Social Icons

.

Pages

9 Ocak 2013

Müzakerenin sosyal medya yansımaları 3


Türk devleti ile PKK arasında yeni bir barış kapısı aralandı. Bu defa bu görüşmelerden umutlu musunuz? Hükümet kanadı ısrarla "al-ver(mübadele)" den kaçındığını görüşmelerin bu şekliyle yürümeyeceğini dillendiriyor. Bunu gerçekçi buluyor musunuz? Her iki tarafın avantajları ve sınırlılıkları nelerdir sizce? Süreci bu avantaj-sınırlılıklar sekteye uğratır mı?

Cemşid Deloyî@Kilite_Kou 

   Soruları sırasıyla ele almaya çalışırsak; öncelikle bu meselenin bir yerinde bir şekilde etkilenen birisiyseniz ve bu mücadelede kendinizi Kürt olarak bir taraf hissediyorsanız umutlu olmak kaçınılmaz bir duygudur. Eğer umutsuzluk hakimse zaten Kürt halkının doğal hakları için mücadele etmek de beyhude bir çabadan öteye gitmeyecektir. Ama karşınızda türlü türlü oyunları olan, bu noktada yanına aldığı Kürtlerle de güçlü bir duruş sergileyen bir devlet ve bu devletin defalarca siyasi ikbalini uzatmak için  Kürt hareketini oyalama girişimleri aşikar. Bu oyunlar ve oyalamalar dikkate alınarak ihtiyatlı olunmalı. Özcesi, ihtiyatlı bir iyimserlik durumundayım. Hangisi daha ağır basıyor derseniz  devletin bu girişiminden ve devlet yetkililerinin söylemlerinden referansla umutsuzluk daha ağır basıyor.

   AKP Hükümeti dengeleri çok iyi gözeterek geçmişte Kürdistan’da var olan prestij yitimini dikkate alarak bir ılıman iklim yaratma peşinde. Ilıman söylemler Kürdistan’a yönelik iken daha sert, daha egemen, daha buyurgan ve mücadelede psikolojik üstünlük sağlamak amacıyla Batı’daki kitlelere dönük tabirler kullanıyor. Hali hazırda bir pro müzakere dönemi olduğundan müzakereden söz etmek mümkün değil. Ama müzakere öncesi böylesi yaklaşımlar bir müzakerenin olmazsa olmazı güven verici adımların atılmayacağı intibası uyandırıyor, ki Kürtlerin ihtiyatlılığı ve umutsuzluğu buradan gelmektedir. Egemenin buyurgan ve küçümseyen tavrı. Müzakere öncesi böylesi gel-gitler yaşanması doğaldır. Ama müzakere masasına oturulduğunda herkes kartlarını ortaya koyar. O süreçte al-ver durumu söz konusu olacaktır. Olmadığı takdirde bir müzakereden ziyade işbirliğinden bahsedebiliriz. Haliyle hükümet kanadının “entegre siyaset” “PKK’nin ve silahların tasfiyesi” yaklaşımı müzakere sürecini baltalayan bir yaklaşımdır. Hükümetin şunu görmesi gerekiyor: PKK bir hak hareketidir ve bu haklar doğrultusunda da milyonlarca halkı arkasına alarak halklaşmış bir harekettir. Suriye’de destekledikleri çeteci-çapulcu sürüsü ile PKK’yi aynı sepette görmeleri siyasi intiharlarına kadar götürecek bir süreci kendisiyle beraber getirecektir.
Elbette her iki tarafın da sınırlılıkları ve avantajları mevcuttur. AKP’nin sınırlılıklarına baktığımızda yıllardır Türkçülüğün egemen ve buyurgan tavrının hem önceki hükümetler hem de mevcut hükümet eliyle halklara massedilmesiyle birlikte sürecin Türk tarafında yer alanların süreci kabulleri ve bunların iknalarının zorluğu AKP’nin temel sınırlılığıdır. Nihayetinde AKP’nin bir siyasi parti olduğu unutulmamalıdır. Bu süreç onay görmezse bu AKP’nin oy kaybı anlamına da geleceğinden rahatlıkla hareket etmesini engelleyici bir unsur olabilir. Kaldı ki son süreçte AKP’nin Kürt seçmenlerden boşalan alanı MHP’nin milliyetçi oylarla doldurmaya dönük stratejisi , milliyetçi seçmenleri kaçırmamak için AKP’yi rahat hareket ettirmeyeceği için bu da bir handikap olacaktır. Sözü fazla uzatmamak adına AKP’nin bahsettiğim sıkıntılarının dışında devlet aklının durağanlığı ve statükoculuğunun ilanihaye temsilcisi olması, TC ordusu ve kolluk kuvvetlerinin hali hazırdaki “görevleri”nden(provokasyonlarından) dolayı PKK’ye ve sivil siyasetçilere sürekli operasyon ve tutuklama yapılması AKP’nin sınırlılıklarını oluşturuyor. PKK’nin sınırlılıkları ise avantajlarına nazaran daha azdır. Benim nazarımda tek sınırlılığı illegal olması dolayısıyla rahat iletişim ve hareket alanlarının olmayışı. Belki birçok kişi için Sayın Öcalan’ın devletin elinde esir oluşu bir sınırlılık gibi görünse de Sayın Öcalan güçlü kişiliği ve stratejik düşünme biçimiyle kendisini her halükarda muhatap aldırmasını bildiği için bunun bir handikap veya sınırlılık teşkil ettiğini düşünmüyorum. Ama eğer müzakere masasına oturulacaksa müzakerenin adilliği için bu koşulların değişmesi gerektiği de açıktır. Bir diğer sınırlılık ise       AKP’nin siyasi ve yönetsel olarak doğrudan muhataplık yerine devlet kurumunun bir birimini bu işin başına koşmasıdır. Bu durum KCK’nin siyasi pozisyonunu küçültücü bir hava yaratıyor. Ama iş müzakere etmeye gelindiğinde bunun değişeceği beklentisini taşıyorum.
Sürecin avantajlarına PKK/KCK/Kürt Halkı ve AKP/Türk Halkı açısından ayrı ayrı bakmaktansa her ikisinin uzlaşmasıyla ortaya çıkacak sinerjiyi görmek gerekiyor. Bir taraf zulümden kurtulabilir, bir taraf zorla askere gönderilen çocuklarının ölümünü görmekten kurtulabilir. Bu sorunun ortadan kalkması Türkiye’nin avantajına olacaktır.  Elbette bu süreci sekteye uğratacak, önünü tıkamak isteyecek çevreler olacaktır. Bu sürecin sekteye uğramaması için olası provokasyonlara karşı iki tarafın da görüşmelere/müzakerelere provokasyonlar olsa dahi devam etme kararlılığını deklare etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

