Social Icons

.

Pages

12 Eylül 2011

Pogrom Hangi Yana Düşer Matmazel?

1 Temmuz 1946 tarihinde dokuz yaşındaki Henryk Blaszczyk, Polonya’nın Varşova iline bağlı Kielce kasabasında kaybolur. Küçük Henryk, Biealeki köyüne anne ve babasının arkadaşlarını ziyaret etmek üzere ailesinden habersiz yola düşer. Henryk'in bu  ziyareti yaz tatili sırasında gerçekleşti. Ailesi durumu polise bildirir. Baba Walenty Blaszczyk’in yoğun sorgulamalarından sonra küçük Henryk, Kielce’e geri döner. Ailesi tarafından sorgulanır. Henryk ceza almamak için bir hikaye uydurur. Hikayeye göre arkadaşının evine koli vermek istediği için yola çıktığını, bu sırada birkaç gizemli adam tarafından alıkonulduğunu söyler. Yine Henryk’in söylediğine göre bu adamlar başka çocukları da kaçırmış ve bir mahzende saklamışlar. O mahzendeki bir başka çocuğun yardımıyla Henryk, kaçar ve evine gelir. Henryk’i ailesi dışında komşuları da sorgular. Henryk’e çocukları kaçıranların dilini, lehçelerini sordular ve kaçıranların Yahudi olduğu konusunda inandılar. Hikayeyi daha gizemli hale getirip 3 Temmuz akşamı polise bildirdirirler. Polis, bu hikayeyi gerçekçi bulur ve Henryk’e sokakta gördüğü Yahudileri gösterir. Henryk, zayıf cılız birini işaret eder. Olay dallanır, budaklanır ve o günlerde işlenen bir çocuk cinayeti de Yahudilere mal edilir. Kasabalılar da sonunda Yahudilerin çocukları kaçırdığına, öldürdüğüne inanırlar. Olay kısa sürede Kamu Güvenliği Bakanlığı yetkililerince de kabul edilir ve Kielce’deki Yahudi evlerine polis nezaretinde baskınlar düzenlenir. Yahudilerin yaşadıkları mahalle sokaklarına oraya buraya silahlar konur ve Yahudilerin silahlı direniş başlattıkları konusunda tüm Polonyalılar hemfikir olur. Polis denetiminde başlayan saldırıların ilk bilançosu 11 ölü onlarca yaralı… Giderek Kielce’deki fabrika işçileri de pogroma katılır ve 4-5 Temmuz günlerinde toplam 50 Yahudi öldürülür, yüzlercesi sakat ve yaralı kalır, mal ve mülkleri talan edilir. Kielce'deki Musevi Cemaati Başkanı Severyn Kahane ve toplama kamplarından kurtulan birçok Yahudi bu pogromda katledilir. 8 Temmuz 1946, pogrom kurbanları Kielce Yahudi mezarlığına gömüldü. Çeşitli çalışmalarla Kielce'deki pogrom büyüdü. Sonrasında pogrom, Sovyet yanlılarıyla Batı yanlıları arasında bir siyasi çekişme noktasına geldi. Her kesim kendince komplo teorisi üretti. Ama Batı’daki  bu anti-semitizm hastalığı giderek güçlendi. Eğer Sovyet ordusu pogroma el atmasaydı sonuçları daha acı olabilirdi.
    Bu pogromu neden mi anlattım? AKP öncesi ve sonrası Türklerin de hatta kimi Müslüman Kürtlerin de böyle “şeytanları” var.  Kurbanlar 6-7 Eylül’de Rumlar, 1978 Maraş’ta solcu ve aleviler , 1993 Sivas’ta Aleviler, 2000’li yıllarda Kürtler oldular. Pogromcu Türk solu ve Türk sağı AKP’nin iktidara gelmesiyle yalan söyleyen “küçük Henrykler” sayesinde Kürt hareketini de “siyonistleşetime” çabasıyla yanıp tutuşmaya başlayan solcu ve sağcı komplo teoricileri, efendilerinden aldıkları işaretlerle daha çaplı pogromlar için zihinsel zemini oluşturmaya başladılar. Bu şeytanlaştırma işi o kadar aşağılıkça yapılıyor ki akla, mantığa dayalı tüm sorgular iflas etmiştir. Küçük Henryk’in ailesi kadar bile soru soramaz durumdalar. Çünkü cumhuriyet asıl sahiplerinin yanı sıra yedekli, muhtelif sahiplerini de iyi yetiştirmiş. Türk modernizmi en uç solcusuna bile anti emperyalist tavrının yanı sıra anti-siyonizm dediğimiz, temelini “Sion Protokolleri” gibi düzmece protokol karşıtlığına dayanan çarlıkçı andavallığı yarattı. Türk sağcılığı ise tüm ideolojik ve politik birikimini bu vandallıkla besler. Mesela, PKK’nin dayandığı meşru ve doğal ideolojik politik zemini görmezden gelen milliyetçi, laik, çağdaş sol sürekli dönme Yahudilerin ABD eliyle nasıl beslendiğini propagandasının yanına bir de PKK’nin ABD ve İsrail’in BOP planı parçası olduğunu dillendirip durdu. Sonuçları politik Kürt hareketlerine ve kişiliklerine düşmanlığa kadar vardı. Yeni dönemde AKP ile büyüyen, gıdasını Neo-Osmanlıcı gibi sağcı fikirlerden alan milliyetçi Türk liberalizmi ve milliyetçi Türk İslamcılığı ise zaten öteden beri Sion Protokolleriyle dünyayı hayal ediyor, analiz ediyor ve refahın Yahudilerin yeryüzünden silinmesiyle geleceğine inanıyor. PKK’yi de bu “şeytanlaştırma” işinin kıyısına bulaştırarak Kürt sorununu var eden tüm tarihsel, sosyal ve siyasal sebeplerin üstünü örtüyor. Bu kıyımcı sağcılık dün geceden beri iş başındaydı. Gazeteci ve köşe yazarı olduğunu iddia eden Hilal Kaplan, PKK’nin Şemdinli saldırısından hemen birkaç saat sonra PKK’yi “Siyonizmin uşağı” ilan ediverdi. Bu komplocu, kurgucu kafa yapısına göre Kürt sorunu her alanda çözülmüştür, nefes almanın bile politik Kürtler açısından lüks sayıldığı Türkiye gerçeğinde PKK, Siyonizmin maşası olup çıkıverdi bir anda.
     Anti- emperyalist, anti Siyonist sağcı ve solcu kafalar yeni pogramlar için zemin yoklarken birileri hala ülkenin bodrum katında çözümlenemeyen sorunlardan ötürü ölüyor, öldürüyor. bu ölümler belki Hilal Kaplan ve üvey kardeşleri çakma solculara çok daha köşe yazdırtacak,  ama biz sesi gür çıkmayanlar şimdilik telaşlıyız...

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.