Social Icons

.

Pages

10 Mart 2012

Kürt Sorunu Üzerine Politik Röportajlar 3

Bugünkü röportaj konuğum Canan Kaya gazeteci, kendisi Eduardo Galeano ile Notos dergisi için Banu Acun ile birlikte röportaj yapmış bir arkadaşımız. https://twitter.com/#!/canankaya

Arjantin'den Türkiye'deki olası sosyal, siyasal gelişmeleri takip etmek için hangi iletişim kanallarını kullanıyorsunuz?
Türkiye gündemini internetten ve sosyal ağlardan izliyorum. Bir de buraya gelen arkadaşlardan dinliyorum.
Daha çok hangi politik görüşlerin etkisi altındasınız?
Kendimi sosyalist olarak tanımlıyorum.
En son Türkiye'den ayrıldığınızda Kürt sorununun siyasi-askeri(karşılıklı) düzeyi nasıldı, şimdi nasıl görüyorsunuz? 
Türkiye'den ayrıldığım zaman AKP'nin Kürt açılımı zamanıydı. TRT Şeş kuruluyordu, AKP'nin demokrasi havarisi olduğu zamanlardı. PKK'nın ilan ettiği ateşkesler yüzünden çok fazla askeri harekat yoktu. Siyasi olarak biraz bahar havası esiyordu. Irak Savaşı'yla birlikte Kuzey Kürdistan'daki otonom bölge, oraya yatırım yapmaya giden Türk ve Kürt işadamlarının varlığı vs. barış umutları veriyordu. Bir de Anıtkabir yürüyüşleri gündemdeydi. Daha çok laik-islamcı yapay çatışmasının Kürt sorununun üstünü örttüğü bir dönemdi.
Türkiye'de liberal ve sol bakış açılarının Kürt sorunundaki temel açmazlarını değerlendirir misiniz?
Türkiye solu Kemalizm’in etkisinden 90'lı yıllarda Kürtlerin mücadelesi sayesinde sıyrılmaya başladı. Ama bana göre  her zaman bir uçtan öteki uca savrulmaya denk düşen biz çizgi izledi. 80'li yıllarda Kürtlerin mücadelesine karşı temkinli yaklaşan çoğu zaman karalayan Türkiye solu, 90'larda ise tam tersine PKK ne yapsa doğrudur çizgisine evrildi. İkisi de sağlıksızdı. 2000'lerde en azından sosyalist sol bence doğru yolu yakaladı ve birlikte mücadelenin az çok önü açıldı. Türkiye'deki liberaller ise (bilmiyorum liberal demek ne kadar doğru çünkü bana göre Türkiye'nin bilinen anlamda hiçbir zaman liberalleri olmadı) 90'larda çekingen çekingen eleştirdikleri devletin Kürt politikasını -ki genelde insan hakları değil savaşın verdiği ekonomik kayıplar üzerinden değerlendiriyorlardı- Tayyip'in "demokratik" atılımlarıyla açıktan dile getirmeye başladılar. Ama dediğim gibi kelimenin gerçek anlamıyla liberal olmadıkları için iktidarın önceliklerine göre söylemlerini değiştirdiler.
Kürt hareketinin profesyonel örgütlülüğü her alanda gelişti. Siyasi örgütler, sosyal örgütler, yardım örgütleri, kadın örgütleri, eğitim örgütleri tüm bunlara rağmen devletin tasfiyedeki ısrarının gerekçeleri neler olabilir?

