Social Icons

.

Pages

12 Eylül 2012

Solculuk İyi Çevresi mi Kötü?


    Sanırım Kürt kimliği özgürlüğe, Kürdistan siyasi statüye kavuşunca solcu olmak artık gereksiz olacak. En azından bu TR’de yapıldığı gibi bir solculuk gereksiz. Emek-sınıf-ulus; hak, eşitlik, demokrasi adına en afili teorileri üreteceksin ama Isparta’da bir kadının tacizcisini öldürüp kafasını köy meydanına atmasına devrimci şiddetçilik, eşkıya kadıncılık, helal olsunculuk oynayacaksın. O kadının er kültünü yücelttiğini, erkekleştiğini, erkek dedikodusunun derinliğindeki yüce gücü  onayladığını da görmeyeceksin.  Ayşe Düzkan da ajitatif yazılarla bu gaddarlığa olası itirazları yine karşıtı olan erkeğe benzeşerek teorize edecek. Evet net olan şu: Nevin, yaşadığı travma ve tecavüzlerin sonucunda köy erkeğine kendisini kanıtlamak için erkek gibi davranması gerektiğine inandı ve o kafayı köy meydanına attı. Böylece erkek solcuların, erkek dincilerin, erkek sağcıların, erkek liberallerin erkeğe benzemiş kadınların takdirini topladı. Nevin ile tecavüzcüsü arasında yaşanan arbedeyi tartışma konusu yapmıyorum. Kendisinin yaşama hakkına saldıran birini vurmuş. Tartıştığım konu onu alkışlayan tribündekilerin  yaklaşımları. Bir yandan da dünyanın herhangi bir yerindeki gayri insani şiddete solculuk adına karşı çıkacaksın. Gayri insani şiddet dedim, çünkü politik şiddetin haklı görülebilir yanı vardır. Ama hiçbir politik şiddet kurbanlarına işkence yapmayı, kurbanlarının cesetleriyle oynamayı önermez, önermediği gibi bunu ağır bir suç sayar.
Bu konuda aksi uygulamalar pratikte de devrimci örgütler tarafından cezalandırılmıştır. Bu, politik şiddet tartışmasını bir yana bırakmadan önce günümüz dünyasını da realize etmekte fayda var. Yeni dünyada artık işçiler sosyal hak olmaksızın günde 14 saat çalıştırılmıyorlar. Grev, sendika, sosyal örgütler gibi ağları var emekçilerin. Kör, topal, aksak da olsa 1900’lerdeki gibi değil mevcut dünya. Artık daha esnetilmiş yöntemlerle hak arama yöntemleri var, modern demokrasilerde bu yöntemler egemen sınıflarca uzlaşma temelinde belirlenmiş vs vs vs… Devrimci şiddet de bu anlamda 1900’lerdeki gibi (öncesi de dahil) değildir sanırım. Yanılıyorsam itiraz edin, beni ikna edin. Daha çok hak daha çok ücret daha az sınıfsal uçurum talepleri hala arızalı da olsa demokratik kanallarla yapılıyor. Leninci strateji tüm bu kanalların tıkalı, tüm hakların gasp edilmesi üstüne inşa edilmişti. Onun haklılığını sorgulamak abes. Sanırım Lenin de bugün yaşasaydı o dönem verilen mücadeleler sonucu kazanılan bunca haktan sonra sınıf diktatörlüğü ve sınıf şiddeti önermezdi. İddia ediyorum, Lenin’in teorik çalışmalarına bakılırsa bu anlaşılır. Ha bunu yazdım diye liberal sol kafası mı denecek, densin. 24 saat tartışırım politik şiddetin zeminini, meşruiyetini…
    Cesetsever Olmak, onunla bir topla oynadığınız gibi oynamak…
   Ölü bedenlerine işkence yapılan gerilla da olsa asker de olsa en azılı kontra da olsa Hitler de olsa hiçbir gerekçe bu vahşeti ne haklı kılar, ne de  meşru… Bunu solculuk adına alkışlamak ise kelimenin tam anlamıyla mallık… Bunu kadınların solculuk adına onaylaması ise kelimenin tam anlamıyla erkeğe benzemiş, benzemek isteyen geleneksel kadının sefaleti.        
Minik bir benzeştirme yapalım:
    Köyün birine sürekli işiniz gereği gittiniz. Çok yaman bir köpek her gün size saldırıyor. Her gün şiddeti artarak sizi taciz ediyor köpek. Artık köpek yaşam hakkınızı tehdit ediyor. Sahibi ya da köylüler tedbir almıyor. Hukuk artık sizinle köpek arasındadır. Ve siz köpeğin öldürdünüz. Bunun tartışılacak bir yönü yok. İkili hukuk oluşmuş. Güçlü olduğunuz (silahlı diyelim) için bunu siz köpeğe ödettiniz. Pekiyi köpeğin kafasını kesmeye, o kafayı köylülerin önüne atmaya hanginiz cesaret eder? Bunu solculuk aktivistlik adına savunacak biri var mı aranızda? Hatta bunu yapacak biri varsa bazılarımızın bu dünyada yaşaması fazlalık. Göç edelim buralardan… 

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.