Devlet Terörü
Gezi olayları
bir direniştir. Eylemin içeriği,
talepleri, siyaset ve toplumsal hareketler açısından niteliksel yönü ne
olursa olsun siyasi iktidara karşı, dolaysıyla devlete karşı bir direnç odağı
haline gelmiştir. Bu bağlamda hem bir halk hareketidir hem de bir direniştir. Kemalist
karakterinin direnişi domine edici olması bu gerçeği değiştirmez. Yalnız bu kadar keskin yargılarıma rağmen
minik bir kuşku olarak hükumete karşı “iç
ve dış komplo” ihtimalini de göz ardı etmiyorum. Bunu destekleyen birkaç
veri de var, ama ancak benim fikir yürütmem olarak anlaşılabilir bu. Çok sağlıklı veriler değil. Meşru bir hükumeti komplocu bir hareketle devirmenin gerekleri de bunlar değil. Komplocu hareketler, silahlı şiddet, kaos,
bombalama, sabotaj, suikast ve halk hareketini aynı anda mobilize eder. Eğer komplo
düzenleyenlerin gerçekten hükumeti devirme niyetleri varsa tüm bu şiddet
sarmalı günlük yaşamın bir parçası haline gelir ki henüz bunu doğrulayacak bir
veri ya da eylem yok. Olmamasını da
temenni ediyorum. “Hükumet istifa.” Sloganı ajitasyondan
öte değil. Gerçekçi bir talep değil mevcut Türkiye sosyo politiğinde. Hükumet başkanının bunu ciddi bir tehdit olarak
algılaması ise ancak “korkak lider”
vasfıyla açıklanabilir. Ama günlerdir Türkiye’nin birçok ilini polis terörüyle “huzura”
kavuşturmak isteyen bir hükümetten “bedel”
olarak “vali ya da emniyet müdürlerinin istifasını” istemek de oldukça rasyonel
talepler. Hükümetin bu tip taleplere göz yumması “komplocu hareket” olsa bile
direnişi meşru zemine oturtuyor.
Bu, bir devrimsel kalkışma mı?
Hayır, bir
hareketin devrimsel nitelik ifade edebilmesi için Türkiye’de “genel oy hakkının” ortadan kaldırılması,
örgütlenme özgürlüğünün yasal olarak tümüyle gasp edilmesi, ekonomik hakların
yurttaşların elinden alınması, her türlü basın faaliyetinin engellenmesi gerekir. Kürdistan’da böyle bir devrimci durum
olgunlaşmasına rağmen hükumetin demokratik reformist siyasetle, siyasi hak ve
özgürlüklerin önünü açmak için müzakere masasına oturduğunu belirtmekte fayda
var. Türkiye'nin Kürdistan olmayan
yerleri için böyle bir durum olmadığı gibi göstericilerin de somut olarak bu
tip özgürlükleri talep etmediği gerçeği de gün gibi göz önündedir. Sosyalistlerin
örgütlenme özgürlüklerine yönelik kısıtlamalar, sınırlamalar, baskılar söz
konusu. Bu gösterilerde sosyalistler de taleplerini somutlaştırmada oldukça
heyecanlı davrandılar ve yetersiz kaldılar. Direnişteki kararlılıklarını
devrimci romantizmle ifade ettiler. Daha makul talepler içinse BDP eş başkanı
S. Demirtaş’ın hükümete sunduğu yol temizliği teklifleri şimdilik
sosyalistlerin de sahiplenmesi gereken taleplerdir. Demirtaş’ın Özgür Gündem gazetesine verdiği
röportajdan bu talepler okunabilir.
Devrimsel
Kalkışma Değilse Nedir?
Otorite manyağı
bir liderin geçmiş dindar mağduriyetlerden yola çıkarak yıkılmaz bir kale inşa
etmesi sevdasının yarattığı baskıcı ortamın ortaya çıkarmış olduğu tepkilerdir.
Aynı zamanda bu liderin başını çektiği hükümetin ve partinin tek ağızdan çıkan
her talimata, her görüşe, her tarza itaat etmesinin bir sonucu olarak da
okunabilir. Sokağa çıkan eylemcilerin sosyal ve siyasal profillerine dair
birçok yazı yazıldı, program yapıldı. Ayrıca üstünde durmayacağım, hem rasyonel
hem de abartılmış değerlendirmeler ve anketler düzenlendi, ama ben Erdoğan’ın
kibrinden, tek ağız, tek adamcılığından ziyade onun sosyal ve siyasal
hayatımıza girmiş minik türevlerinden kısaca söz edeceğim. Hükümet yanlısı sağcı bir yazarın, gazete
köşelerinde bir fikir belirtirken bile parmak sallayan, çakan, tehdit eden,
iktidar olma hırsıyla kendisini kaybeden özellikleri bu isyanı tetiklemiştir. AKP’li
bir belediye başkanının ya da il ilçe başkanının hem sosyal medyada hem de matbuat
medyada sürekli tehdit eden, bireyleri
polise havale eden, yakalatan, soruşturan “muhbir”
özellikleri de direnişi besleyen olaylardır. Melih Gökçek’ten tutalım, Hilal
Kaplan’a ondan Salih Tuna’ya böyle bir tetikleyici potansiyel var iktidar
cephesinden. Erdoğan’ın otoriterliğini, başöğretmenliğini, sokakta polisliğini,
evde babalığını motive eden asıl cephe bu “burnu Kaf dağında” mahallelidir.
Net Olduğum konular:
Faiz lobisi falan uyduruk saptamalardır.
Silivri’deki cuntacıların darbe yapma
özgürlükleri yoktur. Bu direniş sebebiyle onlara da özgürlük isteyen olursa
bence gönüllü kendisini hapishaneye mahkum etsin.
Mevcut hükumet meşru bir hükumettir. İnsanların
meşru hükumeti de gösteriler yoluyla istifaya çağırma hakları vardır, ama böyle bir
durumu gerektirecek bir sosyo-politik durum yoktur.
PKK-Devlet barışını hedef alan, azımsanmayacak
gösterici gruplar vardır, Kürtlere bu grupları gösterip “milletin onun bunun
hassasiyeti” diye gagalamak gibi hükumetin bir lüksü yoktur. Barış sürecinin en
önemli aktörü hükumet bir “sorumlu” olarak taraftır. İdare etme yeteneklerini
kullanmak dışında şansı da yoktur.
Kürtlerin bu gösterilerde ulusalcı ve
benzer çevrelerin yanında durmaları gibi zorunlulukları ve sorumlulukları da
yoktur. Eğer Kürtler bu gösterilere kısmen destek olmuşlarsa bu, onların
demokratik haklarını kullanması, kendilerini ifade etmesi olarak
anlaşılmalıdır.
Gösteri, toplanma ve ifade hürriyeti
tartışmasızdır.