Devlet başta kendi Kürt burjuvazisi yaratma derdindeydi. Hala bu emeli saklı kalmakla birlikte, PKK'sız bir barışın olmayacağını da biliyor. bu yüzden PKK'yı olabildiğince marjinalleştirip ya da tersinden demokratik mücadeleyi ilegale kaydırıp, Kürt hareketini istediği zemine çekip kendince çözme derdinde.
Arjantin'deki kayıplar dönemi, kirli savaş dönemleri açısından baktığınızda Kürt hareketinin mevcut TC rejimine karşı politik düzeyi hakkında fikirleriniz nelerdir?
Türkiye'de solun hali malum. Kan kaybede kaybede neredeyse görünmez oldu. 90'lı yıllarda görece bir toparlanma yaşasa da o yıllarda da Türkiye’deki en büyük muhalefet Kürt hareketiydi. Hala da öyle. Üstelik bu sefer çok cılız bir sol muhalefet var. Arjantin’in herhangi bir etnik sorunu olmadığı için (100 sene önce çöl hareketiyle tüm yerlileri öldürmüşler), her şey çıplak anlamıyla sınıfsal bir nitelik taşıyordu. Bundan Kürt hareketinin sınıfsal niteliği yok anlaşılmasın lütfen . Yani etnisiteye dayalı herhangi bir sorunları yoktu. Arjnatin’deki darbe de diğer Güney Amerika ülkeleriyle çok benzerlik göstermez aslında. Diğer tüm Latin Amerika ülkeleri (ve Türkiye) darbe öncesi ekonomik sorunlarla cebelleşirken Arjantin’in ekonomisi oldukça iyiydi, yoksulluk oranı oldukça düşüktü.. Çoğunluğu İtalyan göçmenlerden oluşan ülkede tarihsel olarak sendikal hareketler her zaman çok güçlü olageldi.. Darbeden önce Arjantin’de sendikalılık oranı %99’du. (şimdi de öyle)  Bu yüzden birçok Arjantinli gibi ben de darbenin asıl nedeninin sendikal örgütlülüğü kırmak olduğunu düşünüyorum. Kissenger’ın yeni dünya düzeni reçetesini ancak sendikal hareketin kırılmasıyla ifa edebileceği düsturuyla darbe yapıldı. Belki de bu yüzden en fazla kan Arjantin’de akıtıldı. Sendikal haklarının bilincinde ve eylem yapmaya alışık bir toplumu dize getirmek için nazi dönemini aratmayan korkunç terör politikaları dolaşıma sokuldu. Toplumun tamamen susturulduğu bir ortamda sadece çocuklarını arayan anneler önceleri cılız sonraları gür bır şekilde seslerini çıkarmaya başladılar. Bence Kürtlerin mücadelesi çıkış yolu itibariyle Plaza de Mayo annelerinin mücadelesine çok benziyor. Kürt hareketi de 12 Eylül sonrası yaprak kımıldamazken sesi duyulan tek oluşumdu.
     Kürt hareketiyle, Plaza de MayoAnnelerinin mücadelesindeki bir benzerlik de iktidara gelen her hükümetin bir şekilde onları hesaba katarak politika oluşturması. Arjantin’de darbe sonrası Alfonsin hükümetinde bir daha asla (Nunca Mas!) hesaplaşması ve darbecilerin yargılanması ardından çocuklarının kaybeden ailelere tazminat ödenmeye başlandı. Her ne kadar Menem darbecileri affetse de tazminat ödemeye devam etti.. Ardından Nestor Kirchner hükümetiyle birlikte yargılamalar ve belleği yeniden yapılandırma etkinliklerine hız verildi. Arjantin’de hükümetlerin Plaza de Mayo Anneleri ile ilgili açılımları özellikle Alfonsin ve Kirchner döneminde demokratik ve ileriye yönelik adımlardı. Türkiye’de de  mücadele başladıktan sonra tüm “demokratik” hükümetler bir şekilde Kürt sorununu politikalarının merkezine koydu. Arjantin’deki mücadele her zaman demokratik açılımların önünü açarken Türkiye’de ise büyük oranda Kürt sorunu terörizmle mücadele mazereti altında hükümetlerin anti demokratik uygulamalarının mazereti oldu. Kitleler hala bu yalanla uyutulmaya devam ediliyor. Ama sonuçta her iki hareket de hükümetleri özel politikalar geliştirmeye zorlaması açından benzerlikler taşıyor.

Öcalan'ın 12 yıllık tecrite rağmen hala güncel siyaset yapma, etkili olma, teori ve pratik üretme yetenekleri göz önüne alındığında onun Marxizm eleştirilerini dikkate almaya değer buluyor musunuz? Ya da takip ediyor musunuz?
Öcalan’ın Marksist literature hakim olduğunu düşünmüyorum. Eleştirilerinde haklı olduğu yönler olabilir, ama genel olarak sırf da bu tecrit yüzünden bazen sağlıklı düşünemeyebileceğini, analizlerinde reel gerçeklikten uzaklaşabileceğini düşünüyorum.. Bana gore  Kürt hareketi bugüne kadar tamamen Öcalan’a bağımlı olmaktansa ondan bağımsız da politikalar üretecek seviyeye gelmiş olmalıydı. Belki de Kürt hareketinin en büyük handikapı budur.
Kürt hareketi uluslararası sol, liberal, ekolojist, sosyalist ağlarla profesyonel ilişki geliştiremedi bence, bunu neye bağlayabilirsiniz?
Yukarıda söylediğim neden bunlardan birisi, tamamen Öcalan’a bağımlı olmak, onun gözünden tüm olayları değerlendirmek, bağımsız adım atmakta inisiyatifler geliştirememek  bu tür ilişkileri kurmasının önünde engel oldu. Bir de Türk devletinin Avrupa ülkeleriyle yaptığı ekonomik ve politik anlaşmalar üzerinden PKK’nın terörist ilan edilmesini sağlaması, Kürt hareketinin kendini anlatmasının önüne engel koydu. Ayrıca tüm dünyada sosyalizmin prestij kaybetmesi ve Avrupa’da da sosyalist hareketlerin zayıflaması, eski uluslararası dayanışma ağlarının etkisini kaybetmesi de nedenlerinden birisi olarak sayılabilir.
 Devletin tasfiye sürecinde HDK ve benzeri örgütlerle demokratik özerkliği tüm TR'ye yayma hedefi var Kürt hareketinin, bunu gerçekçi buluyor musunuz?
HDK sürecini çok iyi izleyemedim ondan sadece önsezilerimi yazabilirim Umut verici bir gelişme olabilir ama Türkiye’de toplumsal bir yükseliş olmazsa marjnal kalacağı gibi bir endişem var. Diğer bir endişem de HDK’nin Kürt hareketinin kuyruğuna kapılıp kendine özgü, politikalar üretememesi.  Türkiye’nin batısının farklı dinamikleri var. Sadece Kürt halkının -elbetteki haklı- mücadelesi ekseninde politikalar üretilirse, hedeflediği kitleye ulaşmakta güçlükler çekebilir.  Hatırlarsan PKK, 90’lı yıllarda Türkiye dağlarında savaşması için HDP’yi kurmuştu. Sonucunu hepimiz biliyoruz.. Kürt hareketinin niceliksel gücüne güvenip batıya da demokrasiyi ben götürürüm bakışı değil de, Türkiyeli devrimci ve demokratik güçlerle ortak mücadele zemini aramaksa amaç en azından gönlü sosyalizmden yana ama bir şekilde atomize olmuş kitleyi etrafında toplayabilir Uluslar arası alanda da Kürt ve Türkiye halklarının maruz kaldığı devlet terörünü teşhir edebilmesinin yolunu açılabilir diye düşünüyorum.
Bir çözüm önerseniz temel çözümünüz ne olurdu?
Çözüm her şeyden önce Kürt halkına geleceğini tayin için şans vermekten geçiyor. Bir sosyalist olarak tabi ki gönlüm  bir arada kardeşce yaşamaktan ve bunun şartlarının oluşturulmasından yana.



2 yorum:

Adsız dedi ki...

Etnik sorunu olmayan bir ülkeyle (Arjantin), en temel sorunu her zaman etnisite & din-mezhep çatışmaları olmuş bir ülkeyi (Türkiye) karşılaştırmak, çok yanıltıcı.

Kürt sorunu sadece bir sınıf sorunu değil. Sosyalistlerin her zaman gelip tıkandığı nokta tam da bu.

Ayrıca, Canan Kaya'nın kendi etnik önyargılarından kurtulamadığı ve bunun farkında da olmadığı kanaatindeyim.

Öcalan'a yaklaşımı, tipik bir Türk üstten bakışı. Bu bakış, Arjantin'den çok Güney Afrika benzetmesiyle anlaşılabilir.

Türkler genlerine işlemiş bu üstünlük duygusundan kurtulmadıkları sürece, sosyalist olup olmamaları pek fark etmiyor kanımca. :)

Not: Ben de Türk'üm.

Yıkıcı Tutku dedi ki...

Handan Hanım;
Eleştirilerinin muhatabı elbette Canan Kaya... Eleştiriye mi tartışmaya mı katkı olur bilemem ama kendi açımdan sorum, baskıcı devletle ona karşı direnen güçlerin "düzey" paralelliğiydi öğrenmek istediğim. Bence Arjantin'in eksikliği Kürt hareketi gibi örgütlü gücü olmayışı. Mesela Nikaragua'da vardı ve kazandılar. El Salvador'da zayıf bir barışla bitti ama en azından 14'ler çetesinin kaba hakimiyeti bitti. Bunu FMLN ye borçluyuz.

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.