Social Icons

.

Pages

19 Mayıs 2013

Leş sağcılık, oksimoron demokratçılık: Mefkure İslamcılığı


   İşsiz kaldığım günden bu yana, Kürdistan’da 90’ların sosyal-siyasi iklimini zaman zaman çıplak gerçeklerden yararlanarak kimi zaman da kurgu öykülere dayandırarak bir roman yazmaya çalışıyorum.  NBA maçlarını izlemekten, twitterde gevezelik etmekten, arada geçmiş sinema filmlerine bakmaktan fırsat bulduğum an arada da eğlenmek, alaya almak için Türk köşecilerinin yazılarını okuyorum. Birçoğunu twtrda dilime doluyorum. Bugün de sıra Hilal Kaplan’a geldi.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/emperyalistler-ve-suriye-muhalefeti/37760 Hilal Hanım eğer şaka yapmıyorsa bunu ideal demokrat,  üst düzey insani duygular, o çokça kullanılan anlamıyla gerçek Müslüman kimliğiyle adeta bir manifesto şeklinde yayınlamış ki yazının girişi bunu ele veriyor. Eğer AKP 27 Nisan bildirisiyle kapatılmış olsa biz bugün Hilal Hanım’ı tankın önüne kendisini atmış bir demokrasi kahramanı olarak bilecekmişiz.
     Aynı yazıda “Terörün amaçlarından birisi de toplumun 'birbirini yemesini' sağlayarak birlik duygusunu aşındırmaksa, ne yazık ki saldırı bu açıdan amacına ulaştı.” Buradaki birlik duygusu kuşkusuz bir terör saldırısı karşısında tümüyle kınama, telin etme duygusu değildir. Türk sağcılığının egemen Türkçü-İslamcı kibrinin diğer farklılıklardan kendisine benzemelerini istemek duygusudur. Kürt’ün özgür kimlik ve statü talebini “birlik uğruna” hibe etmesini, Alevi’nin inanç özgürlüğünü büyük Türk-İslam mefkuresine feda etmesini, Azınlıkların geçmişte yaşadığı katliam ve soykırımların bugün hesabını sormalarından vaz geçmesini, sosyal yaşantılarında geleneksel olanın dışında,  kendini eş cinsel ve benzeri kimliklerle ifa etmek isteyenlerin bu haklarından feragat etmelerini arzulayan bir duygudur birlik duygusu. Bu duygunun iktidara yaslanmış, iktidar olmanın her türlü gerekçesini üreten sol versiyonları da mevcuttur. Birlik duygusu eğer egemenlerce savunuluyorsa mutlaka siyasal, sosyal, dinsel, etnik birçok problemin yarattığı travmatik sonuçların unutturulması, cennette bir yer hayal ederek egemen olanın ideolojik politik arzularını tatmin etme isteğinden öteye geçemiyor.
    Hilal Kaplan’ın Türkçü-İslamcı şizofrenyasını üretirken haklı olmak istediği konuları bir bir ele alalım:
Suriye’de politik durumun oradaki bir sonucu olarak (diktatörlük anayasası, temel hak ve özgürlüklere saldıran bir rejim gerçeği, dinsel ayrımları iktidar gerekçesi yapan sosyal azınlık) muhaliflerin haklılığı tartışılmaz. Belki de bundan daha önemlisi Suriye Kürdistanı’ında yaşanan politik durum var. Arapların egemenlik hakları,  devletsel statüleri mevcutken Kürtlerinki aynı BAAS rejimi ilkeleri gereği gaspedilmiş. Genelde İslam coğrafyasında siyasi iktidarlar bu statüsüzlüğü BAAS lehine savunmuşlardır. Onaylamışladır. Bugünkü rejim muhalifleri de “birlik” çağrılarıyla BAAS’ın bu haksızlığını giderme niyetlerinde değiller.
    Yine çok yakın bir tarihte Sri Lanka’da resmi hükümet korkunç bir katliama imza atmış, binlerce insanı öldürme, yüzbinlerce insanın hakkını hukukunu yok sayma pahasında aynen Esat gibi sonuçları vahim bir bastırma hareketine gitmiştir. İlginçtir Türk devleti bu Sri Lanka hükümetinin bu katliamcılığını her düzeyde takdir etmiştir, bugün Suriye’deki Müslümanlar için yanıp tutuşan Türk Müslüman entelektüeller ve aydınlar da Sri Lanka modelinin Kürtlere yönelik uygulanmasını teşvik edecek yazılar yazmışlar, öneriler getirmişlerdir, oysa kaç Sri Lanka modelinin uygulandığından bihaberler Kürdistan’da… Hilal Kaplan da bu Sri Lankacı modeli andıran bastırma yöntemini önermekten muaf değil.  Onlarca yazısı ve önerisini bu minvalde örnekleyebiliriz.
    İspanya’da demokrasi güçlerinin 1936 savaşını kaybetmesinin sebepleri arasında.
1.      Sınıf diktatörlüğü isteyen yaygın Sovyetçi komünist örgütlerin bulunması
2.     İç savaşın demokrasi cephesi adına vandalizmi haklı gösteren önü alınamaz infazlar, kilise yakmalar, örgütler arasında Sovyetlere angaje olanlarla olmayanlar arasındaki çelişkiler
3.     Uluslararası desteğin halklar nezdinde üst düzeyde olmasına rağmen Sovyet komünizmine inanmışlığın yaygın kanı haline gelmesi ve Avrupa devletlerinin bu korkuyla desteğini çekmesi
Bu madderlenedirmedeki “komünist” yerine “İslamcı diktatörlük arzusu” Sovetler yerine de “Türkiye-Sudia” diye değiştirirsek Suriye muhalefetinin olası kaybetme nedenleri de anlaşılmış olur. Arap milliyetçi kibrinin İslam adı altında kendisini yeniden üreterek;  Kürtleri, oradaki azınlıkları, Alevileri dışlayan vahşi eylem çizgisi de kaybetme sebebi sayılabilir. Yani Hilal Hanım Suriye muhaliflerinin askeri gücü içindeki vahşi yapılanmayı 3-5 çapulcu diyerek geçiştiremezsiniz, şöyle ki:
-          PKK, özellikle 1990’lardaki vandal eylemlerinin müsebbiplerini en sert şekilde cezalandırmıştır. Bunun onlarca örneği vardır.
-          Ermeni çetecilerin meşru savunmasındaki aşırılıkları bugün soykırım sonucu kaybeden bir ulus olarak Ermenilerin reaksiyoner tepkilerini Suriye muhaliflerinin isyanındaki  gayri insani davranışlarla eşleştirmek ise tek kelimeyle ahlaksızlıktır, utanmazlıktır. Yahudilerin getto isyanlarını Nazi soykırımcılığını izah etmek için kullanmak kadar rezilcedir.
O halde dönelim başa: Bence kendinizi hala polis terörünün, panzerlerinin önüne atmak için geç değil: Gösteri ve toplanma hakkını bastıran, yer yer grev hakkını fiili olarak yok sayan bir iktidar anlayışı var. Bunu geçtim hala TMK’nın uyduruk delil yaratma stratejisiyle içeriye tıkılmış binlerce Kürt siyasetçi var. Ama siz zaten bu bastırmayı “birlik” duygusu adına savunuyordunuz değil mi? İyisi mi sizden panzer önüne atmanızı istemek değil, panzerden inmenizi istemek daha gerçekçi…

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.