self determinasyon,öz yönetim

20. Yüzyılda uluslararası hukukun en önemli kavramlarından birisi haline gelen selfdeterminasyon, dünya toplumunda yeni bir yapılanma ve tanımlama süreci başlatmıştır. Kavram, günümüz dünyasının siyasi haritasının belirlenişi ve bundan sonra geçirmesi muhtemel değişikliklere ilişkin olarak sıkça söz konusu olmaktadır. Önceleri siyasi bir ilke olduğu düşünülen self-determinasyon kavramı hem BM 1966 İkiz Sözleşmeleri, hem BM Genel Kurul Kararları hem de uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararlarıyla hukuki bir hak haline dönüşmüştür. İlk ifade edilmeye başlandığı dönemlerde sadece sömürge yönetimi altındaki halklara tanınması öngörülürken Yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğindeki federe cumhuriyetlerin de selfdeterminasyon hakkından yararlanarak ayrıldıkları görülmüştür

öz yönetimin gerekçesi

Self-determinasyon fikrinin gelişmesine 20. yüzyılda bir taraftan Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vlademir I. Lenin, diğer taraftan Birleşik Devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında başkanı olan Woodrow Wilson katkıda bulunmuştur. Lenin eserlerinde “ulusların Self-determinasyon hakkı” kavramınıortaya koymuş, bir ülkenin veya yerin ilhakının “bir ulusun Self-determinasyon hakkının ihlali” olacağını belirtmiştir. Bunun yanında Lenin, self determinasyonun ayrılmayı da kapsamakta olduğunu belirtmiştir. Hatta ilkenin uygulanma yöntemlerinden birincisi bu yoldu.Wilson ise arasında “Selfdeterminasyon” kelimesi tam olarak geçmese de altı tanesi Self-determinasyon ile ilgili 14 ilke ilan etmiştir. Konuşmalarında savaştan yenik çıkan milletlerin, küçük milletlerin ve sömürge altındaki halkların da kaderini tayin hakkı olduğunu ifade ederek, bundan böyle uluslararası sistemin güç dengesine değil, etnik kaderini tayin ilkesine dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

Pages

öz yönetimin tarihi

Kavramın ilk kullanımı 1581 yılında Hollanda’nın İspanyol krallarının kendilerine karşı zulüm yaptıkları gerekçesiyle İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle olmuşsa da 18. yüzyılın ikinci yarısına yani 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesine kadar bir gelişme gösterememiştir. 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan halkı dış bir yönetim, yani İngiltere tarafından idare edilmeye razı olmayacağını bildirmişlerdir. Bunun sonucu olarak ulusal self-determinasyon talebiyle ortaya çıkan ilk sömürge halkı olmuşlardır.