modern dönem ulusçuluğuyla gasp eden Arap,
Türk ve Fars devletleşmesine ve içinde barındırdığı sömürgeci nüvelere karşı
Kürtlerin en az İrlanda kadar eski olan statü kazanma gayretindeki direnişleri kimi
sol çevrelerce ya küçümsenmekte ya da ilgisiz bırakılmaktadır. Bunu solun
ilerlemeci, “yararcı” perspektifiyle izah edebileceğimiz gibi Türkiye solunun Kemalist
ve ulus devletçi anlayışıyla da irdeleyebiliriz. Walter Benjamin faşizmi sadece
akıldışılıkların toplamıyla tanımlamıyor. Aynı
zamanda modern ulusal, siyasal ve teknolojik araçların akılcılığının çirkin
yanlarının hakim olması olarak da açıklar. Faşizm, teknik ilerlemeyle
toplumsal gerilemenin tipik modern birleşiminin bir sonucudur, anlamına gelir. Türk
modernleşmesinin solcu biçimleri de Kürtlerin ulusal, sosyal ve demokratik
varoluşlarını milliyetçilikle itham ederek mevcut sömürgeci baskıya çanak tutmaktadırlar.
Bu solcu biçimlerin büyük bir kısmı Kürt hareketinin demokratik ulus,
demokratik toplumsallaşma teorilerini ya hiç okumamış ya da okudukları halde
sahip oldukları milli ve sömürgeci aydın kibrinin etkisiyle Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı temel haklarını yok
sayarlar. Bazısı ancak gülünç sayılabilecek argümanlarla güya Kürt ve Kürdistan
sorununa devrimci çözüm önermektedirler. Bunların en kabası “Bağımsız Türkiye”
şiarı etrafında toplanan cenahtır. Siyasi, sosyal ve ekonomik olarak de jure egemenlik kazanmış bir ülke ve
ulusu daha ne kadar bağımsızlaştıracakları da merak konusu. Aslında ciddiye
bile alınmayacak, özünde Kemalizmin tarihsel günahlarını solculuk üstünden
aklamayı bir tür devrimcilik sanan bu teorik ve pratik cenah bu defa Esad
diktatörlüğüne “anti emperyalizm” masalıyla sarılmaktadır. Politika üretmekten
ziyade geçmişin ajitasyon ve propagandalarını hakim Türk kibri argümanı çerçevesinde
yeniden ısıtıp piyasalayan bu şovenizmin yakından uzaktan devrimci-demokratik
teori ve pratikle ilgisi yoktur. Ancak Türk faşizminin ve aydınlanmacılığının en
kötü sol biçimleri diye adlandırılabilir. Bunlara göre:
·
Siyasi
statüsü kazanılmış Kürdistan
·
Kürtçenin
diğer dillerle eşit biçimde kullanılması
·
Kürtlerin
ulusal ve siyasal birliği
·
Demokratik
özerklik ve demokratik konfederalizm
·
Dini
hayatı , devlet ve diyanetin egemenliğinden kurtaran Kürt siyaseti
Kürt
milliyetçiliğiymiş ve bu kötüymüş, emperyalizmin ulusal sorunları çözme
süreciymiş. Böyle emperyalist çözüme can kurban demekten kendimi alamıyorum.
Yine Atatürk’ün
“sınıfsız, kaynaşık Türk halkı” ideolojisi etrafında kurulan Halkevlerini hala
günümüzde “ilerici-gerici” ikilemi üstünde ilerletmek isteyen daha çok
sendikalar aracılığıyla Türk sömürgeci siyasetlerinin kendi içindeki
iktidar-muhalefet kliklerinin bir parçası olan ilerici solu da gülünç
buluyorum. Hatta zavallı… 80 yıllık faşist ve diktatör mirası sahiplenen, bunu
reddetmeyen Halkevleri ve ona yakın siyasi örgütlerin varlığı da Kürtler için
sömürgeci araçlardır.
Son cümle W. Benjamin’den: “Felaket
ilerlemedir, ilerleme felakettir, felaket tarihin sürekliliğidir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder