Social Icons

.

Pages

17 Ağustos 2012

Türk Senkretist Sağcılığını Liberalizm Diye Pazarlamak: Orhan Kemal Cengiz


''İspanya'da döğüşen gönüllüler,
bu savaşın anılarını yüreklerinde kötü bir yara
gibi taşımışlardır. Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini, bazen cesaretin kendi kendisinin ödülü olmadığını İspanya'da öğrenmiştir.'''
Albert Camus
(Orwell’in “Katalonya’ya Selam” kitabının ön sözüdür. )
    Eric Arthur Blair olarak doğdu. Eric doğduğunda baba Richard W. Blair Hindistan’da sömürgeci bir istihbaratçıydı.  Welington ve Eton kolejlerindeki eğitiminden sonra sömürgeci İngiliz polisinin bir neferi olacaktır. Avrupa’da faşizm şaha kalktığında (1928) Eric Blair, sömürgeci polis teşkilatından istifa eder. Bunun politik gerekçeleri vardır: “Hizmetinde olduğu imparatorluğa duyduğu nefret ile imparatorluğa karşı olan yerli halka karşı duyduğu öfke arasında sıkışıp kalıyor; ve bu, işini zorlaştırıyordu. Teorik olarak, tamamıyla  Birmanyalılardan yana ve tamamıyla onları ezen İngilizlere karşı olduğunu söylüyordu. “ Yazar olma arzusu bu politik gerekçeyle birleşince Eric Blair artık bugün bildiğimiz  tanrının o güzel insanlarından Georg Orwell’e dönüşecektir.  1932 yılında yazdığı bir kitapta takma ad kullanılmasını isteyen yayıncısına şöyle diyecektir: “Bir takma
isim bulmamı istiyorsan, serserilik ederken hep kullandığım P.S. Burton var. Ama, eğer uygun görmezsen, şunlara ne dersin?
Kenneth Miles
George Orwell H.
Lewis Allways
Ben George Orwell'i tercih ederim.”  
Orwell, Suffolk'taki evinin güneyine düşen bir nehrin adıdır. Romanlar, öyküler, denemeler, eleştiriler, gezi yazıları yazar. Yasaklanır, kitapları İngiltere’de yayımlanmaz, ABD’de önce yayınlanır.  Bu yıllarda, Paris ve değişik Avrupa gezilerinde sosyalist fikirlerle tanışır, ama ona, İngiliz ortanca sınıf sosyalizmi hep korkunç gelmiştir.  Sonrası: 
Haziran'da evlendi, bütün yaz ve sonbahar boyunca kitabını yazdı. Fakat Temmuz'da İspanyol İç Savaşı patlak verdi; sonbaharın sonuna doğru, Orwell, savaşmak için İspanya'ya gitmeye hazırlandı. Barselona'ya vardıktan hemen sonra P.O.U.M. (Partido Obrero de Unification Marxista) milisine katıldı, 1937 yılının Ocak ayında onlarla birlikte çarpıştı. Daha sonra, POUM ile saf tutan Bağımsız İşçi Partisi'ne geçti; onbaşı, sonra teğmen oldu, Mayıs ortalarında yaralandı. Nisan ayında, Madrid'deki Uluslararası Tugay'a katılmaya çalışmıştı. Ne var ki  Cumhuriyetçi yetkililer ile POUM -arasındaki çatışmaya bulaştı, döneminden sonra POUM kanun dışı ilân edildiğinde, çatışmalara bizzat karıştı. Haziran'da Fransa'ya kaçtı. Savaş ve devrimci siyaset üstüne edindiği tecrübeler, onun konumunu bir çok yönden pekiştirdi.” O, devleti ve otoriteyi reddeden, sosyalizmin tarihteki en eleştirel aynı zamanda en dirençli kişisi olur. Onun sınıf düşmanları da bu gerçeği bildikleri için sosyalizm karşıtı, hak karşıtı, demokrasi karşıtı her türlü lafazanlığı onu refere ederek haklı çıkmaya çalışırlar. Onun sovyetçi, bürokratik olmayan sosyalizm anlayışını sürekli “Sosyalizm karşıtı” olarak yansıtırlar. Türkiye’de ise durum daha vahim. Stalinci solun ona tarihsel düşmanlığını bir yana bırakırsak, Orwell’e dost gibi görünen, onu okuduğunu, bildiğini sanan senkretist sağcılar bugünlerde onu PKK’ye karşı pazarlıyorlar. Üstelik Katalonya’ya özerklik fikrine en sert eylemlerle destek veren POUM ve CNT’de savaştığını bilmezler, bilirler, yansıtmazlar; yansıtırlar, çarpıtırlar. Bu kirli senkretist sağcılık TR’ye özgü değil ama bizdeki kadar da çukurun dibinde bok yumağı gibi görüneni de yok gibi… Bugün günlerden cuma, Türk basınının sömürgeci nöbetçisi Orhan Kemal Cengiz… Bu tipik senkretik sağcının fikir dünyasını konu bile etmem, beni küçük düşürür. Ama sağcı-sömürgeci fikrini desteklemek için Orwell’i referans göstermek  kelimenin tam anlamıyla göt kafalılıktır, cehalettir, berrak suya zehir akıtmaktır. Orwell’in referansın olduğu noktada, kalemini, klavyeni, spor ayakkabını alıp çağdaş dünyanın Katalonya’sı Kürdistan’a bir POUM ( siz başka bir şey anlayın) partizanı olarak Munzurlarda, Andok dağlarında savaşçı olmanız gerekir; ya da Bitlis’te 10 dakikada katledilen 15 kadın militanın üşüyen ellerinin hikâyesini yazmanız gerekecektir. Olmadı saygı duyup benim gibi uzaktan uzağa utancınızla, pişmanlıklarınızla, öfkenizle diliniz döndüğünce haklı olduğunuz halde yenilebileceğinizi anlamaktır. Bir savaşın aynı zamanda politik bir süreç olduğunu kavramaktır. Türk devleti ve onun hükümetinin politikalarını ak-pak göstermek için Orwell referans gösterilemez. Gösterdiğiniz an toprak ağalarını, Katalonya’da kurşuna dizen POUM milislerinin o komik küfürlerini duyarsınız.  O, adına savaştığı örgütü de eleştiri konusu yapmaktan ne ar duyar ne hicap… Aslında Orwell’in bir diğer temel fazileti de Daily Mail türü sömürgeci İngiliz gazeteciliğinin dibini Aragon cephesinde faşistlere-falanjistlere karşı savaşırken  görmesi ve teşhir etmesidir.
   “İnsanlık ve demokratik uygarlaşma” (Öcalan’ın ifadesi) serüveninde ancak reaksiyoner sağcılıktan sayılabilecek Orhan Kemal Cengizlerle hümanizmayı tartışmayacağız, ütopyacı olmayacağız, ama barbar sistemin kalem diye tuttukları kılıçları da köreltmeyi öğreneceğiz

1 yorum:

Adsız dedi ki...

haci sen yaz ben keyifle okumaya devam ediyor olacağım(beyaz turk styla)

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.