Social Icons

.

Pages

22 Haziran 2013

Gezi Bizi Devrime Götürmez

Devlet Terörü
Gezi olayları bir direniştir.  Eylemin içeriği, talepleri, siyaset ve toplumsal hareketler açısından niteliksel yönü ne olursa olsun siyasi iktidara karşı, dolaysıyla devlete karşı bir direnç odağı haline gelmiştir. Bu bağlamda hem bir halk hareketidir hem de bir direniştir. Kemalist karakterinin direnişi domine edici olması bu gerçeği değiştirmez.  Yalnız bu kadar keskin yargılarıma rağmen minik bir kuşku olarak hükumete karşı “iç ve dış komplo” ihtimalini de göz ardı etmiyorum. Bunu destekleyen birkaç veri de var, ama ancak benim fikir yürütmem olarak anlaşılabilir bu.  Çok sağlıklı veriler değil. Meşru bir hükumeti komplocu bir hareketle devirmenin gerekleri de bunlar değil.  Komplocu hareketler, silahlı şiddet, kaos, bombalama, sabotaj, suikast ve halk hareketini aynı anda mobilize eder. Eğer komplo düzenleyenlerin gerçekten hükumeti devirme niyetleri varsa tüm bu şiddet sarmalı günlük yaşamın bir parçası haline gelir ki henüz bunu doğrulayacak bir veri ya da eylem yok. Olmamasını da temenni ediyorum.  “Hükumet istifa.” Sloganı ajitasyondan öte değil. Gerçekçi bir talep değil mevcut Türkiye sosyo politiğinde.  Hükumet başkanının bunu ciddi bir tehdit olarak algılaması ise ancak “korkak lider” vasfıyla açıklanabilir. Ama günlerdir Türkiye’nin birçok ilini polis terörüyle “huzura” kavuşturmak isteyen bir hükümetten “bedel” olarak “vali ya da emniyet müdürlerinin istifasını” istemek de oldukça rasyonel talepler. Hükümetin bu tip taleplere göz yumması “komplocu hareket” olsa bile direnişi meşru zemine oturtuyor.
Bu, bir devrimsel kalkışma mı?
Hayır, bir hareketin devrimsel nitelik ifade edebilmesi için Türkiye’de “genel oy hakkının” ortadan kaldırılması, örgütlenme özgürlüğünün yasal olarak tümüyle gasp edilmesi, ekonomik hakların yurttaşların elinden alınması, her türlü basın faaliyetinin engellenmesi gerekir.  Kürdistan’da böyle bir devrimci durum olgunlaşmasına rağmen hükumetin demokratik reformist siyasetle, siyasi hak ve özgürlüklerin önünü açmak için müzakere masasına oturduğunu belirtmekte fayda var.  Türkiye'nin Kürdistan olmayan yerleri için böyle bir durum olmadığı gibi göstericilerin de somut olarak bu tip özgürlükleri talep etmediği gerçeği de gün gibi göz önündedir. Sosyalistlerin örgütlenme özgürlüklerine yönelik kısıtlamalar, sınırlamalar, baskılar söz konusu. Bu gösterilerde sosyalistler de taleplerini somutlaştırmada oldukça heyecanlı davrandılar ve yetersiz kaldılar. Direnişteki kararlılıklarını devrimci romantizmle ifade ettiler. Daha makul talepler içinse BDP eş başkanı S. Demirtaş’ın hükümete sunduğu yol temizliği teklifleri şimdilik sosyalistlerin de sahiplenmesi gereken taleplerdir.  Demirtaş’ın Özgür Gündem gazetesine verdiği röportajdan bu talepler okunabilir. 
  Devrimsel Kalkışma Değilse Nedir?
Otorite manyağı bir liderin geçmiş dindar mağduriyetlerden yola çıkarak yıkılmaz bir kale inşa etmesi sevdasının yarattığı baskıcı ortamın ortaya çıkarmış olduğu tepkilerdir. Aynı zamanda bu liderin başını çektiği hükümetin ve partinin tek ağızdan çıkan her talimata, her görüşe, her tarza itaat etmesinin bir sonucu olarak da okunabilir. Sokağa çıkan eylemcilerin sosyal ve siyasal profillerine dair birçok yazı yazıldı, program yapıldı. Ayrıca üstünde durmayacağım, hem rasyonel hem de abartılmış değerlendirmeler ve anketler düzenlendi, ama ben Erdoğan’ın kibrinden, tek ağız, tek adamcılığından ziyade onun sosyal ve siyasal hayatımıza girmiş minik türevlerinden kısaca söz edeceğim.  Hükümet yanlısı sağcı bir yazarın, gazete köşelerinde bir fikir belirtirken bile parmak sallayan, çakan, tehdit eden, iktidar olma hırsıyla kendisini kaybeden özellikleri bu isyanı tetiklemiştir. AKP’li bir belediye başkanının ya da il ilçe başkanının hem sosyal medyada hem de matbuat medyada sürekli tehdit eden,  bireyleri polise havale eden, yakalatan, soruşturan “muhbir” özellikleri de direnişi besleyen olaylardır. Melih Gökçek’ten tutalım, Hilal Kaplan’a ondan Salih Tuna’ya böyle bir tetikleyici potansiyel var iktidar cephesinden. Erdoğan’ın otoriterliğini, başöğretmenliğini, sokakta polisliğini, evde babalığını motive eden asıl cephe bu “burnu Kaf dağında” mahallelidir.
Net Olduğum konular:
Faiz lobisi falan uyduruk saptamalardır.
Silivri’deki cuntacıların darbe yapma özgürlükleri yoktur. Bu direniş sebebiyle onlara da özgürlük isteyen olursa bence gönüllü kendisini hapishaneye mahkum etsin.
Mevcut hükumet meşru bir hükumettir. İnsanların meşru hükumeti de gösteriler yoluyla  istifaya çağırma hakları vardır, ama böyle bir durumu gerektirecek bir sosyo-politik durum yoktur.
PKK-Devlet barışını hedef alan, azımsanmayacak gösterici gruplar vardır, Kürtlere bu grupları gösterip “milletin onun bunun hassasiyeti” diye gagalamak gibi hükumetin bir lüksü yoktur. Barış sürecinin en önemli aktörü hükumet bir “sorumlu” olarak taraftır. İdare etme yeteneklerini kullanmak dışında şansı da yoktur.
Kürtlerin bu gösterilerde ulusalcı ve benzer çevrelerin yanında durmaları gibi zorunlulukları ve sorumlulukları da yoktur. Eğer Kürtler bu gösterilere kısmen destek olmuşlarsa bu, onların demokratik haklarını kullanması, kendilerini ifade etmesi olarak anlaşılmalıdır.

Gösteri, toplanma ve ifade hürriyeti tartışmasızdır. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.