Social Icons

.

Pages

4 Ekim 2011

Korkunç Kurtarıcılar, Mulattolar, Moreller, Çongargiller


Bir sabah uyanıyorsunuz ve “korkunç kurtarıcınızın” sizi korumak adına onlarca kişiyi gözaltına alan operasyonlarına tanık oluyorsunuz. Elinizdeki çay tüm sıcaklığını yitiriyor, içtiğiniz sigaranın dumanları arasında baktığınız dünya daha bir boktan görünüyor, ağzınızda nikotinin bıraktığı acımsı tat az sonra yanacak izmaritin kokusuyla birleşecek ve içinize yüz on gözaltı haberleriyle sıranın ne zaman size geleceğini hesaplayan kara haber tortusuyla düşecek.  Bunun için bir şey yapmanız gerekmiyor, yazdığınız bir yazı, katıldığınız bir gösteri, yaptığınız bir telefon görüşmesi “güçlü delil” sayılabilir. “Sokak Kürtlerinin” bilinen yazgısı bu… Alçaklık, tarihin hiçbir döneminde bu kadar gazeteci, aydın, köşe yazarı tarafından ateşlice savunulmadı, daha öncekiler cumhuriyet tarihi boyunca “anarşist, terörist, hain” olarak servis edilir, o minvalde savunulurdu, bu dönemlerde “Ama bakın Kürt siyasetini özgürleştiriyoruz, sizi silahlı Kürt vesayetinden kurtarıyoruz, 1990’larda fail-i meçhule gidiyordunuz, artık hukuk ve kanun adına sizi tutukluyoruz, bu lüksü bu egemen iktidarımıza borçlusunuz.” cinsinden namussuzluklarla devlet terörü aklanmaya çalışılıyor. Tıpkı Lazarus Morell’in New Orleans zencilerini savunması gibi…
  1800’lü yıllarda Mississipi nehri boyunca pamuk tarlalarında çalışan “Amerikan Kürtlerinin” hastalanıp ölmesi nankörlüktü. Çünkü beyaz efendisi,  bazen köle olarak çalıştırdığı bu Türkiye Kürdünden daha esmer zencilere bin dolara varacak kadar para veriyordu. En verimli döneminde Meksika Körfezinden gelebilecek bir mikrobun iri kıyım bir zenciyi hasta edip öldürmesi düpedüz “ihanetti." Mississipi kıyılarının yoksul beyazları, zencilerle aynı koşullarda yaşamalarına rağmen asla zenciler kadar lekelenmediler. Onlar damarlarındaki asil kanın verdiği onuru taşıyorlardı. Lazarus Morell bunlardan biriydi. Birbirine fazla yakın gözleri, dümdüz bir çizgiyi andıran dudaklarıyla vasatın altında bir beyaz fiziğine sahipti. Saçlarının daha sonraları ağarması, “yaptıkları yanına kar kalmış” cüretkar sahtekarlara özgü tuhaf bir soyluluk kazandırıyordu. Bir eyaletten at çalıp bir başka eyalette satması onun “asil” eylemlerinden sadece önemsiz bir ayrıntıydı. Onun “Alçaklığın Evrensel Tarihi’nde” hak ettiği yeri almasını sağlayan eylemlerin habercisiydi yine de bu at hırsızlığı. Morell daha sonra özel birlikler kuracak, yüzlerce kişiyi hırsız, katil ve ikna edici haydutlar olarak Mississipi’den Ohio’ya, oradan Arkansas’a, New Orleans’a uzanacak bir çetenin “yoksul beyazlarından” devşirilmiş lideri olacaktı. Bu çetenin içerisinde de sorun çıkaranlar ayağına taş bağlanmak suretiyle Silivri’ye pardon Mississipi Nehri’nin o boz bulanık sularına bırakılırlardı. Mulatto dedikleri bu sürünün önemli üyeleri parmaklarına gümüş yüzük takarak saygınlık elde ederlerdi çiftliklerde. Güney’in çiftliklerini boydan boya dolaşıp zencilere özgürlük vadederlerdi. Zenciler firar eder yeniden satılmaya razı olurlarsa Mulatto birliklerinden biri, bunlara bir miktar para teklif ederdi. İkinci kez kaçtığında ona özgür olabileceği bir eyalet... Mulattolara göre bu saf zenciler aynı zamanda birer orospu çocuğuydu. ( Ülkede kaçak elektrik kullanırlar, vergi vermezler, tahta barakalarda kim kime dumduma yaşarlardı, metropollerde hırsızlık, gasp, kapkaç gibi olayları hep bu Amerikan Kürtleri yapıyordu. ) Morell’in oluşturduğu Mullato komiserlerinin zencilere önerdikleri para, gümüş, özgürlük vaadi kadar daha kışkırtıcı bir başka şey olamazdı. Güneyde anarşistlerin kölelere özgürlük hareketi bu “özgürleştirme” çetelerinin yanında “İspanyol, Portekiz Qandil muhibbi” gibi kalıyordu. Yüzlerce köle zenci bu korkunç “kurtarıcı perilerin” hileleriyle nehirlerde boğuldu, başka çetelerin kurşunlarına, beyaz efendilerin kamçılarına hedef oldu ve öldüler. Tarih, bu telefi ancak matematikle yazacaktı. Gün geldi, devran döndü güvenilir Mulatto çetelerinin egemenlik ve parasal alanları genişledi, rant büyüdü,  içeriden anlaşmazlıklar çıktı. Morell’in en güvenilir adamı Virgil Stewert adındaki Arkansaslı bir genç tüm bu kirli tezgahı kendi çıkarları adına deşifre etti. Amerika’nın vicdanlı aydınlarının katkılarıyla çeteye operasyon düzenlenmesine rağmen Morell rüşvet ve adalet dağıtıcılarıyla kurduğu parasal ilişkiler sayesinde kurtuldu. Daha sonra kendisini linç etmek isteyen zencileri devlete karşı ayaklandırmak istediyse de başaramadı ve 1835 yılının Ocak ayında Silas Backley adıyla hastanede yatarken akciğer yetmezliğinden öldü.
    Morell, aynı zamanda İncil’i ezberlemiş safkan bir yoksul beyaz olarak Afrika kökenli bu göçmenlere tebliğler yapıyordu. Onları evlere kapatıp ilahiler okuyordu. İçeride ibadetler yapılırken, dışarıda Morell’in Mulatto alçakları, at çalıp, tarla Kürtlerini özgürleştiriyorlardı.
     Şimdi Aşağıdaki Soruları cevaplayalım:
1. Aşağıdakilerden hangisi modern Lazarus Morell’in çetesinden değildir?
a. falan gazetenin yayın yönetmeni
b. falan gazetenin soldan devşirme özgürlükçü solcuları
c. falan gazetenin kontenjanlı Müslümanları
d. falan gazetenin çağdaş, laik ulusalcıları
e. falan gazetenin ev Kürtleri
f. hiçbiri
2. Aşağıdakilerden hangisi Mulatto birliklerindendir?
a. TSK  
b. polis özel harekat, gazeteler, dergiler, bültenler
c. korucular, itirafçılar
d. misyon din örgütleri, cemaatleri
e. sivil toplum örgütlerinin devlet ve iktidar kalkanlı olanları
f. hepsi
Not: bu bir Borges hikayesinin yorumudur. 

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.